16 Aralık 2018 00:00

Karlı bir günde İliç yolculuğu

Karlı bir günde İliç yolculuğu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sonbaharın son günleriydi. Yeşil kasketli yolcu Erzincan minibüs garajında İliç minibüsünün kalkma saatini beklerken karşısında yükselen Munzur Dağlarına hayranlıkla bakıyordu. İliç’ten yolcu getirip boş dönmek istemeyen taksici ile çok uygun bir fiyata anlaştı. Taksici kendisinin yanı sıra çiçek bozuğu yüzlü yaşlı bir adamı da almıştı yolcu olarak.

Munzur Dağı şimdiden karı yüklenmişti. Bulutların arasından görünüp kaybolan doruğunda fırtınaların estiği, tipinin, boranın koyakları kasıp kavurduğu bulutların hareketinden anlaşılıyordu. Dağın yücelerinden kopup gelen rüzgarla birlikte kış, Erzincan Ovası’ndaki günlük güneşlik havayı buza kesiyordu.

Yeşil kasketli yolcu otomobilin ön koltuğuna, şoförün yanına oturdu. Sırt çantasından çıkardığı küçük kamerası ile yolu, dağı çekmeye başladı. Güneşli bir gökyüzünün altında giden otomobil Munzur’u karşısına almıştı.

Dışarıdaki güneş gitti bir süre sonra. Bulut gelip çöreklendi otomobilin önüne. Artık Munzur’un dorukları gibi otomobil de bulutun, sisin içerisindeydi. Sis farlarını yakan otomobil her geçen an biraz daha yavaşlıyor, neredeyse emekleyerek yoluna devam ediyordu. Karşıdan gelen araçlar, adeta burun buruna gelmeden görünmüyordu.

Otomobil iki dağın arasındaki dar boğazdan, sert rüzgara karşı ilerlemeye çalışırken yaşlı adam, bu boğazda kışın bozulan ve iki gün sonra ulaşılabilen minibüsün öyküsünü anlattı. Dediğine göre on beş yirmi yıl önce bir kış günü olmuştu olay ve minibüsteki herkes donmuştu! Dışarı çıkıp yardım istemeye gidenleri de kurtlar parçalamıştı! Konuşurken, kahverengi gözleri küçük fındıklar gibi yuvalarında dönüyordu.

“Ağzını hayra aç halo” diye çıkıştı şoför. O da biliyordu bu olayı ve her hatırladığında içi ürperirdi. “Kar kış yok yollarda daha. Hem böyle havalarda çok geçti benim düldül bu boğazı”.

Elindeki kamerayı otomobil sisin içine girdiğinde kapatan yeşil kasketli adam, şimdi sanki aracı kendisi kullanıyormuş gibi pür dikkat yolu izliyordu. Yaşlı adamın kısık seslerle anlattığı korkunç öykü onu da ürpertti. O yüzden şoförün adama bozuk atmasına sevindi. Küsmüş gibi koltuğuna yaslanıp başını pencereden tarafa çeviren adama göz ucuyla bakıp “Şom ağızlı ihtiyar” dedi içinden.

Bir süre sonra dağın içindeki boğazdan çıkan otomobil vadiye doğru inişe geçti ve yine güneş yüzlerine gülümsedi yolcuların. “Niye sus pus gidiyoruz, şöyle iki türkü dinlesek. Yok mu Erzincan Türküleri sende” diyen yan koltuktaki yeşil kasketli adama gülümseyerek baktı şoför. “Olmaz olur mu abi? En güzellerinden var hem de” dedi ve açtı müzik çaları.

“Başı pare pare dumanlı dağlar” diye başladı türküye kısık sesli bir adam. Sesi öylesine yanık, derinden geliyordu ki, Munzur’a doğru yol alan otomobil sanki türkünün içinde gidiyor gibiydi. Dağın başındaki dumana ve kara bakan yolcu “Duman eğlenir mi kar olmayınca” sözlerindeki bilgeliğe şaştı kaldı. Uzun ince yol, yola çöken duman, dumanın geldiği dağ türkü olmuştu. Hüzünlü bir sevda öyküsünü ve kavuşamamayı anlatan türkünün her sözcüğü içine işledi adeta.

