20 Ağustos 2018 00:17

Kriz çözümlemelerinin niteliği

Kriz çözümlemelerinin niteliği

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ekonomik koşullar toplumun geniş kesimleri için her geçen gün ağırlaşıyor. Paranın değer kaybına bağlı yoksullaşma, yüksek enflasyon ve borçluluk koşullarında dar gelirliler açısından durumu daha da zorlaştırıyor.

Merkez Bankası verilerine göre hanehalkı borçlarının yaklaşık olarak yüzde 56’sı ihtiyaç kredisi ve bireysel kredi kartlarından oluşuyor. Yani borçlanmanın temelinde gelirin zaten yetersiz olması var. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşulların yol açacağı ilave maliyet böylesi bir tabloya eklenecek.

Nitekim fabrikalardan gelen haberler işten çıkarmaların, ücretsiz izinlerin, tazminatsız fesihlerin başlamış olduğunu gösteriyor. Çalışmayı sürdürebilenlerin ise reel kayıpları oldukça fazla. Ne fazla mesai ücreti alabiliyorlar ne de bayram ikramiyesi.

Buna karşılık gündemdeki tedbirlerin merkezinde ise sermaye gruplarının nasıl korunacağı var. Üstelik iktidar kadar muhalefetin geniş kesimlerinin önceliği de aynı yönde. İktidara yönelttikleri eleştiriler, alınacak tedbirlerin emek gücüyle geçinen kesimler açısından doğuracağı sonuçlara değil, sermayeyi yeterince rahatlat(a)mayacağı yaklaşımına odaklanıyor. Yapılan, yapılmayan ya da geciken müdahalelerin sermayenin farklı kesimlerini nasıl etkileyeceği tartışılırken, bunların sınıfsal sonuçları muhalefetin gündeminde de yok.

Oysa ekonomik krizler emek sermaye çelişkisinin derinleştiği ve bölüşüm eşitsizliğinin daha da arttığı dönemlerdir. Çünkü böylesi dönemlerde işten çıkarmalar ve reel ücret baskılamaları yoluyla işçilik maliyetlerini azaltmak sermaye açısından kolaylaşır. İşverenler bağıtlanmış olan toplu sözleşmelerden doğan borçlarını bile yerine getirmekten kaçınmaya çalışırlar.   

Alınacak tedbirlerin sermayenin ekonomik yüklerini hafifletmeye odaklanması ise bu tabloyu işçi sınıfı açısından zorlaştırır ve daha da eşitsiz hale getirir.

Dolayısıyla ekonomik krizin sonuçları toplumsal kesimlerin tümünü aynı ölçüde etkilemez. Krizin maliyetinin neye göre belirleneceği ve hangi kesimlere yükleneceği ise kriz çözümlemelerinin niteliğine göre şekillenir. Yani ekonomideki kötüye gidişin nasıl analiz edildiğiyle hazırlanacak reçetelerin sınıfsal niteliği arasında doğrudan bir bağ bulunur.

Tam da bu noktada gerek iktidar gerekse muhalefet, içinde bulunduğumuz koşulları kapitalizmin doğası ve işleyiş prensipleriyle ilişkilendirmekten kaçınıyor ve bu konuda ortaklaşıyorlar.

İktidar kanadı meseleyi tümüyle bir dış siyaset sorunu olarak değerlendiriyor ve “kriz değil ekonomik savaş” diyor. Toplum emperyalizme karşı direnmeye çağırılıyor ancak aynı zamanda ABD’nin ‘dost’, ‘müttefik’ ve ‘stratejik ortak’ olduğu da vurgulanıyor.

Başta ana muhalefet olmak üzere birçok muhalefet partisi ise konuyu bütünüyle iç siyaset meselesine indirgemiş durumda. Sorunu Türkiye’deki rejim değişikliğinden ve iktidarın yönetim yanlışlarından ibaret sayıyorlar. Bu koşullarda getirilecek olan hiçbir tedbirin sermayeye yeterince güven vermeyeceğinden yakınıyorlar.

Dolayısıyla kapitalizmin yapısal sorunları ve mevcut birikimin rejiminin daha fazla sürdürülemez olması her iki tarafın da gündeminde yok. Bu durumda iktidarın aldığı tedbirler yürürlükteki ekonomik programa karşı ciddi bir alternatif olma özelliği taşımıyor. Muhalefetin de böyle bir beklentisi yok zaten.  

Kapitalizmin kriz yaratan doğasını ve sınıfsal çelişkiyi görmezden gelen analizler doğrultusunda krizin maliyetini emekçi kesimlere yükleyen düzenlemelerin “zaruret” olduğunu söylemek kolaylaşıyor. Böylece eşitsizlik yaratan dinamikler ortadan kaldırılmadığı gibi, toplumsal açıdan meşrulaştırılmış da oluyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...