18 Ağustos 2018 00:43

Krizin yarattığı fırsat

Krizin yarattığı fırsat

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Krizler fırsattır. Her fırsat ancak yönünü bilenler için yükselir. Kapitalist krizler de, yönünü en iyi bilen sistem ağa babaları olan komprador patronlar için avantajdır. Ben bugün kriz olgusunu bir fırsat olarak ele alacağım, ancak bu fırsatı kabahatini örtmeye çalışan siyasiler ve insanı sülük gibi sömüren patron açısından değil, düşünce ve eylem tembelliğinin kurbanı olarak sömürülen haklar ve ezilen kesimlerin yanında olması düşünülen kurum ve örgütler açısından irdeleyeceğim.

Krizler sistemin işleyişini, krizlerden kimlerin görece en çok zarar göreceğini, kriz esnasında ve sonrasında siyasilerin tavırlarını ve hangi politikalarla krizden çıkış yolu arayacaklarını gösteren adeta bir sistem röntgeni işlevi görür. 2008 krizi gibi küresel çöküşler küresel sistemin genel işleyişi hakkında fikir verirken, ülkemizde yaşadığımız son kriz gibi yerel çöküşler ise sistem dâhilinde görece bağımlı bir ekonominin sürüklenebileceği badirelere ışık tutar. Şimdi bu noktaları aklımızda tutarak seçim sonrası gelişmelere şöyle bir göz atalım.

İlk durağımızda son seçim ertesinde patlak veren krizin sebebini sorgulayalım. Unutmayalım ki, her toplumsal olay, yaşanmış birikimin bir ateşleyici ile patlamasından başka bir şey değildir. Yani, son kriz anlık bir oluşum değil, uzun yıllar birikimin sonucudur. Şimdi, bir iktidar düşünelim ki, birikim esnasında da kıvılcım oluşumunda da iş başında idi! Durumu netleştirirsek öyle gözüküyor ki,  birikimin sorumlusu dönemin siyaset yapısı, kıvılcımı ise aynı kadronun zorladığı iktidar yapılanmasıdır. O zaman sürece ve vardığımız sonuca bakalım. Aklı başında tüm analizler gösteriyor ki, krize neden olan birikim, 2000 IMF-Derviş programının toplum yararından çok, siyasi rant yararına kullanılması sonucunda gerçekleşmiştir. Şöyle ki, küresel bol para ile bütünleşen 2000 programının kullanım biçimi maddi ve beşeri sermaye birikimine değil, siyasi rant kaygısı ile toprağa yönlendirilince doğal olarak faiz yükselişine geçildi. Döviz ve mal bolluğu ile pembe dünya yaratırken, fiyatlar da baskılanabiliyor, böylece siyasal örgüt yabancı kaynakları har vurup harman savurma misali vitrine mal koyarak programları, belki de davası için zaman kazanırken, aslında hesap gününü ilerilere atıyordu. Ne var ki, Türkiye Ortadoğu’da önemli konumda bir ülke ve siyasetin bulunmaz şansı olarak da Sovyetler kapitalist Rusya’ya dönüşmüş idi.

Bu gidiş zamanla ekonomi olarak sıkıştıkça siyaseti zorluyor ve politika değişikliğine yol açıyordu. Ortam tedricen ve zecri olarak oluşturulduktan sonra ülke yönetimi tek odaklı karar sürecine dönüştürülmeye çalışıldı ve nihayet rejim değişikliği yaşandı. Böylesi zoraki dönüşüm iç ve dış çevreyi gereği kadar ikna edemedi, zira dönüşümün bir parti iktidarı ile değil, ancak bir kurucu meclis marifeti ile yapılması gerekirdi. Bu gidişata onay ve destek veren hukukçular tarihin huzurunda hesap vermek durumundadır. Böylesi zor(un)lu ve güvencesiz dönüşüm, Tahkim Komisyonlarından ballı ödünler alan verimsiz iç burjuvazinin “istikrar” avazları ile perdelenirken, yabancı yatırımcılar duruma daha dikkatli yaklaşıyordu. Nihayet kabinenin ilanı tüm niyetleri ve olası gelecek tabloyu gözler önüne serince fitil ateşlendi. Küresel kaynakların sıkışması da bu sürecin yağlayıcısı oldu. Kısacası, küresel emperyalizme kaynak aktararak büyümeye çalışan bağımlı ekonomi, dizginlerin kimin elinde olduğunu acı şekilde görmeye başladı. Bu durumu telefonları çiğneyerek akıl almaz çılgınlıklarla dışa vurmak aynı anda akli melekelerin dış yansımasından başka bir şey ifade etmez. Emekçilerin protesto olarak makineleri parçalamasına Marks’ın verdiği öğretici ve bir o kadar da eylemcilerin zekâ düzeyini sergileyici yanıt, burada zikredemeyeceğim kadar alçaltıcıdır.

İkinci durak da açıktır ki, krizden çıkış senaryolarıdır. Krizin maliyetinin kimlere yıkılacağı yanında, krizden yararlanılarak sermaye kârlarının kaçlara katlanılacağı projeleri de gizli odalarda havalarda uçuşmaktadır. Durum biraz daha sakinleştikten sonra, gelecek yazılarda da bu konuyu irdelemeye çalışacağım.

Güven; bir toplumun tek sığınma yeridir. O yer tahrip edilirse, aynı tencerede olmamakla beraber aynı gemide olan herkesi vurur. Nitekim vuruyor da! Sesi çıkamayan burjuvazi yabancı sermayeye çağrı yapan bakana hesap dahi soramazken; bir zamanlar başbakanına muhatap olmadığımızı haykırdığımız Irak’tan gelen destek dahi siyasilere nefes aldırırken, ne uygulanmış politikalarımızı sorgulamak, ne de yapılmış hatalarla samimi olarak yüzleşme cesaretini gösterebiliyoruz. Kaçırdığımız fırsatlar bunlardır. Halkımızın, emekçi kesimlerin, muhalefetin görevi, körü körüne destek değil, bilinçli yürüyüşe yöneliştir. Ülkemizi düzlüğe çıkarmak amacıyla bilinçli yürüyüşe yönelişte ilk adım geçmişi sorgulamak, ondan ders almaktır. Kriz bize sistemi açık eder; siyasi örgütün felsefesini gün yüzüne çıkarır; burjuvazinin nasıl fırsat kolladığını ortaya koyar; emperyalizmin emellerini kafamıza sokar; ve, krizden çıkış politikalarının kimlerin lehine kimlerin aleyhine şekillendirildiğini, bu süreçte sermaye ile siyasetin nasıl elele yürüdüğünü gösterir. İşte, emperyalizmin, burjuvazinin ve bunların işbirlikçisi konumundaki siyaset organlarının emellerinin net anlaşılabileceği kriz ortamları kaçırılmaması gereken fırsatlardır.    

Her şeye rağmen, iyi bayramlar, huzurlu günler dilerim!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...