27 Eylül 2018 00:57

Burjuvazi 'binek atı' istiyor!

Burjuvazi 'binek atı' istiyor!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tekelci kesimi başta olmak üzere sermayenin çıkarlarını savunan burjuva iktidarı, sermaye partileri ve onlarla birlikte emperyalist kapitalist sömürü sisteminin hizmetinde olan burjuva iktisatçılarıyla yazar ve politikacıları, emekçi halk yığınlarından, özellikle de işçilerden “fedekarlık” istemeye devam ediyorlar. “Fedekârlık” isteminin “gemi”ye benzettikleri ülkenin, varlığı kabul edilen ya da olası bir ağır kriz koşullarında “batmaması için” olduğu söyleniyor ve bu yönlü propagandaya hak gaspları, işten atma, polisiye baskılar eşlik ediyor.

İşçiler başta olmak üzere halk kitleleri, vergi ve fiyat artışlarını, ücretlerin ve maaşların erimesini, giderek daha fazla sayıda işçinin işten atılmasını, küçük üreticilerin ve küçük işletmelerin iflasa sürüklenerek gerek kendi emekleriyle çalışıp üretenlerin gerekse belirli sayıda işçiyi çalıştırarak tekellere fason vb. gibi parça üretim yapanların üretim ve işlerini sürdüremez duruma düşmeyi kabullenir ve burjuva diktatörlüğünce dayatılana boyun eğerlerse, “milli ve yerli bir duruş göstermiş” ve “fedekârlık yapmış” olurlar!

Ama ola ki, çalışma ve yaşam koşullarının daha beter derecede kötüleşmesini reddederek daha fazla yoksullaşmaya, işsizliğe, açlığa ve yoksulluğa daha fazla itilmeye “HAYIR!” diyerek itiraz etmiş ya da ederlerse, sermaye düzenine, işbirlikçi tekelci gericiliğin diktatörlük yönetimine ihanet etmiş sayılırlar! Ya da Erdoğan başta olmak üzere devlet üst bürokrasisi tarafından “ihanet”le suçlanmayı hakedeceklerdir!

Bu öylesine bir durum ve dayatmadır ki; iki yoldan biri seçilmek durumundadır: İşçi ve emekçiler ya kendilerine, kendi hak ve taleplerine, kendileri, aileleri ve nesillerinin yaşamlarına ihanet edecekler ya da kapitalist sömürücülerle onların devlet iktidarına! Arada durmak ve sessizliğe boğulma ise, emekçilere değil kapitalistlerle onların baskı aygıtına yarar sağlayacaktır.

İşçiler başta olmak üzere emekçi halk kesimleri ne ülkenin dışa bağımlılığının ne ekonomik durumun kötüleşmesi ya da krize girmesinin sorumlusu olmayıp bu koşulların ağır yükleri sırtlarına bindirilen kesimleri oluşturmalarına; büyüme ve kalkınma koşullarında da, kriz durumlarında da sömürü ve baskının hedefi olmalarına rağmen, “krize karşı önlem”ler bahsinde getirilen uygulamalarla çalışma ve yaşam koşulları daha fazla ağırlaştırılmaktadır. Buna karşı çıktıklarında da, 3. Havaalanı inşaatı işçilerine ya da Flormar işçilerine karşı yapıldığı üzere fiili saldırıların hedefi olmaktadırlar. Diğer yandan tekel kârları artmaya devam etmekte, militarist bürokratik baskı aygıtının güçlendirilmesi ve devlet üst bürokrasisinin lüks yaşam ve tüketimi için devasa paralar harcanmaktadır. Devlet ve şirket borçlarının ödenmesi ve sermaye şirketlerinin çalışmayı sürdürmelerinin öneminden sözedilerek yapılan “metanet” ve “fedekârlık” çağlarıyla Erdoğan iktidarının yeni saray inşaatları, uçak alımları, silahlanmaya ve askeri operasyonlara kaynak aktarımı bir aradadır. Sağlık ve eğitime devlet “yatırımı” ve bütçeden ayrılan pay azalırken, işsizlik fonundaki 125 milyar, sermaye yararına devlet kullanımına alınmıştır. Hükümet-devlet harcamalarında kısıtlama sözkonusu değildir. “Verginin tabana yayılması”yla hedeflenen tekelci patronlardan daha fazla vergi alınması değil, emekçilerin sırtına daha fazla yükün bindirilmesidir. Halk kitleleri, sorumlusu olmadıkları, üstelik kendilerinin daha ağır baskı ve sömürü koşullarına alınmasında kullanılan 463 milyar dolar devlet ve kapitalist işletme borçlarının “borçluları” durumuna düşürülmek istenmektedir.

Bu demektir ki, devlet yöneticilerinden en güçlü tekelci şirketlerin CEO’larına, Saray propaganda ofisinden İçişleri, MİT ve Ordu yönetimleriyle işbirliği içindeki “havuz medyası” mangalarına dek sermaye cephesinden sürdürülen “ekonomik savaş”, “dış lobiler” ve onlara karşı “hep birlikte hareket etme gerekliliği” propagandası, sermayenin çıkarlarını esas almaktadır. Bu propaganda ve çağrılar, krizin düzeyi ve etki sahası henüz netleşmemesine rağmen, kriz bağlantılı ağır saldırılara karşı olası tepkileri bastırarak önlemek üzere girişilen hazırlık kapsamındadır.

Çalışma koşulları zaten oldukça ağırdır ve haftalık çalışma süresi neredeyse 50 saati bulmaktadır. Ülke toplam gelirinin yarısına yakını nüfusun zengin ve en zengin yüzde 20’si’nin elindedir. Buna karşın, en yoksul yüzde 20’nin toplam gelirden aldığı pay yalnızca yüzde 6 civarındadır. İşsizlik yüzde 20’lerde, genç nüfus içinde yüzde 27’lerdedir. Bütün bunlar artıdeğer sömürüsünün ne denli yoğun ve uçurum giderek derinleşmekte olduğunu göstermektedir. “Fedekârlık” adına istenen bütün bunlara ses çıkarılmamasıdır.

Oysa işçi ve emekçilerin bankaların, tekelci işletmelerin ve sermayenin baskı makinesinin (devlet) borçlarını üstlenerek onları “kurtarma” gibi bir sorumluluğu ve zorunluluğu yoktur.

Kapitalist sömürünün hedefindeki işçilerle burjuva baskı aygıtının zor tehdidi altındaki emekçi kesimleri için “kurtarma”, ancak kendilerinin sömürü ve baskıdan kurtulmaları hedefiyle bağlandığında, kurtarıcı bir işlev görür. Ağır sömürü koşullarının yüklerini üstlenmeye değil onlardan tümüyle kurtulmaya ihtiyaç vardır. Gerekli olan budur. Ancak, hareketin böylesi bir aşamada olmadığı da bir gerçektir. İşçi ve emekçi kitleleri, sermaye ve iktidarının ekonomi politikaları karşısındaki dağınık, etki düzeyi düşük ve mevcut durumda güçsüz muhalefetleriyle giderek ağırlaşacağının tüm işaretleri görülen saldırıları püskürtemezler. Bir kriz durumunda işten atılmaların önlenip yasaklanması, enflasyon karşısında eriyen ücret ve maaşların temel tüm gereksinmelerin karşılanmasına yetecek düzeyde tutulması, işsizlik fonundaki paranın devlet tarafından gaspedilmemesi ve işsizlerin açlığa mahkum bırakılmamaları için kullanılması, eğitim ve sağlığa hazineden daha fazla kaynak ayrılması, militarizmin güçlendirilmesine ve komşu ülkeler topraklarında sürdürülen askeri eylemler için harcanan büyük miktarlı kaynakların, bu eylemlere ve politikaya son verilerek halk yararına kullanılması, dış borçların dondurulması ve hatta ödenmemesi gibi önlemler, ancak, büyük sermaye çevrelerini ve burjuva devlet iktidarını buna zorlayacak, buna zorunlu tutacak güçlü bir emekçi mücadelesiyle mümkün olabilir. Bu istemler oysa, ülkenin bir kriz durumunda büyük yıkımlar yaşamaması için yalnızca asgari gerekliliklerden ibarettirler. İşçi sınıfı ve emekçiler yararına bir ekonomi politikasının etkin biçimde uygulanabilmesi için ise, sermaye iktidarını ve saldırılarını püskürtecek daha kapsamlı mücadelelere ihtiyaç vardır. Ülke ekonomisinin kriz sürecine girmesinde hiçbir sorumluluğu olmayan işçi ve emekçilerin krizin yüklerini omuzlamaya; emek gücünün sömürülmesiyle yaratılan artıdeğeri pay edenlerin keyfi ve asalak yaşamlarını sürdürmeleri için fedekârlık yapmaya değil, bütün bu yüklerden kurtulmaya ihtiyaçları vardır. Burjuvazi ve devlet iktidarının yedeğinde değil, burjuva aldatmalarından kurtulmaya; tekelci gericilik, sermaye ve emek gücünün “ortak çıkarları” diye bir şeyin olmadığını bilerek kendi haklarımız için örgütlü mücadeleyi büyütmeye ihtiyaç vardır. Başka türlü ne kapitalist sömürüden ne kapitalist krizlerden ne de onların yüklerinden kurtulmak mümkün olmaz. Burjuvaziye ‘binek atı’ olmamak gerek!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...