22 Ağustos 2018 23:14

İşbirlikçilik palamarları koparılıp atılmadan bağımsızlık olmaz!

İşbirlikçilik palamarları koparılıp atılmadan bağımsızlık olmaz!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ağırlaşan ekonomik sosyal ve politik sorunların en fazla işçi ve emekçilerin durumunu ağırlaştırdığı net olmasına rağmen, bu sorunların “iç ve dış”; “milli ve gayrı milli” ikilemlerine alınarak “gündem oluşturma ve yönetme” politikasının öne çıktığı ya da çıkarıldığı bugünkü gibi koşullarda, antiemperyalizm, demokrasi, özgürlük ve toplumsal kurtuluş sorunlarının bulandırılması daha fazla mümkün olmakta daha da kolaylaşmaktadır. Bağımsızlık, özgürlük ve demokrasiden sözedilmesinin dahi-bunların içeriklerinin ne olması gerektiği ayrı bir tartışma konusudur- soruşturulma ve zindanlara tıkılma nedeni olduğu bir ülkede, bu politikadan sorumlu olanların “ya öleceğiz ya da bağımsız olacağız!” açıklamaları, pratikleriyle bağdaşmaz ve aldatma amaçlı bir söylemden ibaret kalır. Aldatıcılık ise, kendilerini “sol”da göstererek sömürü sistemini ve onun koruyucu şiddet makinesini savunmada işbirlikçi tekelci burjuvazi ve temsilcileriyle birleşenlerinki de dahil, somut siyasal pratik diye bir “ölçüt”le karşı karşıyadır. Yalanın krize girmediği ülkelerde bile insanlar yaşayarak görme ve öğrenme gibi ilkel bir öğreticiye sahiptirler.

Türkiye ekonomisinin “dışa bağımlı”lığını sermaye kodamanlarıyla sermayenin çıkarlarına bağlı politika yapan partilerin yöneticileri de kabul ediyor. Türkiye, ekonomik büyüklük bakımından dünya ölçeğinde 17. sırada yer alıyor. Bu büyüklük ülke yöneticilerinin abartılı rakamlarıyla dahi 900 milyar dolar civarında. Borcu ise 450 milyar dolar. Büyük sermaye sahipleri sıralamasında da dünya ölçeğinde listeye girebilir düzeyde servet yığınağı yapmış ve fakat sayıları çok fazla olmayan tekelci patronlarla şirketleri bulunuyor.

Bu en büyükleri başta olmak üzere tekelci şirketlerin, Erdoğan başta olmak üzere devletin “milli ve yerli” politikacıları tarafından “dış”, “yabancı”, “gayrı milli” ve hatta dil sürçmesiyle de olsa ara sıra “emperyalist” diye tanımlanan uluslararası tekellerle, emperyalist-kapitalist devletlerle çeşitli şekillerde girift ya da ilişkili oldukları, bu şirketlerin “milli ve yerli” uzantısı durumundaki “iş ortakları”yla kendileri de “sermayedarlar kısmı”ndan olan politikacılar bile reddedemezler. Reddetmeye kalktıklarında da düpedüz yalan söylemiş olurlar. Kayıt dışı olmadıkları sürece bütün mali ve büyük sanayi şirketlerin iş ve üretim örgütlenmesinin; gelir-giderinin muhasebe kayıtları, bu iş ve kâr ortaklığıyla mali soygun ve rant paylaşımının kaynağını açık eder.

Buna rağmen ama, bu uzantı ve ortak şirketlerin sahipleriyle medyadaki CEO’ları ve iktidarı ellerinde bulunduran partinin yönetici ve sözcüleri, “dış güçlerin Türkiye’ye ekonomik savaş açtıklarını” belirterek halk kitlelerini sermaye çevrelerinin çıkarları için fedakarlığa çağırıyorlar. Bu çağrının etkili olması için döviz bozdurma seansları dahi düzenlendi.

Bağımlı bir ülke olmanın kaçınılmazlıklarından biri olarak ekonomide yaşanan sorunları salt dış devletlerle, hatta dönemsel olarak sadece ABD yönetimiyle ilişkilerdeki gerginliklere bağlama politikası ya da taktiği, Erdoğan yönetiminin manevra alanını belli ölçüde genişletiyor. Yönetim, kapitalist ‘barbarlık düzeni’yle “ezan ve bayrak” arasında kurduğu ilişki üzerinden yığınların desteğini almaya ve büyütmeye çalışırken, karşı karşıya olduğu sorunları da “milli ve dini” ritüellere bağlı halk kitlelerinin başı üzerinden çözmeye çalışıyor. ABD işaret edilerek ve Trump’ın ilan ettiği yaptırımlar gibi somut bir gerekçeye sarılarak “Amaç, Türkiye’yi ve Türk milletini dize getirmektir, esir almaktır” dendiğinde, “Türk milleti”de esir olmamak ve “Türkiye’yi teslim etmemek için” açlığı, işsizliği, yoksulluğu kabullenme pahasına iktidarın ardı sıra safa girecektir! Beklenti budur.  “Anti Trump” ajitasyonun dozajının yükseltilmesi de bu beklentiyle ilişkilidir.

Ne var ki, bu sözüm ona meydan okumalarla tam zıt yönlü şekilde işbirlikçilik devam etmektedir: Dışişleri Bakanı’nın “diplomasi” daveti, bir tür teslim olma çağrısıdır. NATO’ya “kadim” bağlılık ve hizmet üzerinden sürdürülen “etmeyin-yapmayın” yalvarısı bir tür komisyon payı talebidir. ABD, 16 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğüyle, 1.4 trilyonluk ihracatıyla dünyanın en büyük ekonomik gücü olmasının yanı sıra doların uluslararası işleviyle de bağlı mali, politik ve kendisine en yakın ilk sekiz ülkenin toplam askeri gücüne denk gelecek denli  devasa askeri gücüyle uluslararası alanda ceza kesici arsız korsan konumundadır. Türkiye’yi yönetenler 70 yıldır  bu güce bağlı ve bağımlı olarak hareket ediyorlar. İlişkilerinin Kıbrıs, Irak ve Suriye politikaları çerçevesinde görüldüğü gibi zaman zaman gerilmesine rağmen bu işbirlikçi ilişki; bu bağımlılık ve bağlılık devam ediyor. Yeni durumda da Dışişleri Bakanı’nın “diplomasi” daveti bir tür teslim olma çağrısıdır. NATO’ya “kadim bağlılık” ve hizmet üzerinden sürdürülen ilişkilerde de sorun yok. İki ülkenin silahlı kuvvetlerinden sorumlu generallerle bakanlar askeri işbirliğinde sorun yaşanmadığını ikide bir ilan ediyorlar.

Oysa esir ve teslim olmamak, evet şarttır! Sadece Amerikan emperyalizmine değil emperyalistlerin hiçbirine teslim ve esir olmamak gerekir. Bunu ama emperyalizmin işbirlikçileri; uluslararası sermayenin yerli ortaklarıyla onların politik askeri temsilcileri yapamazlar/yapmazlar. Bu onların işi değil! Ne antiemperyalist tutum ne de demokratik siyasal hak ve özgürlükler tekelci gericilik ve işbirlikçi siyasal iktidarlar için önem taşır. Bundandır ki TÜSİAD vb. gibi büyük sermaye örgütlerinden burjuva anlamıyla da olsa siyasal özgürlüklerden yana lafazanlıktan öte tutarlı bir tutum almaları beklenemez. ABD askeri üstleriyle, ikili ve çok taraflı politik askeri-stratejik anlaşmalarıyla, NATO yaptırımlarıyla ve DOLAR’ın dünya ölçeğindeki etkisiyle Türkiye’dedir. “Meydan okuyoruz, teslim olmayacağız!” diyerek halk kitlelerini iktidarının yedeğinde tutmaya çalışan sermaye politikacılarıyla devlet yöneticileri bunlara karşı bir yaptırıma yönelmiş değillerdir. Ekonomik bağımsızlık bir yana-ki bunun gerçekleşmesi için emperyalist uluslararası dünya kapitalizmiyle bağlı ve bağımlı olmanın son bulması gerekir ve bu bir devrim sorunudur- biçimsel siyasal bağımsızlığın gereği olduğu denli dahi, bol çalımlı açıklamalardan başka atılmış ciddi bir adım yoktur.

İşçi sınıfı ve emekçiler, antiemperyalizmin, bağımsızlık ve özgürlüğün, emperyalistlerle, mali sermaye ve uluslararası tekellerle iş tutan, onların düzenine göbekten bağlı bir sistemin temsilcileri tarafından gerçekleştirilecek bir şey olmadığını; bu görevin kendilerine düştüğünü bilerek bu sorumluluğu üstlenmedikleri sürece, emperyalistlerle işbirlikçileri, aralarındaki çelişkilere rağmen, sömürü sistemini sürdürme paydasında birleşmekten geri kalmazlar. Bir savaş içinde olunduğu ileri sürülerek kendilerinden fedakarlık istenen emekçiler, “Vatan, ezan, bayrak savaşı”ndan söz edenlerin uluslararası sermaye ile, emperyalist devletlerle iş tuttuklarını gözardı ederlerse, ülkeye de kendilerine de büyük zarar vermiş olurlar. Türkiye kapitalizmi evet dışa bağımlıdır ve bunun kendisi ek yükler getirmektedir. Daha dünyaya gelmemiş ve fakat gelecek olanlar dahi borçlu duruma düşürülmüşlerdir. Ülke ekonomisi her yıl ülke dışından 250 milyar dolar döviz girişine ihtiyaç duyar haldeyse, onun tüm yükü en başta işçilere, kent-kır emekçilerine yıkılacaktır. Yabancı sermaye davetiyesi çıkarmada birbirleriyle yarışan “bakanlar”la Maliye ve Hazine’nin damat prensi, işten kovulan işçilerle on milyonlarcası yoksulluk sınırında ve altında yaşayan ülke emekçileri ya da topyekün yok sayılıp hatta terörist ilan edilen Kürtler daha iyi yaşasınlar diye didinmiyorlar.

Burjuvazi ve burjuva devlet iktidarı için fedakârlık etme kuyruğuna giren işçi ve emekçiler henüz kendilerinin olduğu gibi ülkenin ve tüm halkın çıkarına olan ile sermaye ve temsilcilerinin çıkarına olanı ayırt etme düzeyinde “kendileri için” politika bilincine ulaşamamışlar demektir. Nesnel durum ve çıkarlarıyla politik-ideolojik tutumları arasında, kendileri aleyhine işleyen çelişkinin çözümü için ilk adım, vatan ve “millet”in emekçileri yararına olanı görüp sermaye partisi ve iktidarından uzaklaşmaları, kendi sınıf partilerinde birleşmeleridir. Her sınıfın bağımsızlık ve demokrasi sorununa yaklaşımı, ekonomik-sosyal ve politik çıkarlarıyla bağlı olarak farklılık gösterir. İşçi sınıfı ve kent-kır emekçileri, sermaye politikalarına aldandıkları sürece gerçekten bağımsız bir ülkede siyasal özgürlüklerini engelsiz kullanarak yaşama olanağı bulamazlar. Bağımsızlık da demokrasi de işbirlikçi tekelci gericiliğe, sermaye egemenliğine karşı mücadeleyi gerektirir. Bu olmaksızın emperyalizme karşı mücadele başarılamaz. Ülkedeki tekelci sermaye uluslararası sermayeden bağımsız olmadığı gibi, onun “milli ve yerli” olma iddiasındaki politik temsilcileri de antiemperyalist ve demokrat değillerdir. Antiemperyalizm demek aynı zamanda işbirlikçiliğin reddi demektir. Bu da palamarın parçalanmasını, tekellerin sultasına son verilmesini, bağımlılık ve vasallığın reddini gerektirir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...