28 Aralık 2018 00:50

Demokrasi olsaydı!

Demokrasi olsaydı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Eğer ülkede diktatörlük olsaydı böyle konuşabilirler miydi?” Ne zaman birileri -son örnekte sanatçılar Akpınar ve Gezen- Erdoğan’ı, onun iktidarını eleştiren cümleler kursalar, onu ve yönetimini diktatörlük uygulamakla eleştirseler, iktidarın beslemesi basın yayın organlarına yazan ve söyleyenler yukarıdaki cümleyi kurarak “savunmalarını” yapıyorlar. Ancak onların savunma -gazete köşeleri, TV kanalları vb- mekanlarıyla,  demokrasi ve özgürlük savunucularının kendilerini savunma mekanları arasında  epeyce bir farklılık bulunuyor. Suçlananlar savunmalarını, eğer henüz içeri tıkılmamışlarsa avukatlarıyla geldikleri adliyelerde savcıların, mahkemelerin karşısında yapıyorlar.

Diktatörlük altında yaşanan ülkelerde, diktatörlüğün muhalefeti ezme ve kontrol etme gücüne bağlı olarak bu işler genellikle şöyle gerçekleşiyor. Muhalifler kullanabildikleri her mevziden diktatörlüğü ve diktatörü eleştiriyorlar, yerden yere vuruyorlar. Diktatörlüklerin yapabildikleri tek şey ise onları susturmaya çalışmak, bunun için baskı ve terör uygulamak, mahkemeleri harekete geçirmek, cezaevlerini doldurmak, eğer yeterince güçlü iseler muhalifleri fiziken ortadan kaldırmaktır.

Yani diktatörlükler, diktatörler öyle olmasını isteseler de yaprağın kımıldamadığı rejimler değildir. Muhalefetini yaparsın, mücadeleni verirsin sonuçlarını da göze alırsın. Bu iş diktatörlükler devrilinceye kadar böylece sürer gider. Yok eğer demokrasi varsa - Batılı anlamda, burjuva demokrasisinden geriye ne kalmışsa öyle bir demokrasiyi kastediyorum- eleştirini yaparsın ama mahkemelerde, cezaevlerinde sürünmezsin. Açıkçası bu konuda diktatörlüklerle demokrasiler arasındaki fark budur. Bu nedenle eğer diktatörlük olsaydı demek değil, eğer demokrasi olsaydı kapıya polis dayanmaz, savcılar, mahkemeler harekete geçirilmez, cezaevleri doldurulmaz, toplum sindirilmeye, susturulmaya çalışılmazdı demek gerekir.   

Yok eğer demokrasi ve özgürlükler için fatura ödemek göze alınmıyorsa, ama her şeye karşın “muhalif” olmak istiyorsa böylesi muhalefetlere de genellikle “majestelerin muhalefeti” dendiğini, bu etiketle yaftalanmayı göze almayı da bilmek gerekir. Bu tür muhalafete de, iktidara yönelik bir eleştiri yaptığında, hemen tersini de söyleyerek “bir denge” kuran muhalif tiplere de ülkemizde bolca rastlanıyor. Bu nedenle bu ülkenin halkı bu tür muhalifleri yeterince iyi tanır. Ama  bu ülkenin halkı aynı zamanda her türlü baskıyı göğüslemeyi göze alarak özgürlük, demokrasi, barış açıklamalarının altına imza atan, zindanlarda boyun eğmeyen namuslu aydınlarını da çok iyi tanır.

Şimdi açıklığa kavuşturulması gereken diğer sorun şu; neden bu kadar korkuyorlar, ülkeyi yaprağın kımıldamadığı bir ülke haline döndürmeye çalışıyorlar? Korkuyorlar çünkü artık eski rahatlıkları yok. Giderek derinleşen ekonomik kriz, bugüne kadar uyguladıkları ekonomik ve sosyal politikaların lime lime dökülmesinin her geçen gün daha fazla açığa çıkması, ülkenin hiç bir temel sorununa çözüm getiremediklerinin anlaşılması iktidar sahiplerini korkuya düşürüyor. Sonuçta bütün bunların politik bir faturası var ve bu fatura çok uzak olmayan bir zamanda bunların önüne konucak. Oturdukları koltuklar artık yanıyor.

Bütün bunları en iyi bilenlerde kendileridir. Ama belki bildikler, ama kabul etmek istemedikleri bir gerçek daha var; o da şu, korkunun ecele faydası yok ve ne kadar baskı ve terör uygularsanız uygulayın kendinizi bekleyen sondan kaçamazsınız. Sizin anlayacağınız dilden konuşacak olsaydık buna “ilahi adalet” derdik. Ama  adaleti sağlayan güçler bütünüyle dünyevi olduğu için biz buna halkın adaleti diyoruz. On bin savcı, binlerce mahkeme harekete geçse de, polisler her kapıyı tutsa da bu adaletten kaçış bulunmuyor!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...