08 Aralık 2018 00:12

Ve kentler yürümeye başladı…

Ve kentler yürümeye başladı…

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İngiliz Yazar Philip Reeve’in distopik bir gelecek inşa ettiği dört kitaptan oluşan “Yürüyen Kentler” serisi dünya çapında büyük ilgi görmüştü. Seriye de adını veren “Yürüyen Kentler”, 2002 yılında yayımlandı, gördüğü ilginin ardından ikinci, üçüncü ve dördüncü kitaplar gelmişti.

Böylesi bir hikayenin Hollywood’un ilgisini çekmemesi beklenemezdi hiç kuşkusuz. Soru kimin ilgisini çekeceği ve ortaya nasıl bir film çıkacağında düğümleniyordu. İlk aşama serinin hayranları ve sinemaseverler için sorunsuz atlatıldı. Zira filmle “Yüzüklerin Efendisi”ni ustalıkla sinemaya uyarlayan Peter Jackson’un ilgilendiği haberleri geldi. Her ne kadar Jackson yönetmen koltuğunda oturmayıp senaryo ve yapım süreçlerine dahil olsa da kuşkusuz onun imzasının filmde kendisini belli edeceği öngörülüyordu ki, öyle de olmuş.

Bu hafta “Ölümcül Makineler” (Mortal Engines) adıyla gösterime giren film ilk kitaba sadık kalıyor. Peter Jackson’la “Yüzüklerin Efendisi” ve “Hobbit” serilerinin görsel efektlerini yapan, 2006’da bu dalda “King Kong” filmi ile Oscar ödülü kazanan, daha önce bir kısa film ve birçok ismin yer aldığı ortak bir yapımda yönetmenlik deneyimi olan Christian Rivers’in bu koltuğa oturtulması biraz kafaları karıştırmıştı hiç kuşku yok ki. Ama arkasında Peter Jackson’un olması güven veriyordu. Nihayetinde ne kadarı Rivers’ın ne kadarı Jackson’un mahareti bilinmez ama ortaya hem hikaye olarak hem de alt metinleri güçlü bir film çıkmış.

Uzak bir gelecekte dünya sadece 60 dakika süren bir savaşın ardından büyük bir yıkım yaşamıştır. Kıtaların formu değişmiş, yerleşik hayat büyük yara almıştır. Bu yeni dünyada kentler besin ve yiyecek kaynaklarına ulaşabilmek için hareket halinde olmak zorundadır. Büyük kentler, küçük kentleri avlayarak ve onların halkını kendilerine ucuz işçi olarak katarak hayatta kalmaya devam etmektedir. Londra şehri, İngiltere’yi terk edip Avrupa topraklarına ayak basınca işler değişir. Hem bürokratik yönetimi hem de güç hırsı gözlerini bürümüş ‘bilim adamları’ sayesinde bitmek bilmez bir iştahla sürekli avlanmak zorunda olan bu kentin nihai olarak varmak istediği yer ise kendisini büyük bir duvarın ardında güvenceye almış, gezgin kent olmayı reddederek yerleşik medeniyeti yeniden inşa eden doğu kentleridir.

Bu genel çerçeve içinde, geçmişten taşıdığı öfkesi ve yaralı yüzüyle Hester Shaw, küçük kasabalarını yutan Londra’ya geldikten sonra kentin yöneticilerinden Thaddeus Valentine’i öldürmeye kalkar. Ona müdahale eden Londra Ulusal Müzesi’nde görevli Tom Natsworthy ile yolları ilk kez burada kesişecektir. Bir şekilde Londra’nın dışına atılan ikili, aralarındaki sorunları çözdükten sonra bir yandan Hester Shaw’ın intikamını almak, diğer yandan doğuya yönelik yağmayı durdurmak için iş birliği yaparlar. Tabii bu tür distopik her evrende olduğu gibi yeniden kurulan yerleşik sisteme direnen, hiç kimseye ait olmayan ‘bağımsız ruh’ ihtiyacını karşılayan Anna Fang’in yardımları sayesinde.

“Ölümcül Makineler”, uzak gelecek fonunda, uzak geçmişten esinlendiği bir hikaye anlatıyor asıl olarak. ‘Güneş batmayan ülke’ Britanya İmparatorluğu’nun Asya ülkelerine yönelik emperyalist dönemlerinden aldığı ilhamı, bilimsel gelişmelerin yarattığı kibri, Darwinizm ve aydınlanma ile harmanlayarak distopik bir evrenin içine yerleştiriyor. Bu alt yapının üzerine dolaysız bir şekilde diğer kentlerin insan ve doğal kaynaklarının yağmalandığı bir politik motivasyon da inşa ediyor. Üstelik bu durumu yalnızca Londra kendi yöneticilerinin kişisel hırslarıyla değil, üst sınıfın her türden yağmaya karşı gösterdiği büyük coşkuyla da destekliyor. Her ne kadar başkarakter olarak iki genç seçilmiş olsa da onları yetişkin bir evrenin içine ustaca oturtmayı da başarıyor.

Türün birçok filminde olduğu gibi burada da benzer hikayelerle akrabalıklar görmek mümkün. Başta “Mad Max” olmak üzere, “Yıldız Savaşları”nın, takıntılı bağlılığı ve görev sadakatiyle dikkat çeken yarı makine Shrike’in varlığı ile “Terminatör” gölgesini filmde görmek mümkün.

En nihayetinde geçmiş ve geleceğe dair hikayeler anlatan yapımlar mutlaka bugüne dair de bir şeyler söyler. Ve çoğu zaman bugünü anlatmak için metaforlar yaratırlar. Peki, “Ölümcül Makineler” bugün için neler söylüyor? Kuşkusuz Batı merkezli yayılmacılığın yarattığı yıkıcılık ilk akla gelen. Aynı şekilde silahlanma yarışının olası sonuçları üzerine düşünmemizi istiyor. Bir de sınıf meselesi var. Film, bir kapitalist başkentin artık yola düşüp Asya’nın içlerine kadar gidebilecek kadar motorize olsa da sınıf ayrımının devam ettiğini hissettiriyor. Bevis Pod, karakteri üzerinden alt sınıfların da hikayeye dahil olacağını bir an için umsak bile bu mümkün olmuyor.

Toparlarsak, “Ölümcül Makineler” hem seyirlik olarak hem de alt metniyle bu türde “Açlık Oyunları”ndan bu yana yapılmış en iyi iş olarak dikkat çekiyor.

Meraklısına not: “Yürüyen Kentler” serisinin dört kitabı da yakın dönemde On8 Kitap tarafından Türkçede yayımlandı.

ÖLÜMCÜL MAKİNELER

ORİJİNAL ADI: Mortal Engines
YÖNETMEN: Christian Rivers
OYUNCULAR: Hera Hilmar, Hugo Weaving, Robert Sheehan, Jihae Ronan Raftery, Leila George, Patrick Malahide, Stephen Lang
YAPIM: 2018 ABD
SÜRE: 128 dk.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...