27 Ekim 2018 00:00

Cumhur bölünürse

Cumhur bölünürse

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İki gün sonra ulaşacağımız, bir asra beş yıl kalmış olarak, Cumhuriyet Bayramı kutlamasını ne denli hak ettiğimizi derin düşünmemizin gerektiği kanaatindeyim. İmparatorluklar doğmuş, yaşamış ve ölmüşlerdir. Bu bir kural mıdır ki, ulusların da canlı varlıklar gibi, doğup, büyüyüp, öleceğini olağan kabul edelim. Evet, bu yönde bazı teoriler mevcuttur, kaldı ki, tarih sahnesi de böylesi malzeme ile doludur. Ancak, hiçbir ulus bu görüşü doğrularcasına yaşamını sonlandırmaya yönelik çabaya yönelmez. Tarihte ulus ya da imparatorlukların sonlandığı görülmüştür, ancak hiçbir ulusun ya da imparatorluğun iradi olarak böyle bir sonucu içsel dinamik ve politikalarla oluşturmaya yöneldiği görülmemiştir.

Ulusların akıbetleri, dış güçlerin saldırgan tavırlarından kaynaklanıyor olabileceği gibi, izlenen politikalardan ve amaçtan bağımsız olarak içsel dinamiklerin organik sonucu olarak da yaşanabilir. Bunun en tipik örneğini Hitler’in çılgın politikasının sonucu olarak Alman ulusunun İkinci Paylaşım sonucunda bölünmesi oluşturur. Politikacının hırsı ve kimseyi dinlemeden öne çıkardığı bilimsellikten fevkalade uzak görüşü ulusların sonu olabilir. Tarihin gördüğü iki diktatörün ülkelerini ne hale getirdiği günümüzde almamız gereken önemli bir derstir. Bu iki insan öylesine düşünce ve duygu seline kapılmışlardı ki, 1937 yılının eylül ayında Mussolini Berlin’de yaptığı bir konuşmada yeryüzündeki iki demokratik ülkeden birinin İtalya, diğerinin ise Almanya olduğunu söyleyebilmiştir. Diktatör liderin bu söyleminde samimi olduğunda kuşku duyulmamalıdır, çünkü etrafı dinlemiyor, tek kural koyucunun kendisi olduğunda kuşku taşımıyordu. Bunu biz bugün böyle değerlendiriyoruz. Oysa o konuşma yapılırken halk ellerini patlatırcasına iki diktatörü de alkışlamışlardır. Tarihsel sonuçlar genellikle diktatörlerin değil de halkındır.

Bu basit iddia ve tartışmayı, toplumun idamesi düşüncesi üzerine kurmak istiyorum. Toplumların hayatiyetlerinin korunmasının, devamlı değişen sosyo-ekonomik çevrede gücünkorunarak, devletler camiasında saygın yere yerleşilmesi ile olanaklı olduğunu düşünüyorum. Ancak, bu süreçteki gösterge kesinlikle siyasetçilerin abartılı seçmen mesajları olmayıp, ülkenin genel gidişatının bilimsel ölçütlerle değerlemesi ve dış çevrenin ülkeye bakışıdır. Böylesi değerlemenin göstergesi de ülke yönetiminin savrulması ve dış çevrelerin ülkeyi bazı kararlara itebilme gücüdür.

Görülüyor ki, tezimin tek temel dayanağı ülkenin içe ve dışa yansıma biçimi ile ölçülebilen gücüdür. Ülkenin güçlülüğü ile cumhur yönetimi arasında çok karmaşık ve derin bir ilişki,yönetimin gerçek cumhuriyet olması ile ülke gücü arasında koparılamaz bir bağ vardır. Ülkede vatandaşların farklı siyasi alan tercihleri olabilmekle beraber, politikalarda, özellikle de dışa yansıyan politikalarda birlik olması kendiliğinden oluşan bir süreç olmayıp, vatandaşlar birliğini oluşturucu politikanın sonucudur. Ülke halkını siyasi hırslarla bölmek akılcı bir politika değildir;dışa karşı yansıyan birliktelik görüntüsüne rağmen, yönetimin yaftası cumhuriyet olsa da, dış ve iç güçler bilir ki, bu yafta parçalanmışlığı örtme siyasetidir.

Devletler güçlü kurumları üzerinde yükselir ve beka bulur. Kurumların inşası ise tarihsel ve sosyal süreçlerle uzun dönemde gerçekleşir. Türkiye’de tanık olduğumuz son yönetsel süreç bir değişim değil, dönüşümdür. Yani, öz korunarak ufak değişikliklere gidilmemekte, fakat özde değişikliklerle çok ciddi sonuçlara gebe köklü dönüşüme yönelinmiştir. Siyasetçinin bu sürece sürüklenmesinde hukuk ve danışmanlık yolunu döşeyenlerin tarihin bir aşamasında çok derin vicdan azabı duyacaklarına inanıyorum. Devlet yapısını demokratik yönetim biçiminde uzaklaştırarak, halkın bölünmesi ve birbirini dışlarca cephelenmesine olanak sağlamak, bütünsel görüntünün altında halk gücünün ufalanmasıdır. Oysa siyasete güç veren ve tüm sorunların suhuletle çözülmesini sağlayan güç kişisel otorite değil, halk birliğidir. Birinci Körfez savaşında birleşik halk gücünün parlamentodaki olağanüstü performansının hızını alamayan dönemin siyasetçisini frenlemesi, ulusal haysiyetimizin korunmasının tarihsel yüz akıdır. O nedenle, siyasi kararların lider sultasında değil de, halkına hesap anlayışıyla çalışan parlamenterler sistemde oluşturulduğu, bağımsız hukuk, üniversite ve iletişim sistemlerinin bulunduğu düzene şiddetle ihtiyacımızın olduğunu derinliğine hissedelim. Bu oluşumlar ancak halkın bölünmüşlüğünün önüne geçebilir ve devletimizi güçlü geleceklere taşıyabilir.

Böylesi demokratik sistemlere kavuşacağımız umuduyla Cumhuriyet’i kutluyorum!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa