12 Eylül 2018 23:20

İsveç'te genel seçimler ne gösterdi?

İsveç'te genel seçimler ne gösterdi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz pazar günü, Avrupa’nın “refah ülkesi” İsveç’te, seçimler yapıldı.

Basına yansıdığına göre, Fransa, Almanya, İtalya’dan sonra İsveç’te de ilericiler, demokrat çevreler, aydınlar, “Neonaziler geliyor” diye panik içinde!

İsveç’te, “sosyal refah devletinin kurucu partisi Sosyal Demokrat Parti (SAP), seçimde yüzde 30’un altına düşerek tarihinin en kötü sonucunu aldı.

Seçimde “sol blok partiler” oyların yüzde 40.6’sını alarak 144, “sağ blok partiler” de yüzde 40.3 oranla 143 milletvekili çıkardı. Neonazi hareketinin temsilcisi İsveç Demokratları Partisi (SD) yüzde 17.6 oy alarak parlamentoya 62 milletvekili sokmayı başardı. Kamuoyunda paniğe yol açan şey de Neonazi partinin oylarını yüzde 17.6’ya çıkarmasıydı. Çünkü böylece Neonaziler “anahtar parti” durumuna da geliyorlar. Tabii İsveç sermayesinin hayali olan “merkez sağ-merkez sol partiler” arasındaki o “büyük koalisyon” olmazsa!

ÖRNEK REFAH ÜLKESİNDE SİYASİ SİSTEM KRİZİ

İsveç nüfus olarak Avrupa’nın küçük bir ülkesidir ama, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki mücadelede sosyal demokrasinin ve sosyal devletçiliğin “sembol” ülkelerinden birisi, hatta birincisidir. Bu nedenle de İsveç seçim sonuçları sadece İsveç için değil Avrupa’daki parlamenter sistemin geldiği yeri, Avrupa’da siyasi sistem krizinin geldiği aşamayı göstermesi bakımından önemlidir.   

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da “sosyal devletçilik” temelinde kurulan parlamenter demokrasilerin mutfağı Fransa, Almanya, İngiltere iken, bu sistemin en nadide meyvelerinin sergilendiği, “sosyal demokrasinin vitrini” de İsveç’ti.

Kapitalizmin işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik, gelecek güvencesizlik gibi büyük sosyal sorunlar karşısındaki başarısızlığını eleştirenlere; kapitalizmin ideologları ve propagandacıları, hep İsveç’i örnek gösterdiler. “Bak bu eleştirilen sorunlar İsveç’te yok. Demek ki sorun sistem sorunu değil uygulanmasındaki yanlışlıklardır, siyasetçilerin başarısızlığıdır” diyerek İsveç’i “kusursuz” değilse de kapitalizmin örnek ülkesi, bir “kapitalist cennet” olarak propaganda ettiler.

NEOLİBERAL POLİTİKALARIN SİYASETTEKİ SONUCU

Aslına bakılırsa İsveç seçiminin sonucunda bir sürpriz yok. Tersine daha önce Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da olan, onlardan önce de Polonya, Macaristan ve de Avusturya’da olup da“Geliyorum” diyen İsveç’te olmuştur.

Eğer ciddi ve gerçek bir seçenek ortaya çıkmazsa, gerek söz konusu ülkelerde gerekse diğer ülkelerde neofaşist ve Neonazi partilerin yükselişinin devam edeceğini, bazı ülkelerde de iktidar olacaklarını söylemek kehanet olmaz.

Çünkü; Avrupa’da“sosyal devletçi politikalar” temelinde parlamenter demokratik rejimlerin kurulması; İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD liderliğindeki emperyalist kampın, sosyalizmin batıya doğru yayılmasını önlemek için Avrupa’yı bir “set” olarak inşa etme “projesi”ydi!

Geçen süre içinde sosyalizmin kapitalizme karşı “somut” ve “yakın” bir tehdit olmaktan çıkmasına paralel olarak, liberal-neoliberal ekonomi politikalarla sosyal devletin tasfiyesi, burjuva reformist (sosyal demokrat) partilerle “merkez sağ” partiler arasındaki farkın “sıfır”a yaklaşması (Bu partilerin birbirinin seçeneği olmaktan çıkması) parlamenter demokrasinin dinamizmini önemli ölçüde ortadan kaldırdı.

Kısacası bugün ortaya çıkan durum, neoliberal ekonomik politikaların siyasetteki yansımasıydı.

SINIF PARTİLERİ VE DEVRİMCİ PARTİLER İÇİN BİR İMKAN

Avrupa’da Neonazi ve neofaşist partilerin halkın en yoksul kesimlerden destek bulmalarının nedeni;

- Halkın siyasete katılımının her dört-beş yılda bir seçimlerde oy kullanmaya indirgenmiş olması,
- Sistemin ana partilerinin az çok birbirinin seçeneği olmaktan çıkması ve emekçilerin, halka bir gelecek sunmamış olmasının yarattığı “boşluk”tur.

Evet, en gerici güç odakları, sistemin yarattığı büyük sorunları istismar ederek, yoksul kesimleri yedeklemektedir. Ama bu alan asıl olarak, bu en gerici partilerin değil;

Sınıf partilerinin,Halkın taleplerini ciddi olarak dikkate alan ve yığınların siyasete 4-5 yılda bir yapılan seçimlerde oy kullanmasının ötesinde, halkın siyasete müdahalesinin sürekli olmasını benimseyen bir çizgide siyaset yapan halkçı, devrimci partilerin dolduracağı bir alandır.

Bu yüzden de “parlamenter demokrasi”yi savunan sermaye partilerinin ve onların halkı siyasetten dışlayan siyaset tarzlarının, yığınlar karşısında itibar kaybetmesi, sınıf partileri ve devrimci halk partileri için çok önemli imkandır. Çünkü; işsizlik, yoksulluk, yabancı düşmanlığı, İslamofobi gibi argümanlar üstünden geniş yığınların taleplerini istismar ederek politika yapan en gerici partilere karşı gerçek bir mücadele de ancak sınıf partilerinin ve devrimci, halkçı partilerin işi olabilir.

Dolayısıyla ortaya çıkan durum sadece Neonazi ve neofaşist partilerin yükseliş zemini değil, sınıf partileri ve halkçı politikaları benimseyen partiler için de yeni imkanlar sunmaktadır. Aksi, Neonazi ve neofaşist partilerin yükselişine ağıtlar yakıp geniş yığınların korkusunu büyüten tutum sürdürülürse, bu sadece en gerici partilerin ve onların popülist liderlerinin işine yarar.    

‘FAŞİZM AVRUPA’DA, İSVEÇ’TE YÜKSELİYOR, BİZE NE!’ DENEBİLİR Mİ?

“Sosyal devlet”in tasfiyesine paralel olarak işsizlik, yoksulluk, sosyal güvenlik sorununun büyümesi, bütün bu gelişmelerin “gelecek güvencesizliği” olarak yayılmasıyla, siyaset alanında en yoksul kesimlerin taleplerine karşılık bulamayacağı geniş bir “boşluk” oluştu.

Bu“boşluk”, Neonazi ve neofaşist partilerle birlikte kimi popülist burjuva siyasi çevreler ve politikacılar tarafından da doldurulmaya çalışıldı. Bu durum Almanya, Fransa, başta olmak üzere parlamenter demokrasi ülkelerinde Neonazi, neofaşist politik partilerin yükselişine zemin teşkil etti. Bu boşluk büyüdükçe de neofaşist ve Neonazi partilerin, en yoksul kesimlerden destek bulmasının şaşılacak bir tarafı olmamalıdır.

Parlamenter demokrasinin beşiği sayılan ülkelerde, “yabancı düşmanlığı”, “İslomofobi”, “ırkçılık”, “milliyetçilik”,... zemininde oluşan Neonazizm, neofaşizmin sloganları ve propagandasının başlıca dayanağı olan argümanlar bütün sermaye partileri tarafından, biraz daha utangaçça da olsa savunulmaktadır. Bu da kuşkusuz ki, Avrupa’nın siyasi ikliminde her türden gericiliği besleyen cereyanların oluşmasını kolaylaştırmaktadır. Bu gelişmeler, gazetemizde çeşitli haberler olarak yansıyor. Ve bugüne kadar da bu gelişmeleri gazetemizde, “Parlamenter sistemin Avrupa’da itibar kaybetmesi” olarak değerlendirdik. İsveç seçimleri, parlamenter demokrasinin itibar kaybının sürdüğünü, “sistemin mücevheri” sayılan İsveç’i de içine alarak büyüdüğünü göstermiştir.

Kuşkusuz ki Filipinler ya da Endonezya’da yükselen faşizmin dünya ölçüsünde çok önemli bir etkisi olmaz. Ama, demokrasinin beşiği ve batı uygarlığının merkez ülkelerinde faşist, gerici güçlerin yükselişi kuşkusuz ki, sadece bu ülkelerde değil dünya çapında faşizan ve gerici güçlerin yükselişinin zeminini besler; dünyanın siyasi iklimini zehirler.

Nitekim Türkiye’de Erdoğan-Bahçeli ittifakının Türkiye’de parlamentarizmi böyle nispeten daha kolayca bir kenara iterek, “tek parti tek adam rejimi” doğrultusunda bir mecraya sokmaları da, bu siyasi iklimin etkisiyle el ele yürümektedir.

Bu yüzden de, “Faşizm ve gericilik İsveç’te, Almanya’da,... yükseliyor bize ne!” denemez. Çünkü Avrupa’da yükselen neofaşizm Neonazizmin etkileri Türkiye’nin yakın tarihi içinde de yaşanarak görüldü.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...