12 Aralık 2018 23:20

‘Onlar bizi sevmez’ ya da Dunkerk sendromu

‘Onlar bizi sevmez’ ya da Dunkerk sendromu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ziverbey Köşkü, DAL Grubu, Mamak, Diyarbakır 5 No (*) gibi yerler arkalarında çok derin travmalar bıraktı. Harbiye’deki tecrit hücreleri, Selimiye alt kattaki Türün’ün özel tecrit hücreleri, Mamak’taki kafes uygulaması, “karıştır/barıştır” adıyla ülkücü ve devrimciyi aynı hücreye koyma, aynı hücrede 3 kişi için 2 yatak verme uygulaması, Mamak’ın ünlü bir geçiş yolunun ortasında yer alan “kafes”ine sorgudan yeni gelenlerin konulması gibi uygulamalar, koğuşlara baskın şeklinde yapılan “yıkım” uygulaması ile topluca saldırılması, vahşi kaba dayak, daha insanların belleğinin bir yerinde üstü kapatılıp kutulansa bile, insanların bilinç altı kabusu olarak etkisini her zaman gösterdi.

1972 aralık ayında Şadi Alkılıç ve arkadaşları davasında mahkemede tutuklanıp, Selimiye ahırlarında Türün’ün özel olarak yaptırdığı tecrit hücre ve koğuşlarının açılışından sonraki ilk misafirlerden biri olacaktım. İyi ki tutuklanmışım mahkemede, çünkü hini hacette kullanılmak üzere arkadaşlarımdan ayarladığım yer, benim tutuklanmamdan bir ay sonra basılacak, o zaman kendimi, o dönemin şişirme davalarından biri olan “Bomba” davasının sanıklarından biri olarak bulacaktım, Ziverbey Köşkü’nden geçerek.

2 No’lu koğuşa konulduğumda, orada sadece iki arkadaş vardı. Sevgili Kamil ve Binali. Parti/Cephe’nin İşçi kesimi sanıklarından. Daha Ziverbey Köşkü’ndeki özel işkencelerin etkisinden tam olarak çıkmamışlardı. Onlardan öğrendim bütün uygulamaları. Bunları, başka bir koğuşta kalan kısa süre sonra çıkacak olan bir yayıncı arkadaşa, 20 dakikalık bir havalandırma sırasında anlatıp, kamuoyuna iletmesini istediğimde, o arkadaş, bu Ziverbey tanıklıklarına inanamayıp, dışarıda benim hayal görmeye başladığımı aktaracaktı. Çünkü, ilk defa böyle bir şey yaşanıyordu. 

Çünkü önce Selimiye’de özel tecrit hücrelerine konulmuşlardı aylarca. Bir koğuşun sosyal ortamına çıkmak, oradaki dayanışma insanların kendilerini daha çabuk sağaltmalarına olanak sağlıyordu.

Sonra yine İşçi kesimi davasının sanıklarından Emin Karaca geldi koğuşumuza (**). MAY yayınlarından Mehmet İncili geldi. Sıkıyönetim tarafından gelişi güzel tutuklanmış birinin muhbirliği sonucu, Emin Karaca koğuştan alınıp, erler tarafından vahşice dövüldü. Ondan sonra 4. koğuşa alındık. Yanımızdaki 5. koğuş ise idamlıklarındı. Bizim koğuş giderek kalabalıklaştı, Oktay Etiman, Muzaffer Oruçoğlu, Osman Bahadır bizimleydi. Ve bomba davasından Tıbbiyeli bir arkadaş, bir yüzbaşı, Giresunlu bir avukat…Daha sonra Mihri Belli’nin gençlik gurubundan insanlarla Rasih Nuri İleri.

Nazi kampları gibi, Ziverbey’deki uygulama da tutukluları “insan kategorisinden” çıkarmayı hedefliyordu.

