06 Ocak 2019 02:55

Gündem sızmamış bir pazar yazısı: Adeta hayalperestlik...

Gündem sızmamış bir pazar yazısı: Adeta hayalperestlik...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

My Life (Hayatım) 1993 yapımı, Nicole Kidman ve Michael Keaton’ın başrollerini paylaştığı, IMDB’de vasat manasına gelen 6.8 puanıyla Hollywood işi bir film. Vasat masat ama izlediğim zamandan beri bende ciddi iz bıraktı.

Bob, yıldızlara inanır: O gece göreceği en parlak yıldızdan bir dilek dileyince, dileğinin gerçek olacağına. Hepimiz çocukken bazı saçma şeylere inanırız. Yıldızdan bir sirk diler; hemen yarın okuldan döndüğünde evinin bahçesinde kocaman bir sirk bulmayı. Atlarıyla, akrobatlarıyla ve palyaçolarıyla gerçek bir sirk. Bunu o kadar içten diler ve o kadar inanır ki buna, bütün okulu çağırır bahçelerine. Sirk mirk yoktur. Küçük düşmüş ve kalbi kırılmıştır. Hayallerin çöp olduğu anı da hepimiz yaşamışızdır küçükken. Böyle böyle bilenir, keskinleşir, sıradanlaşır, mucizelerden uzaklaşır zamanla hayalleri de nasıl kurulduğunu da unuturuz. Adına büyümek deriz.

Zamanla Bob, eşini işini seven, hayatı yoluna koyduğunu düşünen ve yakında baba olmaya hazırlanan sıradan bir vatandaşa dönüşür. Ancak amansız bir kansere yakalandığını öğrenmesiyle birlikte bu güzel resim mahvolur. Bob’un ölümüne kadar geçen süreyi planlaması gerekir. Onsuz büyüyecek bir çocuğa kendisini anlatabilmek, babasının eksikliğini hissettirmemek için video kasetler hazırlamaya başlar. Kasetlerin üzerinde hangi durumda izleneceği yazar. Aşk acısı mı çekiyorsun? Düşünsene baban senin için geçip kamera karşısına uzun uzun anlatmış, peşin teselliler biriktirmiş senin için. Okulla ilgili sorun mu var? Alır babanın kasedini, çıkarsın müdürün karşısına icabında.

Ve Bob kendini şuna şartlar: Doktorlar ne derse desin, o bebeği görmeden ölmeyeceğim. Onu bir kez bile olsa kucağıma alacağım. Bunu başarır da.

Hastalık çok ilerleyip artık son yaklaştığında bütün aile birlikte yaşamaya başlamışlardır. Çünkü kalbi temiz insanlar, ölümün önünde el ele ve kalabalık bir baraj kurarlarsa, onu bir süre oyalayabileceklerine inanırlar.

Bir sabah kardeşi uyandırır hepsini, bahçeye çıkarır. Bahçede asılı çarşafları araladığında koca bir sirk çıkar Bob’un karşısına. Atlarıyla akrobatlarıyla palyaçolarıyla.

Babası eğilip Bob’un kulağına “Dileklerin geç olması, hiç olmamasından iyidir” der. Bob da oğlu Brian’ın kulağına fısıldar “Bugünü hiç unutma.”

Sonrası bir lunaparkın kapısını çalar gibi gelir ölüm, korkulan gibi değil, tamamlanmış ve hazır hissederek veda eder hayata Bob.

O zamandan beri inanırım, insanın çocukluk hayallerinden en az biri gerçekleşmeli. Hayallerin gerçek olabileceğine inananlar hayal kurmayı bırakmazlar. Mucizelere inananlar mucizeleri gerçekleştirenler olur. Büyük düşünenler, bir zamanlar hayalperest diye hor görülen, yine de pes etmeyenlerdir.  

Büyüdükten ve çelikleştikten sonra geri dönüp çocukken dilediğimiz saçma şeyleri hatırlamaya vaktimiz kalmıyor. Gerek de duymuyoruz. Sonuçta çocukluk işte. Oysa mucizeye inanmak dediğim her zaman sirk kadar büyük olmak zorunda değil, bir çocuk için bazen iki bayramlık ayakkabıya birden sahip olmak da bir hayaldir, karnı ağrıyana kadar çağla ya da çikolata yiyebilmek de. Annenin kıyafetlerini denemene izin vermesi ve hiç karışmaması da hayal olabilir, girme izni olmayan kalorifer kazanını görmek de.

Hatırlayabilince gerçekleştirme şansı da oluyor bu şekilde.

