10 Kasım 2018 23:37

Bitmeyen kavganın bizdeki 11 yıllık davası

Bitmeyen kavganın bizdeki 11 yıllık davası

Fotoğraf: Envato

Paylaş

16 Ekim 1901, başkanın günlük planı basına geçildiğinde Amerika Birleşik Devletleri’nde yer yerinden oynamıştı.

Tuskegee Üniversitesi kurucusu eğitimci Booker T. Washington, o döneme kadar ‘Executive Mansion’ olarak anılan, yeni adı ile “White House”da ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in akşam yemeğinde davetlisi olmuştu.

Bu akşam yemeğine gösterilen tepkilerin sebebi Booker’ın siyahi oluşuydu.

İlk kez bir siyah, başkanlık sarayında hem de akşam yemeğinde ağırlanıyor, üstelik first lady de bu yemeğe eşlik ediyordu.

Kriz tam yönetilemedi. Bunun, bir öğlen atıştırması olduğunun ya da ‘first lady’nin şöyle bir selamlayıp yemeğe katılmadığının duyurulması gibi anlamsız ve talihsiz açıklamalar da yapıldı.

Booker T. Washington, o dönem arkadaşı Roosevelt’i daha zor durumda bırakmamak için sessiz kalmayı tercih etti. Ancak bir gazeteye verdiği röportajında “bir gün başkanlık konutunda bir siyah oturacak” dediği biliniyordu.

ABD başkanlık konutunda bundan tam 107 yıl sonra siyahi bir başkan siyahi eşi ve çocuklarıyla akşam yemeğinde beyazları ağırlamaya başladı.

Ancak tam bir kazanım olmadı. 2013’te Afroamerikan siyahi genç Trayvon Martin, polis tarafından elindeki çikolata poşeti ve kapüşonlu montu sebebiyle şüpheli görülüp kalbinden vurulmuştu. Martin’i vuran 29 yaşındaki Zimmerman’ın beraati ile tetiklenen dalga, Ferguson’da 18 yaşındaki Micheal Brown’ın yine polis tarafından öldürülmesi ile geniş çaplı bir isyan halini aldı. Elindeki kitabın ‘silah sanılması’ gerekçesiyle öldürülen Keith Lamont Scott, trafik polisleri tarafından çevrildiği sırada ehliyetini torpidodan almaya yönelen ve ABD polisinin ‘silahını almaya eğildi’ gerekçesiyle öldürdüğü Alton Sterlin...

Sebepsiz yere, kimliği ve rengi yüzünden öldürülenler listesi uzayıp gidiyor.

Yüzlerce yıldır siyahların mücadelesi dinmeden sürüyor. Kendi topraklarının mültecisi bir hayat.

Şimdi gelelim şu deyime, “kendini bir yerin zencisi hissetmek.”

Bilerek siyahi yazmadım, çünkü burada zenci kelimesi gerekiyor.

Potansiyel suçlu muamelesi görmek, ikinci sınıf hissettirilmek, can güvenliğin konusunda asla güvende olmamak, çok bile olsan azınlık, güçlü bile olsan korunmasız hissetmek. İçinde hep bir tedirginlik, dışarıdan hep bir aşağılanma ile yaşamak.

Ve bunların sonucunda keskinleşmek, bilenmek.

Amin Maaulouf, Ölümcül Kimlikler kitabında,

“Çağımızda herkes kendini biraz azınlık, biraz sürgün hissediyor” diyordu.

“Her toplumun içinde olduğu gibi, küresel düzlemde de, ötekilerin arasında yaşayabilmek için hiç kimsenin, utançla dinini ya da rengini ya da dilini ya da ismini ya da kimliğini oluşturan herhangi bir öğeyi saklamak zorunda kalacak derecede kendini hakarete uğramış, alaya alınmış, değer verilmemiş, “umacı gibi gösterilmiş” hissetmemesi gerekirdi.”

Oysa tam da böyle hissediyoruz. Pek çok kimliğimiz var, hangisi daha çok saldırıya uğrarsa o kimliğimize sığınır oluyoruz.

Varaklı salonlar, kırmızı halılı resepsiyonlar, devasa ihaleler, yükselen binalar, pahalı köprülerle kıyaslanınca, yaşam alanımızdaki tüm yasaklar, ayıplamalar, polis aracı görünce yaşanılan tedirginlik, gece gelen telefonlarda ve çalan zillerde yaşanan endişeyle, zaman zaman zencisiyiz bu ülkenin.

Tek farkımız, sarayda akşam yemeğine oturanların birden beyazlaşması.

2007 yılında Beyoğlu Emniyeti’nde gözaltına alınan Festus Okey, karakolda kalbinden vurularak öldürüldü. Nijeryalı bir mülteciydi. Şubat 2007’den beri Yabancılar Şube Müdürlüğü Kumkapı Misafirhanesi’nde gözetim altındaydı.