Otomobil tekrar tırmanışa geçerken, yolun daha başında düşmeye başladı ilk karlar. Endişeli endişeli bakıştı şoförle yeşil kasketli adam. “Kar görünmüyordu hava durumunda. Bu nerden çıktı böyle” diye söylendi şoför huzursuzca. Kar yağışı hızlanınca silecekleri çalıştırdı. İri kar taneleri sert esen rüzgarla birlikte otomobilin camını bir anda kaplıyordu. Silecekler son sürat çalışıyor olmasına rağmen temizlemeye yetişemiyordu. Hala kardan, kıştan dem vuran türküyü kapattı. Asfalt yol da bir süre sonra karın içinde kaldı. Yol kenarındaki kedi gözleri hınzırca parlıyorlardı şimdi.

 Saate baktı, ikindiyi çoktan geçmişlerdi. Şimdiye yolun sonuna gelmiş olmaları gerekirken, sisten, rüzgar ve tipiden daha yolun ancak yarısına varmışlardı. Bir tarafları dimdik uzanan dağ yamacı, öbür yanları yüzlerce metre aşağıdan akan Fırat Nehri. Yokuş yukarı tırmanan otomobili yanaştıracak ne bir açıklık ne kuytu bir köşe vardı.

Şoförün arka koltuğunda oturan yaşlı adam yeniden canlanmıştı sanki. “Burada durduk mu Allah etmesin daha kalkamaz otomobil. Aman şoför yeğenim sakın durmayasın. Çok yolcuya mezar olmuştur bu geçit” diye fısıldar gibi konuştu yine.

Şoför kafasını salladı, bir şeyler diyecek oldu, iç geçirip vazgeçti. Bu sefer yeşil kasketli adam payladı yaşlı adamı. “Dayı sırası mı bunları anlatmanın şimdi. Gönlümüzü bulandırma gözünü seveyim” diye söylendi.

Kar lastiklerin önüne birikmeye başladığında, yolun sonuna geldiklerini anladılar. Patinaj yapmaya, sağa sola kaymaya başlamıştı otomobil. Nerede olduklarını kestirmeye çalıştı şoför. Hava iyice kararmıştı. Ne kadar gediklerini bilemiyordu. Cep telefonları da çekmiyordu işin kötüsü.

“Işık var “dedi yeşil kasketli adam. “İleride ışıklar var sanki”. Sileceğin temizlediği pencere camından dikkatlice baktı şoför. Bir şey göremedi. Adeta oflaya puflaya tırmanan otomobilin rahatlamasından yokuşun eğiminin azaldığını anladığında o da gördü ışıkları. “Haydar’ın lokantası, kurtulduk!” dedi.

Tek katlı lokantanın önünde başka hiçbir araç yoktu. Otomobil yanaşıp durduğunda lokantanın kapısı açıldı. Hızını iyice arttıran tipinin altında lokantaya doğru koşturan yolculara kapıyı açtı Haydar Usta. Tanıdı şoförü. “Tipiye fena yakalanmışınız” dedi gülerek.

“Sorma Haydar Usta, birden bastırdı. Hep bu halo...” diyecek oldu baktı ki halo yok ortalıkta. “Halo nerede” dedi kendisinin ardından lokantaya giren yeşil kasketli adama. Omuz silkti öteki.

Otomobile gittiklerinde yaşlı adamın hâlâ aynı yerinde oturduğunu gördüler. Yine yönünü cama dönmüş, sanki hâlâ yolculuk ediyormuş gibi oturuyor, onlardan yana dönüp bakmıyordu bile. Küsmüştü!..

Şoför, yeşil kasketli adam, Lokantacı Haydar birbirlerine baktılar şaşkın şaşkın. Kahkahalarını içlerine gömerek bıyık altından güldüler.

“Halo gel, kusura bakma, ters laflar ettim sana. Büyüğümsün ver elini öpeyim” dedi şoför. Yeşil kasketli yolcu da “Hadi affet bizi dayı” dedi içtenlikle.

Gönülsüz döndü adam, gözlerindeki güceniklik birazcık dağılmıştı. “Eh madem” dedi, otomobilden inip tipiye aldırmadan ağır ağır lokantaya yürüdü.

Varilden yapılmış sobanın sıcacık yaptığı lokantaya girerlerken şoför, “Haydar Usta bu gece buralıyız” dedi. Kızıla kesmiş sobaya ellerini uzatırken, yanına gelen yaşlı adama göz kırptı, “Kurt gibi de açız, değil mi halo?” Kurt sözüne tekrar alınacak gibi oldu yaşlı adam, gözlerinden bir bulut geldi geçti.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...