1945 yılı aralık ayında Sabahattin Ali, cezaevinden yazdığı bir mektupla, sıkıyönetim makamlarına suç duyurusunda bulunuyor, Sansaryan Han’daki 1. Şube’deki tabutluk denen hücrelere ve yapılan insanlık dışı işkencelere dikkat çekiyordu. Ve bu suç duyurusunda, bu uygulamaları yapanların, işkence ve sorgulama taktikleri konusunda Nazi Almanyası’nda, gestapoda özel eğitim aldıklarını belirtiyordu.

1972 yılında, Mahirlerin, Cihanların kaçmasından sonra, askeriye içinde ipleri tamamen ele geçiren Kore Muharibi Türün ve benzeri subaylar da, eğitimlerini, Panama’da Pentagon’un kurduğu özel kontrgerilla eğitim merkezlerinde yapmışlardı. 1971 ayında gözaltına alındığımda, çift hilalli Siyasi Şube’de Osmanlı klasiği falakadan geçmiştim sadece. Ama 1972’de Mahirlerin kaçışından sonra, bambaşka bir uygulamaya geçildi. Ziverbey’deki merkez aynı zamanda ordu içindeki bir hesaplaşmanın mekanı oldu.

Teslim olmama durumunda, canlı yakalama yerine ise, imha uygulaması konuldu. 1971 ayında Maltepe’de Mahir’in öldürülmesi başarılamadı, usta bir sniper’ın Hüseyin Cevahir’i Mahir sanması nedeniyle.

Maltepe’de başarılamayan Kızıldere’de toplu imha ile gerçekleştirildi. O sırada Davutpaşa kışlasında, Dev-Genç davası nedeniyle gözaltında tutuluyorduk. Kızıldere haberi bir şok olarak düşmüştü büyük koğuşa, derin bir sessizlik içinde idi koğuş içeri girdiğimde. “Ne oluyor” diye sorduğumda, “Hepsi öldü” yanıtını alacaktım.

Güney Afrika gibi 90 gün sorgulama uygulaması ile 12 Eylül, işkence serbestisini had safhaya çıkardı.

1981 mart ya da nisanında ilk kez bir DAL gurubu tanığı bayan bir arkadaş Mamak’tan serbest bırakıldı, tanıklıklarını paylaşma cesareti de gösterdi. O sırada bizde misafir olan Alman bir arkadaşımın aracılığı ile bunu raporlaştırdık. Berlin’de Tageszeitung’da DAL grubunun krokileri ile birlikte bu ilk tanıklığın yayımlanmasını sağladık. Uzun bir zaman geçmesine karşın Mamak Cezaevi uygulamaları ile ilgili bir tanıklık çıkmamıştı. Ayşe’nin ölümünden kısa bir süre önce, Hollanda’ya gitmek üzere olan Pamuk Yıldız diye eski bir Mamak sakininin tanıklıkları gelince heyecanlandım. “Nihayet” dedim.  Bunu Ayşe Nur’a yayımlamak istediğimi söyleyince, “Niye yapıyorsun bunu, onlar bizi sevmez” dedi. Ah, Ayşe, haklı çıktın ne yazık ki! Yeni öğrendim bunu, çocuklar bana söylememiş üzülmeyeyim diye. Savunmamı Eren Keskin’in yaptığı, Mamak kitabından dolayı T.C. adaleti beni mahkum etmiş. Sadece teşekkürler!

(*) Belge Yayınları, Diyarbakır toplama kampındaki uygulamalara ilişkin üç önemli tanıklık yayınladı: Mehti Zana, Vahşetin Günlüğü/Diyarbakır Zindanları, 1993; Sevgili Leyla/Uzun bir Sürgündü O Gece, 1995; Ali Ekber Gürsöz, Diyarbakır Gecesi, 2011. Önemli bir Metris tanıklığı ise: Memik Horuz, İtirafçı/12 Eylül Metris’ten Gerçek Bir Tanıklık, Belge Y. 2009.

(**) Parti-Cephe davası bilinir de, İşçi Kesimi davası pek bilinmez. Sağ olsun, Emin Karaca, iddianamesi ile birlikte bunu kitaplaştırma önerimi kabul etti.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa