26 Ocak 2019 00:20

Bingöl’den Kamboçya’ya ‘hayali ordular’

Bingöl’den Kamboçya’ya ‘hayali ordular’

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hazır zayıf bir vizyon haftasına girmişken, bunu fırsat bilip son bir hafta içinde izlediğim iki belgeselden bahsetmek istiyorum. “Ana akım” siyaset ve medyanın emek ve doğa sömürüsünü görmezden geldiği çağımızda sinemanın ‘kurmaca’ alanı da ender örnekler dışında bu konulara uzak durmaya çalışıyor. Tam da bu noktada belgeseller yaşadığımız dünyada, gözümüze dayatılan illüzyonun neyi gizlemeye çalıştığını görmemiz açısından önemli işlevi yerine getiriyor. Denilebilir ki, belgeseller özellikle son 20 yıldır yalnızca özel bir sinema türü olarak değil aynı zamanda insanlığın gözlerinden kaçırılan önemli sorunların duyurulmasında büyük işlev üstlenen bir tür ‘medya’ aygıtına da dönüştü.

Andrew Morgan’ın 2015 tarihli The True Cost (Netflix’te ‘Gerçek Bedel’ adıyla gösteriliyor) belgeseli ‘fastfashion’ olarak tabir edilen hazır giyim sektörünün şık görüntüsünün arkasında yatan büyük sömürü ağını gözler önüne sermesi açısından oldukça çarpıcı bir yapım. Hazır giyim sektörüne dair ilk elden bildiklerimizin de çok ötesinde inşa edilmiş bu sömürü ağının yalnızca insan bedenini değil, doğayı da adım adım ölüme götürüşünün çarpıcı hikayesi aynı zamanda. Bu alana dair en çok bildiğimiz veri ile çıkıyor yola aslında yapım. Yani kâr ve rekabet hırsının tüketimi daha da artırma hedefiyle buluştuğu noktada Asya ülkelerine kayan üretim ve yoğun emek sömürüsü. Bu ağır sömürü sınırlı da olsa gündem haline gelebiliyor dünyada. Andrew Morgan, bir yandan bu ağır sömürüyü gösteriyor fakat asıl olarak bu noktanın daha da ilerisine geçip durumun vahametini anlattığı bölümler çarpıcı. Örneğin fabrikalara tedarik sağlayan küçük işletmelerin dünyalarına da uzanıyor ve daha da ağırlaşan bir sömürü mekanizması görünür hale getiriyor. Bununla da kalmayıp, artan tüketimle birlikte üretim artışına zorlanan çiftçiler üzerindeki yakıcı etkilerini sorguluyor. Örneğin Hindistan’da tarım tekellerinin çiftçileri borç girdabının içine sokup topraklarını ele geçirdiklerini gösteriyor. Belgeseldeki veriye göre 2000-2015 yılları arasında Hindistan’da 250 bin çiftçi intihar etmiş. Bu her otuz dakikada bir intihar demek ve kayıtlara ‘Tarihin en büyük intihar dalgası’ olarak geçmiş. Ama bunun dünya çapında bir gündem olduğunu söylemek zor. Üstelik intihar etmeseler de benzer bir durumun ABD’de olduğunu görüyoruz. Teksas’ta pamuk üreticisi çiftçilerin aşırı üretim beklentisi ve yoğun tarım ilacı kullanımına bağlı sıkıntıları da belgeselin gündeminde.

Bütün bunlar hazır giyim sektörünün büyük tekellerinin fiyatları sürekli düşürerek tüm dünyaya yaydığı sömürü ağının ‘insan yüzleri’ olarak görünür hale geliyor belgeselde. Bir de kahrettiğimiz ama fazla gündem haline getirmediğimiz bir doğa boyutu var işin. Bu üretim süreci hem tarım alanlarını 12 ay kullanılır hale gelmeye zorlayarak hem de üretim aşamasında kullanılan kimyasallarla doğayı da acımasızca sömürüyor. Belgeseldeki uzmanlardan birisinin söylediği gibi “Doğanın da bir kapasitesi olduğu ve bunun çoktan aşıldığı” gerçeği bir kez daha önümüze konuyor.  

Tam da bu noktada bu hafta ilk gösterimi gerçekleştirilen Ali Ergül’ün “Kumun Gecesi” adlı belgeselle Türkiye’ye bağlayabiliriz konuyu. “Kumun Gecesi”, hazır giyim sektörünün yükselişe geçtiği ’90’lı yıllarda merdiven altı tekstil işletmelerinde kum taşlama işinde çalışmak zorunda kalan işçilerin yıllardır mücadele ettiği silikozis hastalığına odaklanıyor. Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı bir yerleşim yerinde onlarca insan bu hastalıkla mücadele ediyor. Ali Ergül, “içinde bulunduğumuz politik ortam” nedeniyle birçok işçinin konuşmak istemediğini belirtse de konuşanların anlattıklarından söz konusu dönemdeki yoğun emek sömürüsünü anlamak mümkün. İşçilerden birisinin toz duman içinde ürettikleri kotların Avrupa ve ABD’ye gönderildiğini söylemesi, bu küresel sömürünün bir parçası haline getirildiklerinin de kanıtı olarak duruyor. Çarpıcı bir başka nokta da işletmeden çıkan toz mahalleyi rahatsız ettiği için gelip ceza kesen yetkililerin içeride çalışan insanların durumlarıyla ilgilenmemesi. “Gerçek Bedel” belgeselinde konuşulan işçilerin hissettiklerini anlatırken tam olarak ifade edemediklerini, “Kumun Gecesi”nde konuşan işçilerden birisi en rafine haliyle tanımlıyor aslında “Hayali ordu gibi bir şeydik. Biz hayaldik yani. Biz yer altında çalıştık, çalıştırıldık. Bugün kanunen işçi değiliz. Meslek hastası değiliz. Bazen biz kendimizi insan olarak bile görmüyoruz. Bir kenara atılmış gibiyiz.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...