05 Ağustos 2018 00:15

Seviyorum-Sevmiyorum

Seviyorum-Sevmiyorum

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bakkala sepet sallanan, manavın domatesi seçtirdiği, kasabın “O et sana gelmez nuar vereyim bugünlük” dediği, orta yerine haftanın bir günü pazar kurulan, komşuların camdan cama seslendiği, çocukların sokakta oynadığı, susayınca herhangi bir zili çaldığı, yaz geceleri balkonlarına sofra kurulan, sarı ışıklı pencerelerden müzikler sızan mahalleleri seviyorum.

Bir kadınla bir adam sarıldı diye üstlerine saldırılan, kadınların yolu kesilip eteğinin boyu yüzünden azarlandığı, bir evden gece kahkaha yükselse fuhuş var diye karakolu arayan, esnafının kapı önüne attığı taburelerde oturup, bir yandan geçen kadınların poposuna baktığı, bir yandan da cıkcık çektiği, perdeleri sıkı sıkıya kapatmak zorunda kaldığın, aksanına gelecek tepkilerden korktuğun, radyonun sesini kıstığın mahalleleri sevmiyorum.

İşletmecinin müzikle müşterilerin nabzını tuttuğu, sırasıyla rahatlatıp, güldürüp, ağlatıp sonra da oynattığı, masaların birbiriyle kaynaştığı, kadehlerin mekanın ortasına kalktığı, yemeklerine özenilmiş, duvarları geçmiş yıllardan anıların fotoğraflarıyla dolu samimi meyhaneleri seviyorum.

Sandalyeleri İtalyan, fayansları çini olup da toptan alınmış kiloluk mezeyi tabaklara koyup getiren, 8 tane zeytine 2 kalem pirzola fiyatı isteyen, menüdeki bir tabak yemek fiyatı ücrete konservatuvarlı çocuklara müzik yaptıran, ehlikeyf isteyince ağız büzen, buzun-suyun senkronunu tutturamayan, nasılsa bu kafayla kimse kontrol etmez diye adisyonu şişiren, manzara ziyanı, dekoru havalı, hizmeti hava kaçıran restoranları sevmiyorum.

Salonunda büyük kitaplıklar, duvarlarında reimler olan, orta sehpası üzerinde dergiler yayılmış, mutfağında misafir için ayrı, günlük kullanım için ayrı tabak olmayan, hijyen kuralları mutluluktan önce gelmeyen, derli topluluğu ayağını uzatıp yatmaya mani olmayan, kapısından girer girmez seni sarıp sarmalayan, kanepesinde uyuyakabileceğini hissettiğin, süslü ikramlarla değil samimi bir bisküvi ve çay tabağı ile ağırlanıp misafire kendini yük hissettirmeyen evleri seviyorum.

Bir reklam filmi dekoru gibi tasarlanmış, iz yapacak korkusu ile kahveni bir yere koyamayıp elinde tuttuğun, pek bir ihtimamla temizlendiği belli olan halıya dökülmesin diye, çok övgü beklenildiği belli ikramlıkları yerken, tabağı çenenin altına kadar yaklaştırmak zorunda hissettiğin, sen tuvaleti kullanmak istediğinde ev sahibinin yüzüne yerleşen ifadeye mani olamadığı, ellerini dantel kenarlı havluya silerken  bir suç işler gibi tedirginlik duyduğun, parlak beyaz mobilyaları ışık saçan, ahşapların cilası göz alan, gösterişli olsun diye anlamsız obje dolu, anısı değil kaidesi bol evleri sevmiyorum.

Karşına beklenmedik, özenilmiş çeşmeler çıkaran, kenarında aile işletmesi, yemeği lezzetli restoranlar bulunan, bazı yerlerde daraldığında üzerinde ağaçların gölgesini hissettiğin, sağa çekip gelincik toplayabildiğin, iyi bir radyo denk getirirsen insana ömür katan, saatleri su gibi akıtan, sohbetleri coşturan yolları seviyorum.

Yanı yöresi inşaat olan, habire gişelere soktuğu için hesabını kaçırarak para ödediğin, kocaman mola tesislerinde bir ayrana 10 lira para verdiğin, neden olduğunu bilmediğin şekilde yer yer kukalarla kapatıldığı için habire trafiğe sokan, 3 saat sürecek beklentisi ile çıktığın için gözünü saatten ayıramadığın, hedeflenenden 2 saat rötarsız varamadığın, her şeyin müsebbibi, icraatların önde gideni, bayrak tutanı yolları sevmiyorum.

Otogarda, havaalanında, adliyede, cezaevi önünde, çok bilindik bir pastane önünde, kendini tutamayıp karşılıklı koşmalı, birinin ayaklarını yerden kesen, birinin başını diğerinin boynuna gömdüğü, ellerin karşısındaki sırta sımsıkı yapıştığı, bazen dudakların da buluştuğu, yüzler gülerken gözlerin dolduğu kavuşmaları seviyorum.

Sloganlar ve alkışlarla, bazen kornalarla marşlarla, sevdiklerinin başı geriye dönük, ayakları ileri giderken, ne zaman ve nasıl biteceği belli olmayan ayrılıkları sevmiyorum.

Derdini anlatırken gözünün içine bakan, sen şaka yapınca hemen gülüveren, insanları genelde olduğu gibi kabul eden, hayatla kavgası sadece kendi etrafında dönmeyen, dünyanın derdini kendi derdi bilen ama gama, efkara değil çözüme, çabaya odaklanan, başına bir iş gelse arayabileceğini kalbinde hissettiğin, hatalarını yüzüne söyleyeceğini bildiğin, hatasını yüzüne söylemekten çekinmediğin, arkadaşlarının başarısından gurur duyabilen, akıl istendiğinde yardımcı olmak için çabalayan, haklı çıkmak için değil, başka bir görüşü de anlayabilmek için tartışan, tabusu, egosu, ön yargıları olmayan, esnek, neşeli, çözümcü insanları seviyorum.

Her şeyi en iyi bildiğini düşünen, herkes için illa ki bir şeylerin üstencisi, üretmeden eleşti-rerek var olan, şakayı insanın ağzına tıkan, hassasiyetlerini bir yük gibi karşı tarafın sırtına yıkan, her çektiği sıkıntıyı yeni bir dünya savaşı sanan, suçu hep başkasında arayan, yakınmalarla beslenen, tahammülsüzlükle doyan, sürekli öfke dolan, çelişmeyi normalleştirmiş, utanma duygusunu yitirmiş, para gözünü bürümüş, yalanı önemsizleştirmiş, kendinden başkasını hiçbir zaman beğenmemiş, takdir etmeyi hiç bilmemiş, tek bir gerçek dost edinememiş insanları sevmiyorum.

İçinde bilmediğim bir hikaye, bir tarihçe, bir data, bir istatistik, bir bilgi içeren, ufkumu genişleten, dimağımı geliştiren, kalbime ya da aklıma seslenen, bazı cümleleri ağzımda çikolata gibi tat bırakan, kendimi bulduğum ya da hiç bilmediklerimi gördüğüm, sorular sorduran, verdiği yanıtlar iç soğutan yazıları seviyorum.

Her satırının altından “Bittik biz” anlamı çıkan, ne kadar da çok kaybettiğimizi anlatan, neler olabileceğini anlatırken içimi karartan, sanki kimse elini taş altına koymamış gibi herkesi birden suçlayan, bunu yaparken o eleştiri konusundan muafmış gibi kendini aklayan, okuduktan sonra içimin daraldığı, benzimin sarardığı yazıları sevmiyorum.

Memleket bir papatya, bazı günler seviyorumla bitiyor bazı günler sevmiyorumla. Ama işte sonuçta, bildiğim bir çiçek.

“Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde” demişti Mahir Çayan.

Okundukça çoğaldığını hissediyor insan.

Yukarıdaki satırlarda aynı düşündüğümüz noktalar varsa aynılar aynı yerde durduğumuzu hissederiz, kalabalık olma hali iyi gelir bize diye düşündüm.

Yanık teni serinleten hafif bir esinti gibi bir pazar olsun, zaman yavaş aksın, karşınıza hep sevdikleriniz çıksın dilerim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...