Okey, sığınma başvurusunda bulunabilmek için yardım talebiyle Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Destek Programı’nı aramış ve HYD girişimi ile misafirhaneden kurtulabilmişti. Cebinde, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından düzenlenmiş kimlik vardı. Cenazesi uzun süre adli tıp morgunda kaldı. Emniyet bu süreçte “ailesi ve sivil toplum kuruluşları sahip çıkmadığı için Festus Okey’i kimsesizler mezarlığına gömeceğiz” beyanında bulundu. Bunun üzerine üzerine Festus Okey’in ailesi, arkadaşları ve STK’lar, Festus Okey’in sahipsiz olmadığını, yapılan otopsiyi kabul etmediklerini, bağımsız gözlemcilerin katıldığı yeni bir otopsi talepleri yerine getirilinceye kadar cenazeyi almayacaklarını açıkladı. Bu basın açıklamasının yapıldığı saatlerde escort araç ve ambulans ile cenazesi havaalanına sevk edilip adeta ülkeden kaçırıldı. Tabutunun üzerinde “Teşekkürler Türkiye” yazıyordu.

Kasten adam öldürmekten polise açılan davada, karakoldaki kameranın bozuk olduğu bildirildi. Kesin atış mesafesinin tespiti için Festus’un gömleği gerekti. Gömlek bulunamadı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından düzenlenmiş kimliği dikkate almayan mahkeme, sanık avukatının Festus Okey’in kimliğinin tespiti için yaptığı başvuruyu dikkate aldı. Nijerya ile kimlik tespiti için süren yazışmalar 4 yılı aştı. Abisinden alınan DNA sonucunu mahkeme yeterli bulmadı. STK’ların davaya müdahil olma talebi “kamuoyunda (...) etkili, bağımsız ve tarafsız bir yargılama yürütülemediğine ilişkin inancın’ yerleştiği ve bunun ‘adalet ve güvenlik duygusunun tahrip olmasına’ yol açtığı” sebebi ile reddedildi. Bu süreçte Festus Okey davası hakkında yazan 121 kişiye aynı sebeple dava açıldı.

Festus Okey’in ölümünün 11. yılında, 12 Aralık’ta Çağlayan’da duruşması var. Festus’u vuran polis memuruna 2009 yılında silahı iade edildi.

Bazı olaylar ve isimler simgedir.

Otobüste beyazlara yer vermeyi reddederek hapse girmeyi göze alan ve siyahilerin eşit haklar mücadelesinin simgesi olan Rosa Parks gibi,

Pride haftasında tüm kameraların kayda aldığı, yakılarak öldürülen trans Hande Kader’in 22 yaşındaki güzel yüzü gibi,

Suruç’ta ölen Polen’in kocaman gülüşü, Ankara Katliamı’nda ölen Veysel’in boncuk gözleri gibi,

Ermenek’te maden faciasında ölen Tezcan Gökçe’nin “Oğlum yüzme bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” diyen annesinin kınalı saçları gibi,

Çorlu tren kazasında ölen Sena Köse’den hatıra kalan türkü söyleyen sesi gibi,

Arda Sel’in Galatasaray, Ali İsmail Korkmaz’ın Fenerbahçe forması gibi,

Gözaltında ölen, hainler mezarlığına gömülmek istenen öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun, ölümünden 1,5 yıl sonra evine ulaşan mesleğe iade kağıdı gibi.

Bu simgeler beynimizde kazınır ve karşılığında bu ölümlerin failleri kısmı boşlukta kalır.

İçimiz soğumaz, köz için için yanmaya devam eder. Kimliklerimiz, nereden darbe alırsa oradan savunmaya geçer.

Festus Okey davası, simgedir.

Biz onun nezdinde, bu ülkenin mültecisiyiz, siyahisiyiz.

Tüm kimliklerimizle eşit ve adil bir yaşam için, 11 yıl da geçse, bu kaleyi terk etmemeliyiz.

Göçmen Dayanışma Ağı’nın çağrısını iletmek boynumun borcudur:

12 Aralık’ta Festus’un sesi olmak ve yeniden haykırmak için Çağlayan Adliyesi’nde olacaklar. Mümkünse gidin.

Pazarınıza Ray Charles, James Brown, Bob Marley’ler eşlik etsin, belki biraz da Kendrick Lamar’dan Alright çalarsınız.

Merak edenler için: Deborah Davis’in Guest of Honor kitabında Roosevelt ve Booker yemeğinin hikayesini okuyabilirsiniz.

Not: 17 Kasım Cumartesi saat 15.45’te Tüyap Kitap Fuarı Kalamış Salonu’nda, çok değerli iki kadın yazar: Onur Bütün ve Esra Kahraman ile “Kadın Yazısı” konuşacağız, söyleşeceğiz. Derdimiz boyu geçiyor ama yine de neşemizden sual olunmuyor haldeyiz, dirençliyiz.

Gelebilirseniz görüşür, hep birlikte söyleşiriz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa