16 Kasım 2018 00:30

Tersine beyin göçü projesi

Tersine beyin göçü projesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde hükümet tersine beyin göçünü sağlamaya dönük bir teşvik programı açıkladı. Programa bakıldığında Türkiye’de araştırmalarını sürdürecek bilim adamlarına Türkiye koşullarında cazip sayılabilecek maddi olanaklar sağlandığı görülüyor. Burada hiç bu maddi koşulların ve teşvik süresinin ne denli yeterli olduğu tartışmasına, Batı ülkeleriyle karşılaştırmalara vs. girişmeyeceğim . Zira yaşanan beyin göçünün nedenini sadece maddi koşullarda aradığımız takdirde işin içinden çıkmak mümkün değil.

Öncelikli olarak somut bir tespitle tartışmaya başlamak gerekiyor. Beyin göçü bizim gibi ülkelerin bir gerçeği. Teknolojik yetersizliklerin ön plana çıktığı doğa bilimleri başta olmak üzere bilimin pek çok alanında gelişmiş Batı ülkelerine bir yönelim var. Burada çok da garipsenecek bir durum yok. Nasıl yurt içinde yetişen başarılı futbolcular yurtdışında prestijli liglerde oynamayı hedefliyorsa başarılı akademisyenler de çalışmalarını daha geniş olanaklarla sürdürebilmek, daha üst seviyelere taşıyabilmek, seslerini daha geniş kitlelere duyurabilmek amacıyla daha prestijli kurumlara yöneliyorlar. Bu geçmişten beri böyle.

Ama bugün geldiğimiz noktada farklı bir durum var. TÜİK’in yayınladığı Uluslararası Göç Raporu’na göre 2017 yılı içerisine yurt dışına göç edenlerin sayısında bir önceki yıla göre yüzde 42.5 oranında bir artış yaşanmış. İstatistikler göç edenlerin eğitim seviyesine dair bir bilgi vermemekle birlikte, uzmanlar tarafından yüksek öğrenim görmüş gençlerin ağırlıklı yer tuttuğunun altı çiziliyor. Bu dönem zarfında gerek ülke genelinde gerekse de akademi özelinde reel ücretlerde böylesi büyük bir göçü tetikleyecek bir gelişme yaşanmadığına göre meseleyi başka yerlerde aramakta fayda var.

Gerçek şu ki, siyasi iktidar uzunca bir süredir akademide siyasi hegemonyasını halen tesis edememiş olmaktan huzursuz olduğunu her fırsatta ifade etmekte, ülkenin prestijli üniversitelerini sıkça hedef tahtasına koymaktaydı. Önce barış imzaları sonrasında ise yaşanan darbe girişimi akademinin iktidarın siyasi tercihleri çerçevesinde dönüşümü için büyük fırsat yarattı. Bu zamana değin iktidar eliyle üniversitelere doluşturulan cemaat mensuplarının yanı sıra adı geçen oluşumla hayatında yan yana gelmemiş pek çok muhalif akademisyenin işlerine son verildi. Başta barış akademisyenleri olmak üzere kalanların doçentlik sınavlarına giriş hakları ellerinden alındı, atamaları durduruldu, jürilerden el çektirildi.  İşe alımlardan siyasi kimlik ve referans öncelikli kriter haline geldi. Yaratılan korku ortamı bu zamana değin herhangi bir konuda siyasi tavır almaktan geri durmuş pek çok akademisyenin dahi yurt dışında gelecek arayışına girmesine neden oldu.

İşe alımlarda ve yükseltmelerde liyakat kriterini terk ettiğinizde yapılan işin niteliği düşecektir. Bu temel bir kural ve akademi de buna istisna oluşturmuyor.  Ne var ki, Türkiye akademisi örneğinde siyasi ayrımcılığın bilançosunu ağırlaştıran başka etmenler de devreye giriyor.  Hemen tüm araştırmalardan görüyoruz ki, eğitim seviyesi arttıkça AKP’ye oy verme oranı keskin bir şekilde düşüyor. Örneğin 2014 yılında KONDA tarafından yapılan araştırmada AKP’nin genel oy oranı yüzde 42 olarak görünürken, bu oran yüksek lisans doktora sahibi olanlar arasında yüzde 12’lere geriliyor. Uçurum aradan geçen zaman içerisinde kapanmadığı gibi günden güne açılıyor. Zamanında  “okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor” diyerek cehalet güzellemesi yapan rektör yardımcısının feveranı da aynı sebepten dolayı yersiz değil. AKP’nin siyasi öncelikleri eğitim seviyesi yüksek toplum kesimlerinin arayış ve özlemleriyle örtüşmüyor.

Ülke geneli açısından problem yok. Eğitimli kesimle girişilen kavga ve bu kesime dönük aşağılayıcı söylemler çoğu zaman halkın genelinde de destek buluyor. Ne var ki, sıra akademide kadrolaşmaya geldiğinde işler sarpa sarıyor. Zira siyasi aidiyet üzerinden alım yaptıkça oldukça dar bir havuz içerisinden kadro devşirme çabası içerisine giriyorsunuz. Kaldı ki, bu havuzdaki donanımlı bireyler siyasi bağlantıları nedeniyle maddi açıdan çok daha cazip iş olanaklarına da sahipler. Hal böyle olunca akademide nitelik hızla düşüyor, üniversitelerin altı boşalıyor.

Mevcut koşullar altında ülkede ifade özgürlüğünü geliştirmeden, akademiyi siyasetin boyunduruğundan kurtarıp toplumun tüm kesimlerine açmadan beyin göçünün tersine çevrilmesi mümkün görünmüyor. İktidar da bunu bilmiyor değil. Ne var ki, öncelikleriyle akademinin öncelikleri örtüşmüyor. Hepsi bu kadar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...