15 Kasım 2018 00:10

Baba beni bırakma!

Baba beni bırakma!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

I.

Ambulansın sürücüsüyle konuşuyor adam. Genç kız, babasını göremiyor. Telaşla ve korkuyla babasına sesleniyor: “Neredesin baba? Beni oraya götürmeyin!” diye bağırıyor. “Ora” dediği akıl hastanesi. Annesi bir şey olmayacağına inandırmaya çalışıyor. Çocuk, inanacak gibi değil. Daha önce “ora”ya gittiği anlaşılıyor. Uyuşturucunun etkisi geçmiş değil. Eğiliyor kalkıyor, babasını arıyor. Gelip geçenlere soruyor. Sokak, meraklılarla dolu ve kayıtsızlarla... Fal bakanlar, çene yarıştıranlar, görmeden geçenler...

Koca bir hastaneye dönmüş bir ülkede bir genç kız çırpındıkça çırpınıyor. Kimin öksesine düşmüşse çırpınıp duruyor işte! Uyuşturucu baronları, torbacılar, façacılar, kesik parmakçılar, otçular, hapçılar... Yazık oluyor gençlere. Genç kız, “Baba neredesin? Beni bırakma!” diye bağırıyor yeniden. Kız, yirmili yaşlarda... Bir lotüs çiçeği gibi açılıp örtülüyor yüzü. Sokak akıp geçiyor gözlerinden.

II.

Cenaze arabasının sürücüsüyle konuşuyor adam. Küçük kız, babasını göremiyor. “Baba neredesin? Ağabeyimi götürüyorlar.” diyerek babasını arıyor. Arabada üstü bayrakla sıvanmış bir tabut.... Arabanın  yanında bir kadın... “Oğlum, üşür orada!” diye bağırıyor.. “Ora” dediği, “şehitler mezarlığı.” Küçük kız, “ben de ağabeyimle gideceğim.” diye ağlıyor. “Beraber döneriz.”  “Ora”ya  gidilip de dönülmeyeceğini biliyor bebecik. “Vatan sağolsun!” diyor baba. “Oğlumu nereye götürüyorsunuz?” diye bağırıyor anne. Babasının eline sarılıyor çocuk. “Baba neredesin? Elimi tut, beni bırakma!” diye bağırıyor.

Koca bir mezarlığa dönmüş bir  ülkede bir çocuk çırpındıkça çırpınıyor. Acıyı erken yaşta öğrenmiş, çırpınıp duruyor işte! Silah tacirleri, kan yarasaları, boşboğaz iktidar erbapları, mezar kazıcıları... Cennet parselcileri... Yazık oluyor gençlere. Mühimmat patlamaları, mayın tarlaları, eğitim zayiatı ve kardeşi kardeşe kırdıran savaş baronları...  Annenin gözleri iki gemi iskeleti, babanın gözleri Ortadoğu’da kanlı bir nehir...

III.

Hafriyat arabasının sürücüsüyle konuşuyor adam. İskeleden düşen kalıpçı, babasını göremiyor. Babası, aynı inşaatta ustabaşı. “Baba neredesin? İçimde kan yürüyor.” diye inliyor genç işçi. Başı çenesinden alnına dek yarılmış. İskelenin dibi kan gölü. Ambulans yok, doktor yok. Hafriyat arabası  götürecek işçiyi hastaneye. İşçiler, yaralı kalıpçıyı toplayıp kamyona bindiriyor. Babasını görüyor çocuğu. Tarak tutmaz bıyıkları kan içinde, çiçek açmış gamzeleri kan içinde. Darmadağın kafatası kan içinde. “Baba, beni bırakma! ” diye bağırıyor çocuk son soluğuyla. “Ora”da yığılıp kalıyor. Ölüm, bir kuyu kapağı gibi örtülüyor iri gözlerine.

Koca, kanlı bir şantiyeye dönmüş bir ülkede bir çocuk öldükçe ölüyor. Çocuklar ölüyor, öldükçe ölüyor işte! Çocuk gelinler, çocuk işçiler, çocuk mahkumlar... Kalıpçı işçinin babası da yığılıp kalıyor oğlunun üstüne. Yüreği kaldıramıyor oğlunun gidişini. Bırakmıyor oğlunu. Ölüm tutuyor ikisinin de elinden. Halkın kutsalına söven müteahhitler, para babaları, erk yalakaları, ihale baronları, ölüm tüccarları... İşçiler, ustabaşıyla kalıpçı oğulu alıp götürüyorlar tekerlekleri çamura batmış hafriyat kamyonuyla.

IV.

Polis arabasının kaportasına dirseğini  vermiş polisle konuşuyor adam. Kıyıyı dövüyor lodos dalgaları. Denizle tarlaların arası göz alabildiğine bataklık... Batan tekneden kıyıya vurmuş mülteci cesetlerinin üstlerini örtüyor kazadan kurtulanlardan biri. İki kaya arasına uyur gibi uzanmış ölü mülteci çocuğun babası. Bir çocuğu kurtuluyor, bir çocuğunu denize veriyor. Küçük oğul, eteklerine yapışıyor, “Baba, beni bırakma!” diye bağırıyor. Ölenler yalnızca birer sayı. On erkek, beş kadın, üç çocuk... İkisi ölü çocukların. Deniz kabardıkça kabarıyor.

Koca bir bataklığa dönmüş bir ülkede mülteciler boğuldukça boğuluyor. Ruhumuz boğuluyor, vicdanımız boğuluyor, sözcüklerimiz boğuluyor. Dilsizleşiyor günden güne...

Gerdek odasında öldürülen kınası kurumamış gelin... Sokakta boğazlanan genç anne... Gecede bıçaklanan genç kız... Üç otuz kuruşa satılıp el evinde kurşunlanan çocuk gelin... Sübyan koğuşunda gardiyanın tecavüzüne uğrayan yetim... Dayısının, amcasının taciziyle gövdesi, ruhu örselenen kız çocuğu...

Gençler bağırıyorlar canhıraş. Haykırıyorlar durmadan:
“Baba, elimi bırakma! Bu ülke boğuyor beni!”  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...