02 Eylül 2018 23:05

Kaybedilmeme izin verme!

Kaybedilmeme izin verme!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şili’de, geçtiğimiz ay kanunlaşan ve gençlerin emek piyasasındaki konumlarını esnekleştiren sermaye dostu iş yasasının kabulünden sonra gerçekleşen protestolar devam ediyor. Başkent Santiago’daki ilk günümüzde bu protestoları görmeyi umarken bize yabancı olmayan başka bir yürüyüş ile karşı karşıya geldik. 11 Eylül 1973’te bombalanan Başkanlık Sarayı Moneda’ya doğru yürürken, annelerini, babalarını, kardeşlerini, eşlerini kaybeden kişilerin ellerinde siyah beyaz fotoğraflarını taşıdıkları, sevdikleri için adalet talep ettikleri bir yürüyüştü bu. İki yanı üniformalı-üniformasız polisler tarafından çevrelenmiş olan yürüyüş kafilesi bittiğinde Moneda’ya doğru ilerlemiş ve başkanlık sarayının arka tarafına ulaşmıştık. Şimdi kendimizi, Allende’nin heykelinin önünde toprağa saplanmış bulunan siyah beyaz fotoğrafların oluşturduğu bir deniz içinde buluyorduk. 52 yaşında, çiftçi, Komünist Parti üyesi, 17 Ekim 1973’te gözaltında kaybedildi; 21 yaşında, öğrenci, Haziran 1976’da evine dönerken gözaltında kaybedildi gibi ibarelerin bulunduğu fotoğraflar denizi içinde fotoğrafsız siyah bir karton göze çarpıyordu, üzerinde ‘benim kaybedilmeme izin verme’ yazan.

Pinochet’nin askeri rejimi altında, 1973’ten 1990’a kadar 3000’den fazla kişi gözaltında kaybedilmiş veya öldürülmüş, 40 bine yakın kişi ise gözaltında veya hapiste işkenceye ve kötü muameleye maruz kalmıştı. Pinochet, Marksizm’in boyunduruğu altında ezilen ülkeyi kurtarmak için tüm ‘aşırılıkları’ ezmenin yegâne yol olduğunu savunmuş, ülkeyi bir uçtan diğer uca dolaşarak bu aşırı unsurların yok edilmesini sağlayan ‘Ölüm Karavanı’nın oluşturulmasına şahsen öncülük etmişti. Ülkenin askeri rejimden kurtulduğu dönemden bu yana bu kanlı mirasla hesaplaşabildiğini söylemek zor. Askeri rejim altında gerçekleşen insan hakları ihlalleri çok az davaya konu oldu, bu eylemlerin aktörlerinden çok azı ceza alabildi. Bu yüzden aradan 40 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen yakınlarını kaybedenler, unutmanın suça iştirak etmek olduğunu, adalet talebinin, intikam istemek anlamına gelmediğini, mahkemelerin suçluları cezalandırmamasının suç olduğunu yılmadan, usanmadan haykırmaya devam ediyorlar.

Biz ise, bu talebin seslendirilebilmesini bile bir kazanım olarak gördüğümüzü düşünüp bir an kendimizden utanıyoruz. Halbuki Arjantin’deki Plaza de Mayo annelerinden, Cumartesi Annelerine, Tlatelelco Meydanındaki öğrenci katliamından, Brezilya işkencehanelerinde örgütlü kötülüğe uğramış yüz binlerce insanın en insani ve hukuki talebi olan adaletin tecelli bulması arzusu nasıl kriminalize edilebilir ki?

Acaba yürüyüştekilere, dünyanın bazı ülkelerinde annelik, kardeşlik, çocukluk kisvesi altında “kayıplarını istismar ettiklerini” savunabilen kişiler olduğunu söylesek nasıl cevap verirlerdi diye düşünüyoruz.

Bizim rejimimiz diktatörlük (dicta dura-sert dikta) değil, yumuşak diktadır diyerek alay eden Pinochet’in aklına böyle bir tabir gelmiş miydi diye hayal etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

Yasakların, kriminalize etmenin, unutmanın sınır aşırı bir hal alarak, yakınlarının akıbetini öğrenmeye çalışanlar örselenmeye devam edilirken, siyah beyaz eskimiş bir resme dahi sahip olmayan siyah karton hepimize haykırmaya devam ediyor: Kaybedilmeme izin verme!

Bu çağrı La Moneda’dan, Plaza de Mayo’ya, oradan da Galatasaray’a yükselen evrensel bir çağrı, adalet yerini bulana kadar da yükselmeye devam edecek bir hukuk mücadelesi olmaya devam edecektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...