21 Eylül 2018 00:25

Suriye’de yanlıştan dönmek

Suriye’de yanlıştan dönmek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in Soçi’de yaptıkları görüşmeden sonra İdlib’de askeri operasyon seçeneği şimdilik rafa kaldırıldı. 7 Eylül’de yapılan Tahran zirvesinde Erdoğan’ın ‘ateşkes’ çağrısına olumsuz yanıt veren Putin’in Soçi’de Rusya ve Türkiye’nin denetiminde “Silahlardan arındırılmış bölge”  oluşturulmasını kabul etmesi, Erdoğan’ın diplomatik bir zaferi olarak gösteriliyor.

Uzatmadan soralım: Peki, gerçekten durum göründüğü gibi mi?

Hayır, gerçek görünenden ibaret değil. Çünkü bu anlaşma Erdoğan’a zaman kazandırmış olsa da cihatçı grupların kademeli olarak tasfiyesini ve daha önemlisi bu tasfiyenin Türkiye’nin eliyle yapılmasını öngörüyor. Yani aslında Suriye rejiminin bölgede denetimi sağlamasını amaçlayan Rus planı işlemeye devam ediyor.

Türkiye’nin İdlib’in büyük bölümünü elinde bulunduran ve el Nusra’nın devamı olan Heyet Tahrir el Şam’ı (HTŞ) geçtiğimiz günlerde “terör örgütleri” listesine aldığı biliniyor. HTŞ dışındaki Türkiye ile iş birliğini sürdüren “ılımlı” gruplar-ki bu cihatçı grupların ‘ılımlılıklarının’ Türkiye ile iş birliğini sürdürmelerinden ibaret olduğunu Afrin operasyonunda gördük- ise, Ulusal Kurtuluş Cephesi adı altında birleşmişlerdi. İşte Erdoğan’ın Tahran ve Soçi’de kalkan olmaya çalıştığı gruplar bunlar.

Görünüşe bakılırsa İdlib’de bulunan ve aralarında eski el Kaideci Ahrar’uş Şam’ın da yer aldığı bu gruplar bizim dostumuz! En azından iktidarın politikaları bunu gösteriyor.

“Görünen gerçek olsaydı, bilime gerek kalmazdı” der Marx.

Öyleyse yine soralım: Bu cihatçı gruplar gerçekten dostumuz mu?

Türkiye’deki Erdoğan iktidarının Suriye’de IŞİD’den Nusra’ya ve Ahrar’a kadar cihatçı grupları desteklemesinin ya da en azından bunlara göz yummasının iki temel nedeni vardı. Bunların birincisi, Esad rejimini devirmekti. Bugün Türkiye’deki iktidar, Esad rejimi ile doğrudan görüşmeleri reddetse de bu rejimin en büyük destekçileri Rusya ve İran’la iş birliği halinde olduğuna göre, Esad rejimini devirme amacından/hedefinden vazgeçtiğini, daha doğrusu yaşanan gelişmelerin bir sonucu olarak vazgeçmek zorunda kaldığını söyleyebiliriz.

Diğer nedeni IŞİD’in Kobanê kuşatması sürecinden biliyoruz: Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun varlığına son vermek.

IŞİD, hem ABD ve hem de Rusya’nın operasyonel hedefi haline gelip Türkiye tarafından desteklenmesinin maddi koşulları ortadan kalkınca Türkiye’deki iktidar bu kez IŞİD’e karşı Fırat Kalkanı operasyonunu gerçekleştirmişti. Görünüşte IŞİD’e karşı olsa da asıl amacı Kürt kantonlarının birleşmesini engellemek olan bu operasyon sürecinde 72 asker yaşamını yitirmişti. Türkiye için de tehdit haline gelen IŞİD, bu dönemde gerçekleştirdiği farklı terör saldırılarında 200’den fazla insanımızı katletmişti.

Soçi’de Erdoğan ve Putin arasında yapılan anlaşmaya göre İdlib’deki cihatçı grupların silahsızlandırılması ve tasfiyesi Türkiye’nin sorumluluğunda olacak.

Bugün yanı başımızdaki İdlib’de bulunan bu binlerce cihatçı militanın tasfiye sürecinde IŞİD gibi bir tehdit haline gelmeyeceğinin garantisini kim verebilir? Burada insanın aklına geçen günlerde sosyal medyada videosu yayımlanan Doğu Guta’dan İdlib’e getirilmiş bir cihatçı militanın “Bizi satarsanız 2 saatte Reyhanlı’dayız” tehdidi geliyor.

Gelinen yerde sorulması gereken asıl soru şu: Türkiye için de ciddi riskler barındırmasına rağmen cihatçı grupların Suriye Kürtlerine karşı bir tehdit ve pazarlık kozu olarak kullanılması/desteklenmesi politikasında neden ısrar ediliyor?

Dikkat edilirse gerek Tahran’da ve gerekse Soçi’de cihatçı grupların tasfiyesinin gündeme getirilmesi karşısında Erdoğan, asıl terör oluşumu ve tehdidinin Fırat’ın doğusunda olduğunu söyledi. Öyle ise, mesela neden Fırat’ın doğusundaki Kürtlerden (Suriye Demokratik Güçlerinden) İdlib’deki cihatçı gibi tehdit mesajları gelmiyor? Ayrıca hafızalarımızı biraz daha zorlayıp Süleyman Şah Türbesi’nin IŞİD tehdidi nedeniyle taşındığı operasyonu hatırlayalım. Türk askerinin güvenliğini kimler sağlamıştı, Suriye Kürtleri değil mi? Çünkü o zaman Türkiye, Suriye Kürtleri ile diyalog halindeydi. Öyleyse neden bugün de Türkiye ile görüşmeye her zaman hazır olduklarını söyleyen Suriye Kürtlerine karşı savaşta ısrar ediliyor?

Bitirmeden önce son bir hatırlatma yapalım: ABD tarafından desteklendiği sır olmayan Suriye Kürtleri, bugün Suriye rejimi ile ortak bir yönetim modeli konusunda görüşmeler yapıyorlar. Suriye’de Esad rejimi ve Kürtler anlaşınca, Türkiye eğer yeniden Suriye’ye savaş açmayı düşünmüyorsa Suriye Kürtlerinin varlığını da kabul edecek, etmek zorunda kalacak.

Bu durumda Suriye Kürtleri ile diyalog geliştirmek yerine,ciddi tehdit ve risklere yol açtığı ortada olan cihatçı grupları destekleme politikası Türkiye’ye ne kazandıracak?

Demek ki, Suriye’de Esad rejimini devirme hedefinden vazgeçilmesi gibi yanlıştan dönmenin diğer önemli adımı da Suriye Kürtlerine karşı savaştan vazgeçilip -ki elbette bu ülke içinde de Kürt sorununda uygulanan politikanın değişmesini zorunlu kılıyor- diyalog ve barışçıl çözüm yoluna dönülmesidir.

Atalarımızın dediği gibi, zararın neresinden dönülürse kârdır!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...