09 Eylül 2018 23:10

İdlib’den sonra sıra Kürtlerde mi?

İdlib’den sonra sıra Kürtlerde mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tahran zirvesinde Erdoğan’ın ‘ateşkes’ talebine Putin’in “Burada silahlı muhaliflerin temsilcileri ya da Nusra Cephesi ile IŞİD’in temsilcileri yok. Onlar adına konuşamayız” yanıtı damgasını vurdu. Çünkü bu yanıtta sadece Türkiye’deki iktidarın cihatçı grupları desteklediği iması değil, aynı zamanda Rusya’nın İdlib’e askeri operasyon kararlılığı yer alıyordu. 

Açıktır ki, cihatçı grupların son kalesi İdlib’in düşmesi, aynı zamanda bugüne kadar bu grupları Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmak için kullanan Türkiye’deki iktidarın en büyük kozunu kaybetmesi anlamına gelecek. Ve Tahran zirvesinde gerek Putin ve gerekse İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Suriye rejiminin cihatçı gruplar karşısında ‘zafer’ ilanı olacak bu operasyonun kaçınılmaz olduğunu ortaya koydular. Ancak buna rağmen gelinen yerde Suriye’de Rusya ve İran’a eli mahkûm olan Erdoğan masadan kalkmadığı/kalkamadığı gibi, İran ve Rusya da Türkiye ile işbirliğinin devamını gözeten bazı manevralar yapmaktan geri durmadılar. Bunların en dikkat çekeni, Ruhani’nin Türkiye’nin en hassas olduğu konuda; Fırat’ın doğusundaki ABD varlığının son bulması gerektiği konusundaki vurgusuydu.

Fırat’ın doğusu, yani bugün Kürtlerin en önemli bileşeni oldukları Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) yönetiminde bulunan bölge. Fırat’ın doğusundaki Kürt oluşumunu en büyük tehdit olarak gören Türkiye’deki iktidarın buraya müdahalesinin önündeki en büyük engelin bölgedeki ABD varlığı olduğu bir sır değil. İşte Ruhani, Fırat’ın doğusundaki ABD varlığına dikkat çekerek Erdoğan’a “cihatçı gruplar için yapacağın bir şey kalmadı ama gel Kürtlere ve onları destekleyen ABD’ye karşı birleşelim” mesajını veriyor.

Sadece bu da değil. Tahran zirvesinden birkaç gün önce Suriye Ulusal Uzlaşma Bakanı Ali Haydar, rejim ve Kürtler arasında süren müzakereler konusunda “Şu anda kuzeydoğudaki ikilemin çözümüne yönelik ciddi görüşmeler yapıldığını söyleyemeyiz, çünkü Suriye topraklarında diğerlerinden farklı bir çözümün konuşulması kabul edilemez. Suriye’de hiçbir bölgeye diğerlere göre ayrıcalıklar veremeyiz” açıklamasını yaptı. Devamında da “Onlar, Suriye devletinin tüm toprakları kurtarma ve iktidarını tüm topraklara yayma yönünde ilerlediğini ve Suriye topraklarında ABD, Türkiye veya Körfez ülkeleri olsun yabancı projelere yer kalmayacağını anlayacak” diyerek Kürtleri tehdit etmekten de geri durmadı.

Aynı günlerde ABD’nin The Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan bir makalede Esad ve müttefiklerinin İdlib’den sonra“Amerika’nın sahadaki ana ortakları olan ve Fırat’ın doğusunda faaliyet gösteren Kürtler ve Suriye Demokratik Güçleri”ni hedefe koyacağı değerlendirmesi yer aldı. 

Bu açıklama ve değerlendirmeler ister istemez “İdlib’den sonra sıra Kürtlere mi gelecek?” sorusunu akıllara getiriyor.

Bu sorunun yanıtına şuradan başlayabiliriz: Erdoğan’a Fırat’ın doğusu için mesaj veren Ruhani de Kürtlerin bölgedeki her türlü kazanımını İran için bir tehdit olarak görüyor. Bu temelde geçen yılın Eylül ayında Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ‘bağımsızlık referandumu’na karşı İran ve Türkiye ortak tutum almışlardı. Zaten önceki gün 3 Kürt devrimciyi (Panahi ve Moradi kuzenleri) idam eden ve Erbil’de İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin kampına saldırı düzenleyerek 5 kişiyi katleden İran, Kürtlere karşı daha sert bir çizgi izleyeceğinin işaretlerini veriyor. 

Kürtlerin ulusal kazanımları karşısında ortak hassasiyetleri olan İran ve Türkiye, yanlarına Suriye rejimini de alarak Kürtlere karşı bazı sınırlı girişimlerde bulunabilirler. Ancak bu güçlerin Fırat’ın doğusundaki Kürt güçlerine (SDG) karşı kapsamlı bir saldırı-operasyona girişmesi/girişebilmesi mevcut koşullarda mümkün görünmüyor. Çünkü böylesine büyük çaplı bir çatışma ya da Suriye’nin bir bölgesini kapsayacak bir savaş ancak sahadaki temel aktörler durumunda bulunan Rusya ve ABD’nin karar vermesiyle gerçekleşebilir.

Peki, ABD ve Rusya böylesine bir çatışmayı göze alabilirler mi?

Mevcut koşullarda hayır. 

Rusya cephesinden bakarsak böylesi bir çatışma hem Suriye’de 2015’ten bu yana sağlamaya çalıştığı istikrarı ciddi biçimde tehlikeye atmak anlamına gelir ve hem de Esad’ı yeniden tartışma konusu haline getirebilir. Daha da ötesinde böylesi bir saldırı Kürtlerle anlaşma zeminini ortadan kaldırıp ABD’nin elini güçlendirir. Esad rejimini kabul noktasına gelen ve dikkatini Kürtlerle işbirliğini bölgede kalıcı üsler elde etmek ve Suriye’de İran’ın etkisini azaltmaya veren ABD’nin de böylesi bir çatışmadan kazanacağı bir şey yok. Ayrıca ABD ve Rusya’nın burada askeri olarak doğrudan doğruya karşı karşıya gelmesi anlamına gelecek böylesi bir çatışmanın bölgenin (Ortadoğu) başka yerlerinde çatışmaları tetiklemesi de kaçınılmaz olacak. 

Toparlamak gerekirse, bugün İdlib’den sonra Fırat’ın doğusundaki Kürtlere karşı askeri operasyon İran ve Türkiye tarafından istenir olsa da bugün  ABD ve Rusya arasındaki bölgesel dengeler nedeniyle bu mümkün görünmüyor. Ancak bu durum Rusya ve müttefiklerinin Türkiye’yi yanlarında tutmak için Kürt sorununu kullanmalarına ve Türkiye’yi de Kürtlere karşı bir tehdit olarak yanlarında tutmalarına engel oluşturmuyor. Tabi ABD’nin de Kürtlere yönelik tehditleri Kürtleri kendine daha bağımlı kılmak için kullanmasına da…

İran ve Türkiye’nin “Fırat’ın doğusu” hassasiyetine bir şey demeden bitirmeyelim. Eğer mesele gerçekten buradaki ABD varlığının son bulması olsaydı bunun kolay bir yolu vardı: Suriye Kürtlerinin kendi geleceklerini belirleme hakkına saygı duymak ve buna destek olmak. Çünkü ancak o zaman ABD’nin bu sorunu kendini bölgede var etmek için kullanmasının önüne geçilebilir. Operasyon-saldırı hevesi ise, en çok emperyalistlerin bölgesel çelişkilileri kendi çıkarları için kullanmalarına hizmet ediyor. Tabi İran ve Türkiye’deki iktidarlar eğer bu yanlıştan dönem istiyorlarsa önce kendi ülkelerinde Kürtlere karşı uyguladıkları yanlış politikalardan başlamaları gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...