04 Kasım 2018 01:45

Toplumun ahlakı: Hırsızın hiç mi suçu yok?

Toplumun ahlakı: Hırsızın hiç mi suçu yok?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bundan belki 20-25 sene önceydi, babam eve hiç görmediğim kadar harap ve sinirli geldi. Bir iş arkadaşını kaybetmiş. Bütün mesai arkadaşlarıyla cenazeye gitmişler.

Cenaze namazı için de hep birlikte abdest almışlar. O sırada ceketini kenara asmış. Camiden çıktıklarında fark etmiş ki bir zarfla ceketin iç cebine koyduğu maaşı artık yok. 

İnsanlar, “Oraya ceket bırakılır mı? Maaş, ceketin cebine koyulur mu? Camiye neden cebinde maaşla gidiyorsun, sende akıl yok mu? Belki de düşürmüşsündür, yollara baktın mı? Belki iş yerinden tanıdık biri almıştır, bu duyulursa öyle anlaşılmaz mı? Birini ima ediyorsun sanılırsa çok ayıp olmaz mı? İşyeri itibarına zarar gelmez mi? Camide çaldırdım deme ortalıkta, Allah'ın evidir günah olur, saygısızlık olur” demişler de demişler.

Bir ay maaş alamayınca onun zararını altı ayda zor topluyorsun. İki çocukla o ay nasıl geçecek onu mu düşünsün, haklıyken habire haksız çıkarılmaya çalışılmasına mı kızsın, insanların asla onun ne hissettiğine, paniğine empati yapmayıp sürekli onu suçlamasına mı bozulsun?

“Hırsızın hiç mi suçu yok kardeşim!” diye patladı sonunda.

Bu ülkede, şiddet ve taciz karşısında kadının ne hissettiğini anlatabilmek için verdim örneği. Haklıyken daha ne kadar haklı, mağdurken daha ne kadar mağdur olabileceğimize ve bu koşullar altında bile nasıl sorgu ışığını tepemizde bulduğumuza şaşarak büyüyüp, yaşlanıp, ölüyoruz, üstelik bir ömür özgürleşmek için emek verip dil döküp yine kızlarımıza da aynı makus talihi devrederek.

Tacize uğrayanın adalet arayışında öncelikle tacizi anlatmak gerekiyor. Cinsellikle ilgili her şey gibi bu topraklarda bunu kelimelere dökmek de zor. Sonrasında başka cümleler geliyor, gizli sorular başlıyor. “Peki öncesinde diyalogunuz nasıldı?” yani “Adam, aranızda bir ilişki olduğunu düşünüyor olmasın?” “Ne giymiştin ki?” yani “Tahrik edici bir görünümün mü vardı?”

“Hiç öyle de bir insan değildir aslında?” yani “Adam yapmazdı böyle şeyler, sorun sende olabilir mi?”

Şiddet konusunda da aynı imalı sorular geçerli. Oysa konu tartışmaya kapalıdır ahlaken. Kimseye orantısız güç uygulayamazsınız. Şiddet iki hemcins arasında da korkunç bir şeydir. Fiziksel olarak orantısız bir durumdaysanız da zalimliktir.

Taciz ve şiddet; kadının sıfatı, toplumsal rolü, geliri, eğitimi ile değişmiyor. Bu ülkede başına geleni anlatabilmek için güçlü kadın olmak gerekiyor. Bu sorgu ışığı altında ifade verebilecek kadar hayatta tecrübelenmiş, yaralarını kendi iyileştirmeyi başarmış, kaybetmeyi göze almış, savaşçı olmak gerekiyor. Çünkü başına gelenle mücadele etmek kadar insanları neyle mücadele ettiğine ikna etmek vazifesi de sırtına biniyor. Ortada net bir mağduriyet varken “Kim suçlu?” tartışmasının ortasına atılmak yürek istiyor. Avusturyalı gazeteci-yazar Chloe Angyal’ın şu özeti her şeyi açıklıyor: “She was drunk, this rape is her fault.” “He was drunk, this rape isn’t his fault.”

Kadın alkollüydü, tecavüz onun hatası. 

Erkek alkollüydü, tecavüz onun hatası değil. 

Toplumsal ahlak, kadına bakış açısında ana rolü oynuyor. Kadının toplumsal yaşamdaki rolünü de “erkeklik” kelimesinin altını da bu ahlak dolduruyor. Prof. Dr. Nilgün Çelebi, “Ahlak, Etik ve Toplum” üzerine makalesinde ahlaka sosyolojik açıdan bakarken şu üç kavramla ilintilendiriyor: “Özbağışıklığın yadsınması, hakkaniyet ve siyaseten uygunluk.” Buraya bir de not düşmüş: “Siyaseten uygunluk 'takiye' olarak da okunabilir.” Toplumun hakkaniyet damarı zayıfladığında ve takiye meşruluk bayrağını ele aldığında, kaybedenler daha hızlı kaybetmeye başlıyor. 

Burada “etik” kavramı modern dünyada, ahlakın bir alt başlığı olarak kurtarıcı olarak ortaya atılıyor. Modern çağın insanı birey kılması, onu hemcinslerinden sözde özgürleştirmesi bireyi bireyselleştirmek yerine bireycileştirme tehlikesinin de yanında getirmiştir. (Taylor, 1995). Etik, bireyciliğin önüne burada bir ecza olarak çıkıyor. Çünkü etik, gösterdiğimiz ortak tavır ile oluşturabileceğimiz bir koruma duvarı. Birbirimizin yanında durma, birlikte bir kural dayatabilme.

Şimdi bu kavramlar doğrultusunda Ahmet Kural-Sıla tartışmasına dönelim. Tartışmanın aklımın almadığı bir boyutu “ikili ilişki içerisinde yaşanan bir itişme (!) sebebi ile bir oyuncunun kariyerini bitirmek ne kadar doğru?” üzerinden yürüdü.

Geçmiş öğretiler, tecrübeler bize bu coğrafyada tümevarım hakkı tanımalı. Toplumsal ahlakın, yaşadığı şiddeti sorgulayacağını ve kendisine de hata puanı biçeceğini bilerek bir açıklama yapmak cesaret işidir. Bu, kadın için hiçbir zaman tamamen kazanımla sonuçlanan bir süreç olmadı. Kaldı ki şiddetin mağduru için, özeleştiri istenilen her an bile manen yıpratıcıdır. Bunu göze alırken Sıla’nın söylediği şu satırları önemsiyorum: “…Bu ülkede bugüne kadar ne kadar şiddet mağduru kadın varsa, gözlerinin gözlerinize değdiği bir anmış.”

Bu sorguyu göğüsleyebilecek olanın, gözüne değen sessiz gözler için çıkardığı sestir bu suç duyurusu.

Ve toplumsal ahlakın geldiği ve/veya getirildiği nokta, “kadın ve erkek arasında, kapalı kapılar ardındakine biz karışmayalım, ilişkide ufak sürtüşmeler olur, erkektir, elinin kiridir, kadının beyanının esas oluşuyla masumiyet karinesi çelişmemeli” diye bastırsa da etik kavramını beslemek elimizde. Şiddeti ve tacizi normalleştireni hatta buna niyet edeni etik dışı ilan ederek, buna meylin önüne geçmek bir adımdır.

Hukuktan da bağımsız, bu suçu işleyenin ve savunanın manevi olarak bedelini, kullandığı orantısız gücün misliyle, manen ve etik değerler çerçevesinde ödetmek elimizden gelen bir yaptırımdır. 

Bu suçlama ile karşı karşıya kalmak gerçek bir korku halini aldığında, kanun karşısındaki kadar toplum karşısındaki yargılamadan da ürküldüğünde bir kazanım elde etmiş oluruz.

Kadının yanında yer almak isterken, "Anamız, bacımız, yarimiz onlar. Seni de bir ana doğurdu” söylemi ise tamamen yine toplumdaki “erkeklik” kavramını besliyor.

Biz kadınlar, haklı olmak için hiç kimsenin hiçbir şeyi olmak zorunda değiliz.

