09 Kasım 2018 00:30

'Ah keşke...'

'Ah keşke...'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir ülke bir iç savaşa nasıl yuvarlanır? İyi-kötü sosyal-toplumsal ilişkileri olan insanlar birbirlerini katledecek noktaya nasıl gelir? Bir ülke içinde yaşayan yüz binlerce, milyonlarca insanla birlikte kanlı bir savaşa koşarken tarafları durdurmak neden mümkün olmaz? Bir iç savaşı birkaç küçük provokasyonla tetiklemek ve kısa sürede alevlenmesini sağlamak mümkünken engellemek neden çok zordur? Elbette ülke içinde uzun yıllardır kapanmamış açık yaralar, bam telleri, tetiklenmeye müsait uygun zemin gibi birçok faktör konuşulabilir. Ancak bir insanı yan komşusunu, birkaç km ötedeki köyde yaşayan en azından yüz aşinası olunan insanları katletmesini sağlayacak kadar derin çatlaklar nasıl oluşur?

Lübnanlılar 1975 yılında başlayan ve 15 yıla yayılan bir iç savaş yaşadılar. Resmi rakamlara göre 300 bine yakın insan hayatını kaybetti. Birkaç milyon nüfusu olan Lübnan’dan 1 milyondan fazla insan başka ülkelere göç etti. Günümüzde Lübnan da Lübnanlılar da iç savaşın görünen ve görünmeyen izlerini taşıyorlar. Beyrut’ta savaştan kalma delik deşik binalar, iç savaşın en ağır faturalarından biri olan mezhep ve din temelli idari sistem, dikenli teller kaldırılmış olsa da bölünmüş mahalleler...

Bir de görünmeyen izler var; mesela, iç savaş döneminde kaybolan yakınlarını arayanlar, toplu mezar arayışları, çok derinlere sinmiş olan korku...

İç savaşa dair ulusal çapta bir yüzleşme sağlayacak derli toplu çalışmalar henüz yapılmış değil. Her grup kendi gözünden kendi tarihini anlatıyor çocuklarına. Yakın dönemde böylesi bir yüzleşmenin gerçekleşmesi de pek olası değil. Sonuçta iç savaşta aktif olan her bir grup günümüz Lübnan siyasetinin bilinen ve etkili ortaklarından. En azından eskinin milisleri günümüzün siyasileri ve halk eski çatlakları gün yüzüne çıkarıp bir kez daha tetiklememek adına iç savaşa dair konuşurken oldukça dikkatli. Ancak aynı zamanda iç savaş dönemi yeni bir denge sistemi yaratmış ve günümüzün siyasetçileri ne kendi geçmişleri ile yüzleşmeye ne de savaş sonrası dönemde elde ettiklerinden feragat etmeye niyetli...

15 yıl süren ve toplumsal yapıyı, ülkeyi, tek tek insanları doğrudan etkileyen bir savaştan ulu orta bahsedilmemesi, tarafların ekranlara çıkıp birbirlerini suçlamaması, iç savaş döneminin görünen-görünmeyen bütün izleri hala mevcutken o dönemi gömmek mümkün mü?

Görünen o ki, mümkün değil. İç savaş sonrası dönemde oluşan yeni güç ve sermaye merkezlerinin beslendikleri bölünmüş toplumsal yapıyı sürdürme çabalarından bahsetmiyorum. Bizzat insanların zihninde hala iç savaş dönemi anıları, acıları, korkuları tazeyken iç savaşın konuşulmaması yeni savaşların önüne geçebilecek bir yöntem olabilir mi? Konuşulmaya başlanırsa ne olur? Nihayetinde 15 yıla yayılan savaş döneminin dokunmadığı, bir yakının canını almadan es geçtiği, hayatını ve hatta psikolojisini, dünyaya bakışını etkilemediği tek bir insan bile yok Lübnan’da. İnsanlar o dönemi konuşmaya başlarlarsa “biz neden savaştık?” sorusundan başlayıp iç savaşa giden süreçte kendilerinin paylarını mı anlamaya çalışırlar? Yoksa doğrudan iç savaş döneminden mi başlanır? Soru çok ve bir kısmı da ne yazık ki cevabı olmayan sorulardan...

