27 Temmuz 2018 00:40

OHAL, 'Tek adam rejimi'nin stratejik dayanağıdır

OHAL, 'Tek adam rejimi'nin stratejik dayanağıdır

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AKP’nin MHP ile, daha doğrusu Erdoğan’ın Bahçeli ile anlaşmasıyla birlikte OHAL’i kaldırmanın şartı olarak hazırlanan teklif, önceki gün TBMM’de kabul edilerek yasalaştı.

Önceki gün yasalaşan düzenlemenin neler içerdiği, gazetemizde ve çeşitli medya organlarında pek çok yanıyla ele alındı.

Valileri olağanüstü yetkilerle donatan 25 maddelik tasarı, OHAL’i aratmayan, hatta aşan pek çok düzenlemeyle dolu.

Mecliste böylece AKP’li ve MHP’li vekiller, liderleri Erdoğan ve Bahçeli’nin isteğine uyarak 18 Temmuz’da sona eren OHAL’i, arkadan dolanmak suretiyle “Üç yıl daha sürdürmek için” oy kullanmış oldular.

Böylece Meclis, OHAL’i her üç ayda bir uzatma külfetinden de kurtulmuş oldu ve üç yıl birden uzattı!

OHAL ZORAKİ KALDIRILMIŞTI!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Seçimden sonra ilk işimiz OHAL’i kaldırmak olacak” noktasına gelmesi çok zor olmuş, bunun için bir “büyük U dönüşü” gerekmişti. Nitekim 24 Haziran seçimi için start verilen süreçte, (gerek Erdoğan’ın “manifestosu”, gerekse AKP’nin yaptığı miting ve toplantılarda) “OHAL’in seçimden sonra da kaldırılmayacağı”, bunun “terörle mücadelede” ve “Muhtemel grev ve direnişleri bastırmak” için gerekli olduğu çok kesin bir dille ifade ediliyordu.

Ama toplumun çeşitli kesimlerinden gelen tepkiler ve muhalefet partilerinin “OHAL’i kaldıracağız” vaadinin önemli bir karşılığının olduğu ortaya çıkınca Erdoğan, “Biz de OHAL’i kaldıracağız” deme çizgisine gelmek zorunda kaldı.

OHAL’i kaldırmayı “Ortak yoldan bir sapma” olarak gören Bahçeli, Erdoğan’a karşı çıkınca; aralarında yapılan görüşmeden sonra “OHAL Yasası’nın verdiği yetkilerini olağan yasalara geçirerek” ve “Her an OHAL’in yeniden ilan edilebileceği” şartları ile “OHAL’i kaldırma”  konusunda anlaştılar.

Bugün karşı karşıya kaldığımız “OHAL’siz OHAL dönemi”, işte bu lanetli anlaşmanın eseridir.

Böylece bir kez daha görüldüğü üzere; halkın siyasiler üstündeki denetimi 5 yılda bir yapılan seçimlere indirgendiğinde, sermaye partileri ve onların siyaset erbabının bir eliyle veriyor göründüğü her şey öteki el vasıtasıyla fazlasıyla geri alınmaktadır.

OHAL etrafında yaşanan bu gelişmeler, işçiler ve emekçiler için ders çıkarılması gereken örneklerle doludur. Çıkarılması gereken en önemli ders ise; emekçi kitlelerin siyasete her an müdahale edebilecekleri bir mücadele hattına girmeleridir.    

OHAL, TEK ADAM REJİMİNİN OLAĞAN YÖNETİM BİÇİMİ

Son iki yıl içinde, OHAL’i yedi kez uzatmak için öne sürdükleri gerekçelere bakıldığında şu açıktır ki; Bahçeli-Erdoğan ittifakı, “OHAL’i olağan bir yönetim biçimi”, “OHAL’siz yönetimi” ise, “Zorunlu kaldıklarında razı oldukları geçici bir yönetim” olarak görmektedir.

OHAL’in ilan edilmesinden beri Erdoğan-Bahçeli ittifakının OHAL’in sürme gerekçesini “terörle mücadele”ye, iç ve dış politikaya (ekonomik politikalara da) bağlamaları nedensiz değildir. Zira  bunun 1071’den beri Türk-İslam dünyasının ana ekseni olduğu bilinmektedir. Ebediyete kadar sürdürüleceği ilan edilen bu eksen, onların OHAL’siz bir yönetimi düşünmediklerinin de açık göstergesidir.

Başka bir söyleyişle; Erdoğan-Bahçeli ittifakının ülkeyi yönetme stratejisi, “OHAL’i sürekli ve olağan bir yönetim biçimi” olarak benimsemiş olmaktır.

Bu yüzden de üç aylık sürelerle uzatılan OHAL döneminden, “Üç yıl birden uzatılan bir OHAL’siz OHAL dönemine” geçilmiştir.

Ve dahası, üç yıl sonra bu “OHAL’siz OHAL’in kaldırılacağı” da kesin değildir.

Tersine geçen süre içinde bu yönetimin, OHAL yetkileri daha da artırılmış olarak, bir üç yıl daha uzatılması, ya da olağan yasaların daha da olağanüstü hale getirilmesiyle karşılaşmamız sürpriz olmayacaktır.

BUNDAN SONRASINI KARŞIT GÜÇLERİN MÜCADELESİ BELİRLEYECEK

Peki, Erdoğan-Bahçeli ittifakı iktidara geldi diye; Türkiye OHAL düzenine ya da örtülü OHAL düzenine mahkum mudur?

Elbette ki hayır!

Çünkü gerek işçi sınıfının uluslararası mücadelesi gerekse Türkiye’nin yakın geçmişindeki mücadeleler göstermektedir ki; ülkemizdeki özgürlüklerin, demokratik hakların gelişmesini belirleyen şey egemenlerin gönül bolluğu, onların şu ya da bu yönetimi “tercih etmeleri” değil; tersine egemen-gerici güç odaklarına karşı mücadele eden emek, demokrasi ve özgürlük güçleridir. Yani, “Ne kadar mücadele varsa o kadar özgürlük olacak”tır!

24 Haziran seçimi en gerici güç odaklarına bir avantaj kazandırmıştır ama bunun karşısında “tek parti tek adam rejimi”ne karşı olan, gerçek bir demokrasi mücadelesinin gücü olabilecek çok geniş bir kitle vardır.

Burada önemli olan demokrasi güçlerinin ön cephesinde yer alanların, geniş kesimleri birleştiren ve bunu bir mücadele gücüne dönüştüren bir inisiyatifle hareket etmeleridir. Bundan sonrasını da bu belirleyecektir.

HANİ BAĞIMSIZ YARGI VARDI?

ABD’li Rahip Andrew Brunson ev hapsi verilerek tahliye edildi.

İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde “Terör örgütüne (FETÖ ve PKK’ye) üye olmadan yardım etmek” ve “casusluk” suçundan 35 yıl hapis istemiyle yargılanan Pastör Brunson’un, 18 Temmuz’daki duruşmasında tahliye talebini mahkeme reddetmişti.

İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi, tutukluluğu “ev hapsi”ne çevirmenin gerekçesi olarak Brunson’un “sağlık sorunlarını” gösterdi.

On gün önce, Brunson’un tahliyesinin reddedilmesi üzerine Trump, Erdoğan’a hitaben attığı tweette, “Rahibin tutuklu kalması rezalet” demişti.

ABD Senatosu da Pastör Brunson’un tutuklanmasına tepki olarak, Türkiye’ye yaptırım getiren bir tasarı hazırlamıştı.

Aslına bakılırsa, “Brunson’un tutukluluğu sorunu”nun, ona yönelik suçlamaların gerçek olup olmadığından bağımsız olarak,  buraya geleceği az çok gelişmeleri izleyen herkes için biliniyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Çavuşoğlu, Brunson’un serbest bırakılması talepleri karşısında, “Bu yargının sorunu. Biz yargıya müdahale edemeyiz” deseler de içeride ve dışarıda buna  kimse inanmıyordu. Çünkü bu tartışmanın başında Erdoğan, ABD yönetimine yönelik olarak, “Sizde de bizim bir papazımız (Bu Fethullah Gülen oluyor) var. Ver papazı al papazı!” diyerek, Brunson’un tutukluluğunun bir “pazarlık kozu” olduğunu açıkça ifade etmişti. Yani Brunson’un tutukluluğunun tamamen bir “alışveriş sorunu” olduğu ortaya çıkmıştı. O zamandan beri de ABD yönetimi Türkiye’ye Brunson’un “Rehin olarak tutulduğunu” öne sürüyordu.

Şimdi daha bir hafta önce Brunson’un “tutukluluğunun devamı”na karar veren mahkemenin şimdi, tutukluluğu “ev hapsi”ne dönüştürmesi, buna da “sağlık sorunu”nu gerekçe göstermesi, kuşkusuz ki, Brunson’un siyasi amaçlarla tutuklandığı tezini güçlendirmiştir. Dolayısıyla ABD yönetimi şimdi, “ev hapsi”nin de kaldırılması ve Brunson’un ABD’ye verilmesi için gerekli girişimleri yapmak için daha çok dayanağa sahip olmuştur.

Bundan böyle iktidarın, siyasi rakiplerini ya da örneğin gazetecileri Cumhurbaşkanını sosyal medyada eleştirdi diye tutuklatması daha da tartışmalı hale gelecektir. Zira Papaz Brunson olayı orta yerde dururken, “Bizde bağımsız mahkemeler var. Tutuklanıp tutuklanmamaya bağımsız mahkemeler karar veriyor. Bizde yönetim mahkemelere emir veremez” denmesine kimse inanmayacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa