24 Aralık 2018 00:30

Roma

Roma

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Meksikalı yönetmen Alfonso Cuarón’un filmi Roma, gösterime girdiğinden beri büyük tartışmaları da beraberinde getirdi. 1970’lerin başında, Luis Echeverría hükümeti döneminde geçen film, Meksika’daki ırkçılık, sınıfsal ayrımların ırksal ayrımlarla gösterdiği paralellikler, 1970’lerde şiddetlenen meşruiyet krizi ile birlikte devletin ve CIA’nın paramiliter gruplar ile iş birliği gibi birçok konuyu da izleyene dikkat çekici bir görsellik içinde sunuyor. Cuarón bunu gerçekleştirirken, onlarca detay ve hikayenin dışına çıkma hali izleyende kaçınılmaz olarak filmin birden fazla defa izlenme isteğini de beraberinde getiriyor.

Filmin en etkileyici sahnelerinden birini ise 1971 yılında gerçekleşen Corpus Christi katliamı ya da El Halconazo’nun canlandırıldığı an oluşturuyor. Yeni göreve başlamış Echeverría hükümeti ülkede aynı zamanda demokratik bir açılımın da başlayacağını vaat etmişti. 1968’te, Olimpiyatların başlamasından hemen önce, 2 aydır süren öğrenci eylemleri Tlatelolco meydanında asker ve polislerin saldırısı ve yaşanan katliam ile durdurulabilmişti. 1968, öğrenci hareketleri ve işçiler için önemli bir dönüm noktası olmuş ve bazı öğrenci liderleri hapsedilirken bir kısmı da ülke dışına çıkmak durumunda kalmışlardı.

Yeni hükümetin vaadi ile öğrenci hareketi tekrar hareketlenmiş, ülkenin kuzeyindeki öğrenci olaylarına destek olmak üzere 10 Haziran’da -Corpus Christi günü- başkentte bir öğrenci gösterisi düzenlenmesi kararlaştırılmıştı. Ancak, Meksika devletinin de 1968 olaylarından ders aldığı kısa süre içinde anlaşılmıştır. CIA unsurlarının ve yerel polislerin eğittiği halcones -kartallar- adındaki paramiliter komandolar öğrencilere sopa ve silahlarla saldırmış, resmi rakamlara göre 120 gösterici olaylarda öldürülmüştü. Bu gruplar hastaneye götürülen yaralı göstericileri dahi ameliyathanelere girerek katletmişti. Tüm bu olaylar polislerin gözleri önünde olmasına rağmen hiçbir müdahalede bulunulmamış, saldırıdan sonra Echeverría hükümeti sorumluların cezalandırılacağını ilan ederek olaylardaki sorumluluğunu reddetmişti. 1971’den sonra bu paramiliter komandolar daha güçlü hale gelecek, üniversitelerde de örgütlenen porros adındaki grupların üye sayısı hızla artacak, kimi zaman sol görüşlü öğrencilerin gösterilerine saldırırken kimi zaman da göstericilerin içine öğrenci gibi karışarak yönlendirmeye çalışacaktı.

Filmde büyük bir göç dalgası yaşayan Meksiko City’nin çevresindeki yeni yerleşim birimlerindeki yoksulluk ve bu yoksul koşulların içinden çıkan gençlerin paramiliter gruplara nasıl dahil edildiklerini de ana hikâyenin arkasında görmek mümkün. Bu açıdan bakıldığında Roma başından sonuna kadar Meksika’daki sınıfsal ayrımlar üzerine kurulmuş bir hikayeye sahip. Zengin ve beyaz bir ailenin yanında yaşayan ve bakıcı olarak çalışan Mixteco yerlisi genç bir kadın olan Cleo’nun hikayesi. Oaxacalı ve hiçbir oyunculuk deneyimi olmayan Yalitza Aparicio’nun oynadığı ve diğer bakıcı arkadaşı ile Mixteco dilinde konuştuğu film bu açıdan da önem arz ediyor. Meksika’nın sanat endüstrisinde görünmez olan, adı konulmadan da olsa itina ile ‘Meksikalılık’ dışında bırakılan yerlilik, filmde su üstüne çıkıyor. Bakıcılarını çok seven çocuklardan birinin Mixteco dilinde konuşan Cleo’ya söyledikleri bu durumu bir cümlede gözler önüne serebiliyor; ‘Neden öyle konuşuyorsun? Konuşma!’

Herkese mutlu bir yeni yıl dileğiyle.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...