Birkaç gün önce Beyrut’ta çok ilginç bir tiyatro oyunu izledim. Aslında tam olarak bir oyun değildi, sergilendiği yer de bir tiyatro salonu değildi.

Beyrut’un geleneksel mimarisinin son temsilcilerinden eski binalardan birinin dördüncü katında muhtemelen tek odalı teras olarak kullanılan daire tiyatro salonuna dönüştürülmüş.

4 oyuncu, iki müzisyen ve bir de sunucudan ibaret oyun. Her oyunda yolsuzluktan tecavüze insanların doğrudan mağdur olduğu-etkilendiği bir konu seçiliyormuş. İzleyiciler travma olarak gördükleri tecrübelerini anlatıyorlar, sahnedeki 4 oyuncu da izleyicinin anlattığını birkaç dakikalık performansla canlandırıyor. Son oyunun konusu ise savaştı. İzleyicilerin tamamı en az bir savaş görmüş ve en azından yarısı Lübnan iç savaşını yaşamıştı. İç savaş ve 2006 yılında İsrail saldırısı ile başlayan ve Temmuz savaşı olarak adlandırılan dönemlere dair akıllarında kalanları, bir türlü unutamadıkları tecrübelerini anlattı insanlar. Anlatış biçimlerinden, yarım kalan cümlelerden, kontrolden çıkan mimiklerden ve ellerden ve tabi ki kızaran gözlerden o anları tekrar tekrar yaşadıklarını anlamak güç değil.

Oyunu hazırlayanlar ve gerçekleştirenler etkinliğin bir çeşit “iyileşme veya grup terapisi” etkisini yapabileceğini söylüyor. Bir süre önce karşı cephelerde olan insanların aslında benzer şeyleri yaşadıklarını anlamaları belki savaşa ve savaşa giden sürece bakış açılarını etkiliyordur.

Oyunun destekleyicisi ise iç savaş döneminin milislerinin oluşturduğu ve günümüzde barışın kıymetini anlatmak için biraraya gelip etkinlikler gerçekleştiren bir oluşum. Oyun öncesi ve sonrası toplanan, kendi aralarında şakalaşan eskinin düşman milislerinden biri “Bir dönem birbirimizi öldürüyorduk. Şimdi çocuklarımıza bizim yaptığımız hataları yapmamalarını anlatmaya çalışıyoruz” dedi. Kendilerinin biraraya gelişi de çok kolay olmamış sonuçta. Savaş bittikten sonra oluşturulan diyalog gruplarında tanışmışlar birçoğu. Birbirlerine benzediklerini, aynı şeyleri yaşadıklarını anlamışlar.

“İç savaş başlamadan hemen önce biraraya gelseydiniz ne olurdu?”

“Ahh keşke öyle yapmış olsaydık.”

Yazının başında “bir ülke bir iç savaşa nasıl yuvarlanır?” diye sormuştuk. Belki bir soru daha eklemek gerekir; savaş sonlarında devreye giren diyalog grupları, uzlaşma girişimleri, barışçıl aktivistler neden savaş çanları çalmaya başladığında görünür olamazlar? Oyun çıkışında konuştuğum milislerden birinin söylediği gibi, “O zaman bana şimdi benim durumumda olan yani savaşı bilen eski bir milis gelseydi ve benim bugün insanlara, gençlere anlattığımı anlatsaydı ben de dinlemezdim. Neden bilmiyorum.”

Bir savaşa taraf olmak çok kolay gerçekten. Hele de iç savaşlara... Bir savaşı kutsamak, onlarca haklı gerekçe sıralamak, ölenleri şehit-kalanları gazi, savaşanları kahraman ilan etmek... Sonrası? Cevapsız binlerce soru, iç muhasebeler, bir türlü iyileşemeyen-normalleşemeyen insanlar ve toplumlar ve yine binlerce keşke...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...