10 Ekim 2018 00:55

Yerel seçimlere doğru çok taraflı kıskaç

Yerel seçimlere doğru çok taraflı kıskaç

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üç gün önceki, “Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, sandıktan çıkacak olurlarsa, öyle bekleyelim şu olsun bu olsun yok. Anında gereğini yapıp kayyım tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz” sözlerini teknik bir yanıtla karşılamaya çalışmak, geldiğimiz aşama açısından fazlasıyla naif olur.

Yani, YSK tarafından kabul edilerek seçimlere giren ve sandıktan da çıkan kişinin artık belediye başkanı sayılması gerektiğine dair mantıksal itiraz, içinde bulunduğumuz siyasal zeminde tebessümle karşılanabilecek kadar masum kalıyor.

Bu siyaset ile dolaylı ilişki içinde bulunan ve iktidar ilişkilerinin her gün yeniden üretildiği başka alanlar açısından da böyle.

Toplam olarak iktidar ilişkilerinin kurulduğu zeminlerde, muhalefetin siyaset hegemonyasında her gün bir adım daha geriye itilerek, yeni dengenin de oradan kurulduğu bir tablo var karşımızda.

Örneğin Grup Yorum üyelerinin yargılandığı davada Avukat Ömer Kavili’nin, mahkeme başkanına itirazı sonucu yaka paça dışarıya çıkarılarak tutuklanması, gerekçe olarak da, davayı “sulandırmakla’ suçlanması ve “ters psikoloji ile müvekkilini ve kendisini mağdur göstererek haklı çıkmaya çalıştığının” iddia edilmesi sadece bir mahkeme salonuna özgü basit bir olay değildi.

Ağır Ceza Mahkemelerinde müvekkillerini savunan avukatların salondan çıkarılmasına sıkça tanık olmaya başladığımız ve avukat tutuklamalarının giderek arttığı bir dönemde bir mahkeme başkanı ile tartışan bir avukatın kendisini cezaevinde bulması, bir filmin beklenen sonu gibi karşımıza geldi.

Oysa bu tam bir 12 Eylül pratiğiydi. 12 Eylül cuntasının idam ettiği Erdal Eren’in avukatı Nihat Toktay, müvekkilini savunurken bu biçimde duruşmadan çıkarılıp tutuklanmıştı. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, Kavili’nin tutuklanmasını kınarken, “Tarzı benim tarzım değil” demesi ise, “Avukat arkadaşlar da biraz tarzlarına dikkat etsin” demenin başka bir biçimidir. Böyle bir tarz, siyasal iktidarın mahkeme salonlarında savunmanın üzerine çöken ağırlığına teslim olmak demektir.

Yargılandığımız basın davalarında, yargılandığımız haber gereği iktidar temsilcilerinin beyanlarına atıf yaparken dahi mahkeme başkanları tarafından susturulmak isteniyorsak, savunması sırasında ‘siyaset yapmakla’ suçlanarak duruşma salonundan çıkarılan gazetecilere tanıklık ediyorsak, Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan’ın Afrin ile ilgili açıklamasından ötürü yargılandığı dünkü davadaki savunması sırasında mahkeme başkanı, ‘siyaset yapmayın’ diyerek araya girebiliyorsa - bir siyasi parti başkanı başka ne yapacak ki!- tüm bunları bir siyasal hegemonya mücadelesinden bağımsız düşünemeyiz.

Dün gece 8 ilde yapılan operasyonlar sonucu Kürt siyasetçileri ve gazetecilerinin aralarında olduğu 90 kişinin gözaltına alınması bu tablonun yerel seçimlere doğru yoğunlaşarak sürecinin bir işareti oldu. Kürt siyasetini soluksuz bırakmak amaçlanırken, seçmene “bunlara vereceğiniz oylar boşa gider”, diğer siyasi güçlere de “yakın duran yanar” mesajı gönderiliyor. 

Normal bir zamanda dava konusu bile yapılmayacak ‘barış bildirisi’ne imza attıkları için akademisyenlerin üniversitelerden ihraç edilmesi, yargılanmaları, bunun üniversiteyi iktidar lehine yeniden inşanın aracına dönüştürülmesi, insani taleplerle eylem yapan 3. hava limanı işçilerin tutuklanması, kayıp yakınlarının açık alanda eylem yapmalarına dahi tahammül gösterilmemesi… Her biri tekil bir gelişme gibi dursa da, aslında toplam olarak iktidarın hegemonyasının muhalefeti her gün bir adım daha gerileterek yeniden kurulmasının pratikleri olarak yaşanıyor. Tam da bu nedenle, kimsenin yaşadığı tekil değil ve bir alandaki dik duruş, diğer bütün alanları da etkileyebilecek kadar önemli ve değerli.

Bu açıdan, barış imzacısı akademisyenlerden Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın geçtiğimiz Perşembe günü görülen duruşmasındaki şu ifadeleri hepimiz için moraldir: “Otuz beş yıllık mesleki uygulamamda hak ihlallerine karşı durmadığım bir gün bile olmadı. Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın dört bir köşesinde hakikatin peşinden giderken duygusuzluğun ve hakikat ötesinin çağında hakikatten kaçanlar sayesinde çokça bedel ödedim, bu hakikat için de belli ki bedel ödememiz gerekiyor. Ben hazırım.”

Erdoğan’ın, partisinin tek başına iktidar imkanını kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarını yok sayması, önümüzdeki yerel seçimlere ilişkin olarak yaptığı ‘kayyım’ açıklamasının ne anlama geldiği konusunda da açık bir fikir veriyor. Dün Evrensel’de görüşleri yer alan Diyarbakırlılar Erdoğan’a, “Bu bizim irademizin gaspı anlamına gelir” diyorlardı.

Bir o kadar ve belki daha da önemli olan, bunun Türkiye’de sandığa gidecek herkesin meselesi olduğunu bilerek davranmaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...