19 Ocak 2019 23:40

Bu filmi görmüş müydük biz?

Bu filmi görmüş müydük biz?

Fotoğraf: Pixabay

 

PAZAR
Paylaş

Neden film izlenir?

Yazıya konu bulabilmek için, ruhun bir nevi gıdası olduğu için, göz zevkim, ruh açlığım için, farklı bakış açıları arayışım için ve bazen sadece sıkıldığım için ama illa ki haftada en az 1 film izlerim. Hakkında çok konuşulmamış, henüz tüketilmemiş bir cevher bulursam zevkten başım döner. Bir altın madenini keşfetmişim gibi sevinirim. Bu sebeple de film seçerken risk alırım. Konusuna bakıp, hele bir de Hollywood yapımı değilse, zaman en değerli şey demeden alırım o filmi, 90-110-230 kaç dakikaysa kaç dakika.

Ama tutmazsa da bitirmek için direnmem.

Geçen hafta ismini vermek istemediğim bir film izledim. Filmi, sanki sinemanın zor bir sanat olduğunu, herhangi bir video çekiminin kurgulanmasının sinema sayılamayacağını ispatlamak için çekmişler. Bir dönemin VHS-BETA kasetlerinin görüntü kalitesini, Flash TV “reality” programlarının canlandırma skeçlerini ve Müge Anlı konuklarının oyunculuk yeteneğini harmanlayan bir filmdi. Saate baktım, yine de 17 dakika sabretmişim. Bizlere hayattan umudu kesmemeyi öğütlerken bir yandan hayatla bağımızı kopartan bir senaryo, oyunculuk, yönetmen, görüntü ve hatta ses faciasıydı. Artık bunun üzerine ne izlesem ölmem zaten diyerek, Netflix’te popüler filmlerden birini açtım: “Ben Senin Bildiğin Erkeklerden Değilim.”

Belki biraz spoiler içerebilir yazacaklarım ama filmden alacağınız keyfi olumsuz etkilemeyeceğini söyleyebilirim. Filmde anaerkil bir sistemi sermişler gözümüzün önüne. Bu tip filmlerden aslında çok var; Mel Gibson’ın “Kadınlar Ne İster”inden tutun da The Hot Chick tarzı Amerikan klişelerine kadar. Ama bu filmden başka bir tat aldım. Sloganlaştırmadan, inceden, satır arasında derdini çok kaliteli ve çaktırmadan anlatmış olması belki. Anaerkil durum karikatürize edilmeden ama en uç noktasına kadar kadın erkek rolleri değiştirilip, normalleştirildiğinden belki.

Mesela erkeklerin renkli kısa şortlar giymesi, vücutlarına dikkat etmek zorunda hissedişleri, çocuk ve ev yükünden bunalan ev erkeklerinin depresyona girip kendilerini pilatese vermeleri, vücutlarına ağda yapmadan sokağa çıkmalarının hor görülmesi, kadınların ise gömleklerinin hiçbir düğmesini iliklemeden erkekler gibi gezebilmesi, vücutlarındaki tek bir tüyü bile almamış olmalarına rağmen bir erkeği göğüs kıllarını almıyor diye reddedişleri, çapkınlıklarının karizmalarının bir parçası sayılması gibi ince detayları öyle güzel ve yayarak veriyor ki kısa sürede o anaerkil dünyaya dahil oluyor ama erilliğin devri gibi göründüğünden tercih edilir de bulmuyoruz. Bir adalet yine yok, bu sefer de ezen kadınlar oluyor. Gerçi kadınsanız, bugün bulunduğumuz yerden izleyince ince bir haz da vermiyor değil.

Beni rahatsız eden şu oldu: Bu filmi izlerken filmin kurgusundan, yönetmeninden, hikayesinden çok, bu filmi uyarlamak ülkemde ne kadar imkansız, ona takıldım kaldım.

Kafamdan sürekli cezalar kesiyordum filme. Alkol kullanımının övülmesi, sigaranın görünmesi, küfürlerin duyulması, çatır çutur sevişildiği yetmezmiş gibi bir de sevişmede, kadının gücü elinde tutması ve erkeği duygusal sömürmesi sonucu müstehcenlikten filmin müebbet yatarına, Türk aile yapısına aykırılıktan belasını bulmasına karar verilmesine…

Ben bunları düşünürken, sinemadan iyi gelir elde eden bir elin sayısını geçmeyen yerli yapımcılar ile salon zinciri, mısır kavgasına tutuşmuştu. Hıdır idi İlyas idi, mısır idi bilet idi bir gelir paylaşımı kavgası sürüyor, bir satranç oyunu gibi herkes kozlarını öne sürüp, biri filmini geri çekmekle diğeri her filmin yerine bir başkasının konabileceğiyle karşısındakine aba altından sopa gösteriyordu.

