08 Ekim 2018 00:21

Ortak olmadığımız suç nedir?

Ortak olmadığımız suç nedir?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir aydır yazamamışım. Bu yazılar sayesinde İstanbul dışında ya da İstanbul’da olsam bile toplantılarda olduğumu ve kaç haftadır hafta sonlarında evde olmadığımı görüp kendime çeki düzen verme girişiminde bulunuyorum, iyi oluyor. Yoksa alıp başını gidiyor bitmeyen haftalar, aylar… Sanırım yakın bir zamanda daha bol zamanım olacak, en azından işlerimden biri, günde 10-12 saatimi geçirdiğim üniversite günlerim sona erecek. Anlaşılan o ki, 13 Aralık itibarıyla suça ortak olmama irademizin bize düşen bedellerinden biri olarak, 41 yıldır önce öğrencisi sonra da hem öğrencisi hem de öğretmeni olduğum üniversiteden ayrılmak zorunda kalacağım.

Üniversitelerin hali malum, irademizin bedelini KHK’lerle ödettikleri dostlar gideli biz de sıramızı beklemekteydik. Ha bu KHK ha şu derken, bir türlü listelere giremedik. Dostların bir bölümünü de tehditlerle uzaklaştırıp emekliliğe zorlamışlardı zaten. Şimdi suça ortak olmadığımız için yargılandığımız davada benim için sona doğru hızla ilerliyoruz.

Perşembe günü duruşmada “Otuz beş yıllık mesleki uygulamamda hak ihlallerine karşı durmadığım bir gün bile olmadı. Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın dört bir köşesinde hakikatin peşinden giderken duygusuzluğun ve hakikat ötesinin çağında hakikatten kaçanlar sayesinde çokça bedel ödedim, bu hakikat için de belli ki bedel ödememiz gerekiyor. Ben hazırım. Bu ısrarı da yaşadığımız toprakların mesellerinden, Sisyphos söyleninden öğrendim, önce Camus’nün anlatısı, sonra arkeoloji eğitimimde.”*, demiştim. “Hakikat ötesi algının kurguladığı, olmayan bir suçun savunmasını yapacak değilim elbette. Burada olma nedenim gidip gördüğüm, araştırdığım hakikatin bu mecrada dile getirilmesi ve tarihe bir notun da mahkeme arşivleri üzerinden düşülmesidir. Cezasızlık hak ihlallerinin en kadim işbirlikçisidir bu topraklarda. Hem tarih okumalarında Osmanlı’da işlenen suçun Türkiye Cumhuriyetinin taze elleriyle aklanmasına, Cumhuriyet döneminde de benzerlerinin işlenmesine vakıf olmuş, hem de 80’lerden bugüne sayısız yaşam hakkı ve işkence yasağı ihlalinin örtbas edilmesine bilimsel tanıklık etmişken, cezasızlığın yasalarla pekiştirildiği bir dönemde tarihe not düşmenin ve mahkeme arşivlerine hakikatin sızmasının bir aracı olarak görüyorum yazılan Çağlayan günlüklerini”, diye başladığım beyanımda ilginç bir biçimde ne göstereceğimi bilemedikleri için olsa gerek, 2015 yılının 16 Ağustos günü başlayan sokağa çıkma yasakları ile birlikte işlenen suçlardan çarpıcı birkaç örneğin fotoğraflarını mahkeme salonunun duvarına yansıtmama ses etmediler başlangıçta. Sonrasında her fotoğrafla “siyasi savunma yapıyorsunuz” uyarısını duymazlıktan gelerek sürdürdüm beyanımı. Savunma yapmadığım için üzerime de alınmadım zaten. Elbette siyasi bir davada hakikati beyan etmek siyasi bir duruş, o konuda haklı olduklarını itiraf etmeliyim! Sonuçta mahkeme arşivine girmesi için çaba sarf ettiğim bir davada 3 yıldır karar alınamadığını, Cizre dosyaları hakkında ise birer birer takipsizlik verildiğini okuyoruz her gün gazetelerde, tabii yayınlayabilenlerde.

En azından; “Cizre’de tutanakta tanımlanan “teröristlerin çatışmaya girdiği bodrum”da un ufak olmuş, yanmış kemik yığınları, orta yerinde de bir çocuğun alt çenesini buldum. O çocuk kayıtlara hiç giremedi. Bu beyan en azından o çocuk burada kayıtlara girebilsin diyedir. Vakfın Cizre Referans Merkezi orta yerine uzun namlulu silah iç mekanizması bırakmak da, İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na soruşturma açmak da çare olmaz hakikati örtmek için…”, ifadesi mahkeme tutanaklarında yerini aldı. Fotoğraflarıyla birlikte.

Bu süreçte kazanılmış dostlardan Aslı Odman’ın beyanımda da atıf yaptığım bir söyleşide** belirttiği gibi akademisyen yargılamaları boyunca hayatımıza anlam katan bellek yaratma süreçlerinde, bugün için olmasa da geleceğe değerli bir miras bırakılıyor. Akademisyenlerin her biri kendi alanından bakarak, yorumlayarak hangi suça ortak olmadığımızı, suçların niteliğini tek tek çözümleyerek paylaşırken, onur verici bir dayanışma sürüyor Çağlayan’ın o soğuk koridorlarında. İnsan sıcağı yayılıyor dört bir yana. Çok sevdiğim öğrencilerimden ayrılmak zorunda kalışım kor gibi içime düşse de, bu eşsiz dayanışmanın bir parçası olmak en büyük onur oldu benim için bu süreçte. İşlenen suçlara ortak olmamak da!

* http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/201378-21-akademisyen-bes-ayri-agir-ceza-mahkemesi-nde ve http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/201380-sebnem-korur-fincanci-nin-beyani

** https://birartibir.org/siyaset/145-caglayan-yollarinda-hakikat-arayisi

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...