16 Eylül 2018 00:18

Sanata ve sanatçıya düşmanlık

Sanata ve sanatçıya düşmanlık

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sanat dünyayı güzelleştirme, dönüştürme aracıysa üretimi de bu yönde olacak, güzellikleri, umudu çoğaltarak yol alacaktır geleceğe.

Bütün dallarıyla sanat, toplumsal dönüşümler amaçlayan muhalif güçler için önemli olduğu gibi iktidarların devamlılığı açısından da önemli alanlardır.

Kültür sanat alanı, ana akım/egemen sanat anlayışlarıyla siyasal iktidarların, egemen ideolojinin meşruiyetini, muhafazasını, devamlılığını sağlama işlevi de görür. Sinemasıyla, tiyatrosuyla, müziğiyle bütün sanat dalları sanat olmanın yanı sıra yaygın, geniş yığınları sarmalayıp etkileyebilen, sosyalleştiren kitle iletişim araçları işlevi de görmektedir.

Sanat ve kitle iletişim araçları aynı zamanda her türden iktidar ve muhalefetin mücadele ettiği alanlar olarak da var olur. Sanatın ekonomik, ideolojik ve estetik olarak üç temel işlevi düşünüldüğünde bu işlevlerin egemen ya da muhalif olanın yapısını/içeriğini belirlediğini söyleyebiliriz. Statükocu teoriler iktidarın, eleştirel kuramlar muhalefetin yol göstericiliğini yapar.

Sanat alanı gerçeklikten/hayattan etkilendiği kadar onu etkiler de. Sanatın bütün dalları insanların tutumlarını, davranışlarını ve düşüncelerini değiştirebilmekte, kamuoyu oluşturabilmektedir. Bu nedenle egemen sınıfın düşüncelerinin aktarılmasının birer aracısı olduğu kadar, muhalif olanların da kendilerini ifade ettikleri önemli araçlardır.

Thomas Munro’ya göre doyurucu estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma becerisi olan sanat, Marx’a göre de; yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur.

Sanattan korkmaları anlamlı ve anlaşılır bir durumdur, çünkü sanat hayatı dönüştürür. Neyin suç olduğunu egemenleri temsilen/onların adına “kanun koyucu”lar belirliyor ve bunu kanunlarla düzenliyorlar. Varlığını meşru ve sürekli kılmak isteyen iktidarlar/devlet için hayatı dönüştürebilecek, güzelleştirip daha yaşanılır kılacak ‘her şey’ suç sayılabiliyor. Bu olağan dışı dönemlerde sanatın/sanat ürününün suç unsuruna, suça, sanatçının suçluya dönüşmesine yol açabiliyor. Geçici sanılan, varsayılan bu durum devletlerin olağan uygulamasına dönüşerek kalıcılaşabiliyor. Bu bizde hep böyle olmasına karşın, özellikle 12 Eylül darbesi sabahı ve sonrasında (günümüze dek) en acımasız örneklerini vermiştir. 

Darbeyle, siyasi partilerin faaliyetleri durdurulur, bütün sol-muhalif yapılanmalar, kitle örgütleri yasa dışı örgüt muamelesi görür, büyük bir insan avı yaşanır. Gözaltına alınanlardan aylarca haber alınamaz. Tanklarla, askerlerle kuşatılan mahallelerde evler tek tek basılır, didik didik aranır, şüpheli saydıkları evlerden yaşına bakılmaksızın erkekler ceza ve tutukevine dönmüş askeri birliklere götürülür. Tutuklananlarla birlikte teşhir edilen silahların yanında suç unsuruna dönüşen yasaklı olsun olmasın kitaplar, dergiler, video kasetlerde filmler, tiyatro oyunları yer alır.

Hayatı güzelleştiren, dönüştüren sanat toptan suç sayılır, filmler, tiyatro oyunları yasaklanır, sanatçılar tutuklanır. 39 ton kitap, dergi, gazete yakılır ve imha edilir, 937 sinema filmi sakıncalı bulunarak yasaklanır.

1980’li yıllarda tek kutuplu dünyayla oluşan yenidünya düzeniyle (ülkemizde de 12 Eylül darbesiyle) özgürlükçü, devrimci muhalif güçlerin yenilgisiyle sonuçlanan süreçte baskıcı, otoriter ve muhafazakar iktidarlar egemen oldular. Neoliberal söylemlerle, iktidar olsalar da muhafazakar tabanlara yaslandılar. Bu güçler kitle iletişim araçlarını da sıkı kontrol ve denetim altında tutarak egemen ideolojinin desteklenmesini sağladı. Bu yönlendirme bireyin edilgen, apolitik olması yönünde de kullanıldı. Sanat alanlarında da ana akım ürünler desteklenerek eleştirel/muhalif ürünlerin önü kesildi.

İktidarlar var olduğu anın meşruluğunu sağlamak ya da iktidarlarını var eden geçmişin algılarını, belleğini unutturma yolunu seçerler; muhalif güçlere düşense bu unutturmayı reddedip toplumsal bilinci ve belleği diri tutmak unutturmamaya yönelmektir. Toplumsal bilinci oluşturan temel, toplumsal bellektir.

İktidarlar hayatın her alanında olduğu gibi kültür alanında da ideolojik egemenliğini oluşturmak, yeniden üretmek için sanatı ve kitle iletişim araçlarını kullanırlar. Sinema da hem sanat olarak hem de yaygın/etkili bir kitle iletişim aracı olarak, egemen ve muhalif ideolojiler açısından toplumların kültürel yaşamlarında önemli bir yere sahiptir. Muhalif sanat dünyayı, içinde yaşadığı toplumu, her anlamda iktidarı sorgular. Yalnızca sorgulamayla yetinmeyip dönüştürmeyi de önerebilirler.

Devletin, “olağan dışı dönemler”de, her alanda her türden uyguladığı ‘egemen güç şiddeti’ devletin olağanına dönüşür. Zamanla artık basılmamış kitaplar, sahnelenmemiş oyunlar, çekilmemiş filmler suç unsuru sayılır. Varlığını tehdit ettiğini varsaydığı sanat ürünü suç unsuru, sanatçı da suçludur egemen güçler ve onların devletince.

“Doyurucu estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratmaya” çabalayan sanat alanında gerçekleştirilen yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşimini sağlar yaşamı insanileştirir, insanı yaşamın estetiğini çoğaltan güzellik emekçisine dönüştürür. 

Sanattan suç, sanatçıdan suçlu ‘üretenler’ suç işliyor olabilir, bir suçtan söz edilecekse. ‘Devlet eliyle insanlık suçu’...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...