Bir insana yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisi “acımak”tır. Mağdur hiçbir kadın sizden “acıma” talep etmiyor. Hak-hukuk-adalet talep ediyor.

Bugün aslında, kadının toplumsal rolü sebebiyle bir erkek kadar özgür üretemediğini tartışmak isterdim. Tarih, edebiyat dünyası bile okunabilmek için erkek ismi ile kitap yazan yüzlerce kadınla dolu. Çok geçmişe gitmenize gerek yok. Dünyanın çok satan kitaplarından Harry Potter'ın yaratıcısı J.K. Rowlingdahi, hedef kitlesi genç erkek okurlar kadın olduğunu anlamasın diye yayımcısı Barry Cunningham tarafından ismini bu şekilde kısaltarak kullanmaya sevk edilmişti.

Yeraltı edebiyatında, toplumcu gerçekçi akımda kadın yazar sayısının azlığını hatta ülkede erotik bir hikaye anlatmanın kadın yazar olarak imkansızlığını konuşmak isterdim. Ne yazarsanız yazın karşınıza “çocukların var, baban da okuyacak, insanlar senin hakkında ne düşünürler?” cümleleri çıkıyor. Bunları masaya yatıralım isterdim. Nü çalışan ama altına erkek ismiyle imza atan kadın ressamlardan, erkek mankenle çalıştığını gizlemek zorunda kaldığı için adını kullanamayanlardan bahsedelim isterdim.

Oysa hâlâ kadın erkek eşitliğine giriş dersi 101'deyiz.

İlk anlattığım hırsızlık olayına dönüyorum. Hırsızlık bir suçtur. Şiddet ve taciz de. 

O ceketi oraya asmak sorumsuzluk ve tahrik unsuru sayılamaz, suçlunun ceza indirimine sebep olmaz. Kadın ister alkollüdür, isterse mini eteklidir isterse gülümser ya da sesini yükseltmiş olabilir, konum olarak erkekten daha güçlü görünüyor olabilir, bu tecavüzü, tacizi, şiddeti haklı kılmaz.

Biri oradan eşyamı çalabilir korkusu ve temkini ile yaşamak özgürlük değildir. Kanunen ve ahlaken hırsızlığın önüne geçmek, çaldırmamaya çalışmakla olmaz.

Tacize ve şiddete uğramamaya çalışmak diye bir çaba kadının yükümlülüğü değildir. Kanunen ve ahlaken şiddet ve tacizin önünde durmak gerekir.

Babama hırsızı bulup getirdiler. Adam “Ben buna hobi olarak başladım, bırakamayınca profesyonel oldum. Elimi çaktırmadan ceplere sokabilmek için başparmağımı kesip attım” demiş. Etraftaki sesler teselli etmek istemişler babamı. “Bu adam bunu yapabilmek için parmağını kesmiş, bunun hırsızlığının önüne sen geçemezdin, senin suçun yok” diye.

İyi hırsızlık yapmak için edinilen tecrübe, suçu azaltmaz.

Bir insanın işlediği suçta, sıfatı, titri o kişiyi affa tabi kılmaz.

Çaldırdığından emin olmayan biri, insanların kendisine aptal muamelesi yapacağını bile bile çaldırdım demez. Üzerine yönelecek okları, taciz ve şiddete uğramayan bir kadın haybeye göğüslemez.

Kimsenin itibarını korumak, canı yanan insanın, mağdurun umurunda olmaz. Hak, hukuk, adalet itibardan büyüktür ve önemlidir.

Bir kadının, sessiz bir sokakta gece vakti yürürken, karşıdan gelen bir erkek silüeti gördüğünde yaşadığı tedirginliği, bir kadına karşı bir erkek de hata yapmadığı halde hissedebildiği gün, yani korkularımızda eşitlendiğimizde kazanmış olacağız. Gerçek barış ve gerçek korkusuzluk ancak ondan sonra gelecek.

Bir gün aklımdaki taslakları, “kadın, anne, kız çocuk” sıfatlarından azade yazıp altına rahatça imzamı atabileceğim günlerin hayaliyle özgür ve eşit bir pazar diliyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...