Kendi hayatımdan razıyımdır genelde. Sallanır, sarsılır pek devrilmem. Gülmeyi ertelemeyi sevmem. Bunda torbalar dolusu ‘Eti Puf’un etkisi vardır desem? Üniversitedeydim, vizeler sonrası tatil için memlekete dönmüştüm. Neden bilmiyorum birtakım isyanlardaydım belki de sadece 18 yaş yüzündendir. “Benim hiçbir dileğim gerçek olmayacak mı şu hayatta?” demiştim anneme. Akşam işten, elinde dört büyük market poşeti ile geldi annem.

Geç bakalım salona dedi, otur yere. Oturdum. Hatırlar mısın bütün ilkokul boyunca “Çok seviyorum neden bir tane yiyebiliyorum? Kafamdan dökmek istiyorum, küveti bunlarla doldurup içinde yüzmek istiyorum’ derdin? Al bakalım bir dileğin gerçek olsun” dedi. Kafamdan aşağı döktü bu bisküvili marşmelovları.

Ne gam kaldı ben de ne kasvet. Bu kadar basitti işte. Unutmuştum hayalimi. Gerçekleşince verdiği zevk, ilk hayalini kurduğum zamanlardan daha az değildi.

Annemin tek mucizesi de bu değildi, bu sadece bir hatırlatma dahaydı bana. Gerçekleşen hayallerimi görebilmem adına.

Hâlâ her gece hayal kurarak uyurum. Bazılarını çok kurarım kafamda, o zaman gerçekleşmeye oldukça yaklaşırlar. Bir zamanlar üniversitede öğretim görevlisi olan bir arkadaşım anlatmıştı. Hayal kurun, demiş sınıfa. Zira “Hayal kurmak, bilgiden daha önemlidir; çünkü bilgi sınırlıdır, ancak hayal kurma tüm dünyayı kapsar” diyordu Albert Einstein

“Gerçek bir hayal bile kuramadı koca insanlar” demişti.

4 senede okulu bitirmek diye hayal mi olur? Bir işe girebilmek, deniz kenarında bir hafta tatil yapabilmek, kirayı ödeyebilmek vesaire bunlar hayal değil yaşam planıdır aslında. Bize bunu hayal saydıranlara da ayrı yazıklar olsun.

Çocuklarım hayal kurmaktan vazgeçerler diye korkarım. Arada gerçek etmeye çalışırım bazı hayalleri. Bu sebeple şu an evimizde ikinci el bir boks makinası iki de Guinea Pig denen farelerden var. Bir keresinde de 20 tane dilek şişesi bulup almıştım bir yerlerden, içine dileklerini yazıp açık denize atsınlar diye. Ne dileyeceklerini düşünürken hayal güçlerini çalıştırmış oluyorlar aslında.

Bugün pazar. Bugünün bizim olması gerekirdi, bizi de güneşe çıkarması gerekirdi bugünün, yüzümüzü aydınlatması.

Koca bir haftanın beter haberlerinin omuzlarımızdaki ağırlığından uzak, ayaklarımızı uzatıp dinlenebildiğimiz, bir hobimize zaman ayırabildiğimiz, belki bir yağlıboya resmin başına oturduğumuz, belki de üç film birden izlediğimiz, uzun bir yürüyüşe sevdiğimizle el ele çıktığımız, müzik dinlediğimiz, bizi iyileştiren bir gün olmalıydı.

Oysa uzundur böyle geçmiyor günler.

Bu 2019’un ilk pazarı.

Bir hayal kuruyorum bu sene için. Büyük bir hayal. Hepimizin parçası olacağı bir hayal. İnsanı hakim karşısına çıkarabilecek hayalimin içinde, insanların artık hayalleri yüzünden hakim karşısına çıkmaması bile var. Bob’un ömründen aldığım feyzle, büyümekte olan oğluna bıraktığı kasetler gibi, her şey yolunda eserleri bırakmak isterim geride mesela, kahkaha atarken bir fotoğraf da olur, videoya çekilmiş bir şaka ya da gündem değmemiş bir yazı.

Çok kötü şeyler oldu yine bu hafta, hepsinin illa ki bir yazanı var. Hiçbir kötülüğün, gündemin, dramın sızamadığı bir yazıyla başlamak istedim yeni yıla, hayalime zeval gelmesin diye.

Şimdi izninizle Imagine açacağım Beatles’tan, ben evde dans ederken, son sözü Edgar Allen Poe söylesin:

Dünya’nın gördüğü her büyük başarı, önce bir hayaldi. En büyük çınar bir tohumdu, en büyük kuş bir yumurtada gizliydi.

Mutlu pazarlara, muzaffer yeni yıllara...

El ele ve kalabalık bir barajla girdik bakalım 2019’a…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...