Beklenen oldu, Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda kabul edildi.

Teklif, kağıt üzerinde “Milli kültürün uluslararası tanıtımına katkı sağlar nitelikte olan dizi filmlerin desteklenmesi, sinema sektörünün uluslararası alanda rekabet gücünün artırılması ve Türkiye’nin film üretim merkezlerinden biri haline gelmesi amacı” taşıyor. Buradaki kilit kelime “milli” sanırım. Belirlenmiş “milli kültür”, malumunuz pek fazla sorgulamaya gelmiyor.

Bu teklifin 7. maddesi diyor ki;

“Ülke içinde üretilen veya ithal edilen sinema filmlerinin, ticari dolaşıma veya gösterime sunulmasından önce değerlendirilmesi ve sınıflandırılması yapılacak. Değerlendirme ve sınıflandırma sonucunda uygun bulunmayan filmler, ticari dolaşıma ve gösterime sunulamayacak. Değerlendirme ve sınıflandırması yapılmamış olan sinema filmleri, festival, özel gösterim ve benzeri kültürel ve sanatsal etkinliklerde ancak “18+” yaş işaretiyle gösterilebilecek.”

Aynı gün Cumhurbaşkanı şu sözleri sarfediyordu: “Kültür ve sanata önem veren devletler, tarihin sayfalarında kadim bir medeniyet olarak kaydediliyorlar. Hangi sanat dalında olursa olsun, devletimize düşen bunları desteklemektir…

…Milletler için bazen diplomasi, askeri güç, ekonomik güçle kazanılamayacak başarılar, bir müzik, edebiyat, sinema eseriyle kazanılmaktadır. Geçtiğimiz 16 yıla baktığımda kültür sanat alanında yeteri kadar mesafe katedememiş olmamızdan dolayı hep hayıflanırım, iç geçiririm.”

Yeni yasa bize, neyi izleyebileceğimize ancak bir kurulun karar verebileceğini söylerken, yapımcıya, yönetmene ise parasını, emeğini boşa harcamak istemiyorsa, kurulun onaylayacağı şeyler çekmesini tembihliyor.

Nereden baksan sansür nereden baksan topluma yeni bir cahil muamelesi daha.

Trainspotting filmi tüm dünyada 72 milyon pound hasılat yapalı 25 sene oldu. Bu mantıkla, eroin yüzünden kimsenin sağ kalmaması lazımdı.

Toplumun cahilleştirilmesinin bir basamağını daha tırmanıyoruz, obskürantizm denen “bilmesinlercilik” kavramının yine kucağındayız. Bir toplumun bilinç düzeyi, ahlakı, kültürü; neyi izleyeceğine, nasıl yaşayacağına bir takım kurulların karar vermesiyle değil, eğitim ve refahla iyileşir.

Bugün 20 Ocak, 83 sene önce bugün, bir sinema yasası daha yürürlüğe girmişti: “Sinemaların esas filmle beraber bir de “öğretici film” göstermek zorunda olduğuna ilişkin kanun.”

Topluma şekil kazandırmak, elindekilere yasak koyarak değil, fazlasını ve iyisini devlet desteğiyle sunarak olur.

Ve kanunun yürürlüğe girdiği yıl, Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filminin de vizyona girdiği yıldır. Sinemanın çıtası, dönemin arşlarında zaten.

Cumhurbaşkanının şu sözlerini, kendi dilimden, aynen tekrarlıyorum. Ben söyleyince, öznesi ben olunca, araya uzun bir vade giriyor ve bir hayal gibi görünüyor ama dileğim bu satırlarda saklı:

“Kültür sanat meselesini en az terörle mücadele, dış politika, temel hizmet alanları kadar önemli bir beka meselesi olarak görüyorum. İnşallah yeni dönemde ülkemizde kültürü, sanatı, mimariyi, şehirciliği hak ettiği seviyeye getireceğiz.”

Bir filmi, yönetmenin uygun gördüğü, senaristin kaleme aldığı haliyle izleyebileceğiniz ve sinefil dostlarınızla farklı yorumları medenice tartışabileceğiniz bir pazar diliyorum.

İyi seyirler, özgür bakışlar, siz ne izleyeceğinizi bilirsiniz…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa