08 Eylül 2018 23:00

Sinemaya adanmış bir hayat: Halit Refiğ

Sinemaya adanmış bir hayat: Halit Refiğ

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Defalarca izlediğim “Şehirdeki Yabancı”, “Gurbet Kuşları”, “Şafak Bekçileri”, “Karılar Koğuşu” gibi filmleri ve tabii ki unutulmaz “Aşk-ı Memnu”, “Yorgun Savaşçı” gibi televizyon için yapılan projeleriyle hayran olduğum, benim için çok özel bir yeri olan Halit Refiğ ile birkaç kez konuşabilme, söyleşi yapabilme şansım olmuştu.

Halit Refiğ, içinde yaşadığı toplum üzerine de, mesleki seçimi olan sinema üzerine de çok fazla kafa yoran sinemacılarımızdan, aydınlarımızdan biriydi. Yönetmenliğe başlamadan önce yaptığı sinema yazarlığı, eleştirmenliği döneminde de, sonrasında da hem toplumun sorunları hem de sinemanın sorunları üzerine yazılar yazmış, araştırmalar yapmış, önermelerde bulunmuş, inandığı “doğrular” için karşılaştığı ağır eleştirilere rağmen, “kavga” vermiş bir aydın, bir yol gösterici, sinemada da özel yeri olan bir yönetmendi.

1934 yılında, Selanik’ten İstanbul’a göçen ailesinin iş nedeniyle gittiği İzmir’de doğar Halit Refiğ. Sinemaya olan tutkusu çocukluk yıllarında başlar. Ticaretle uğraşan ailesi, çocuklarının mühendis olmasını istemektedir. Robert Kolej’de mühendislik eğitimi de alır. Fakat sinemacı olmak eğilimi ağır basmaktadır.

“Küçük yaştan itibaren film seyretmeye çok büyük ilgi duydum. Çocukluk dönemimde beni en çok heyecanlandıran, ilgimi çeken olay sinemaydı. Lise bitmesine yakın meslek seçimi meselesi ortaya çıkıyor. Ben, benim en çok sevdiğim, beni en çok ilgilendiren alanı, sinemayı meslek olarak seçmeyi düşündüm. Ama diyelim ki ’40’lı yılların sonu, ’50’li yılların başı itibariyle, henüz o tarihte Türkiye’de sinema bir meslek değildi. Bugün olduğu gibi sinema eğitimi yapan eğitim kuruluşları da yoktu. O tarihlerde ciddi, akademik sinema eğitimi yalnız sosyalist ülkelerde vardı. Batı dünyasında sinema henüz sanat bile sayılmıyordu. Sinema bir halk eğlencesi, fabrikasyon bir eğlenceydi. Sinemanın genelde sanat olarak kabul edilir hale gelmesi, 1960’lı yıllardan itibaren olmuştur. Dolayısıyla benim sinemacı olmaya karar verdiğim yıllarda sinema Türkiye’de ne meslekti, ne de genelde sanat olarak kabul ediliyordu. Ben de, ailemin meseleye biraz dehşetle bakmasına rağmen kararlıydım. Adeta bir maceraydı ve ben bu macerayı göze almıştım.

Nasıl sinemacı olabilirim diye düşünürken, şansımı İngiltere’de denemek istedim. O tarihlerde, 1953 yılında İngiltere’de de ciddi bir sinema eğitimi yok-tu. Daha çok kurslar vardı. İngiltere’de, Londra’da bulunmamın benim için önemli faydası, sinema tarihi, sinema kuramları üzerine temel kitapları elde etme, okuma imkanım oldu.”

Sinemacı olmakta kararlıdır Halit Refiğ. Eğitim imkanı olmadığını, bu işe sıfırdan ve çekirdekten başlamak gerektiğini düşünür. Sonradan engel olmasın diye bir an önce askerliğini yapmaya karar verir ve yedek subay olarak askere gider. Kore Savaşı’nın olduğu, Türkiye’nin Kore’ye asker gönderdiği yıllardır.

“Yedek subay okulundayken, ‘İngilizce bilenler gönüllü olarak Kore’ye gidebilir’ dediler. O tarihte Uzakdoğu’ya gitmek bugünkü gibi kolay değildi. Bunu da bir fırsat olarak gördüm. Şans da yardım etti, kısa bir süre sonra Kore’de ateşkes imzalandı. Dolayısıyla Kore’ye gittiğimde, bizden önceki tugaylar gibi doğrudan doğruya ateş hattına gitmedim. Biz Kore’de savaş görmeyen ilk askeri birliktik. Orada bulunduğum zaman içinde, Amerikan askeri birliklerinden amatör kamera, montaj masası, projeksiyon makinesi, perde temin etme imkanım oldu. Askerlik dönemimde İngiltere’den aldığım kitaplarla ve Kore’de edindiğim teknik malzemelerle kendi kendimi yetiştirmeye çalıştım. Kısa filmler, belge filmler çektim o süreçte.

Askerden döndükten sonraki yıllarda, yine bir şans eseri, bir tesadüf sonucu sinema yazıları yazmaya başladım. Metin Toker’in çıkarttığı, oldukça da itibarı olan Akis dergisine bir sinema yazarı arıyorlarmış. Benim bu konulara ilgimi bilen ortak bir dostumuz, Metin Toker’e beni tavsiye etmiş. Böylece ben sinema yazarlığına başladım. İstanbul’da sinema çevresinde dikkati çekti yazdıklarım. Bu sayede, o tarihlerde sinema çevresinin önde gelen kişilikleriyle yakınlık kurma imkanım oldu. İlk dostum Metin Erksan’dı. Arkasından Atıf Yılmaz’la, sonra da Lütfi Akad’la, Memduh Ün’le tanıştık. Tanıştıktan kısa bir süre sonra, Atıf Yılmaz’ın yanında asistanlığa başladım. Atıf Yılmaz’ın yanında asistanlığa başladıktan kısa bir süre sonra da, Memduh Ün beni davet etti. ‘Gel benim yanımda asistanlık yap. Sana aynı zamanda rejisörlük de yaptırırım’ dedi. Aslında ben sinema eğitimimi çok büyük ölçüde bilfiil işin içinde yaptım.”

Memduh Ün’le çalışmaya başladıktan sonra ilk filmi “Yasak Aşk”ı (1961) çeker. Film ticari başarı sağlamasa da eleştirmenler ve basın tarafından övgüyle karşılanır.

“Ben sinema ile hayatımı geçindirmek, sinemayı bir meslek olarak seçmek, hayatımı sinema ile kazanmak istiyordum. Dolayısıyla seyircinin dostluğunu kazanabilmenin, seyircinin desteğini kazanabilmenin önemli bir problem olduğunu gördüm. Sinemanın temel ilkelerinin yanında, özellikle ‘Batılı seyirciden çok farklı kültürel özelliklere sahip olan bizim seyircimiz nasıl bir seyircidir?’, ‘Ben ne tarz filmler yaparsam ya da ele aldığım konuları ne tarz işlersem bu seyirciyle aramda iletişim kurabilirim, kendimi kabul ettirebilirim?’ meselesi, benim için mesleğin içindeyken yaşadığım ikinci bir eğitim dönemi oldu.”

Daha ilk filmi “gerçekçi romantizm” olarak tanımlanan Halit Refiğ’in arka arkaya yaptığı ilk filmleri, örneğin “Şehirdeki Yabancı”, “Şafak Bekçileri”, “Gurbet Kuşları”, Metin Erksan’ın, Ertem Göreç’in, Atıf Yılmaz’ın filmleriyle birlikte ilk toplumcu gerçekçi filmler olarak tanımlanıyordu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa