26 Temmuz 2018 00:25

Faiz mi yükseltilsin döviz mi? = Kırk katır mı kırk satır mı?

Faiz mi yükseltilsin döviz mi? = Kırk katır mı kırk satır mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, günlerdir “Piyasalarla kavga etmeyeceğiz”, “MB gerektiğinde gerekli önlemleri alacak” diyerek piyasaları yatıştırmaya çalıştı. Ama MB’nin piyasaların beklediği faiz artışını yapmaması da gösterdi ki onlar Albayrak’a değil çıkarlarına inanmaktadır.

Kuşkusuz MB’nin bu kararı “faiz lobisi”ni rahatsız ederken “dolar lobisi”ni de bir kez daha “coşturmuş” olmalı!

Elbette mevzu sadece dolar lobisiyle de sınırlı değil. Zira faizi “kötülüklerin anası” ilan ederek ekonomideki yıkımı ve “piyasa ekonomisi”nin yıkıcı sonuçlarını “faiz”in üzerine yıkan Erdoğan-Albayrak etrafındaki Saray bürokrasisi, MB’nin faizi artırmamasından kendilerine de bir pay çıkarıp “Bakın faiz lobisinin dediğini yapmıyoruz” övünmesi çıkarmaktadır.

FAİZ VE DÖVİZ ETRAFINDA KAYIKÇI KAVGASI

Ama şu bir gerçek ki, ister faizleri tutarak dövizin artmasını sağlayın, ister döviz artışını tutarak faizlerin yükselmesinin önünü açın her iki durumda da;
-Ülkenin dış borcu artmakta,
-Enflasyon yükselerek, halkın en temel tüketim maddelerinden başlayarak fiyatlar artmakta; sonuçta fatura işçilere, emekçilere ve halka çıkarılmaktadır.

Yani, “Faizler yükseltilirse mi halk için iyidir yoksa döviz fiyatlarını yükseltip faizi frenlemek mi?” sorusunun yanıtı “Kırk katır mı kırk satır mı?” sorusunun yanıtı gibidir: Her ikisi de halk için kötüdür; lanetli bir sonuçtur!

Bu yüzden de; “Faizi mi artıralım döviz fiyatlarını mı artıralım” kavgası aslında halkın kafasını karıştırma amaçlı bir “kayıkçı kavgası”dır.

Çünkü kavganın tarafları gayet iyi bilmektedir ki, “piyasa ekonomisi”nin sınırları içinde kalındığı (Ki, iki taraf da “piyasa ekonomisi”ne tam bir iman içinde olduklarını her vesileyle ilan ediyorlar) sürece, Türkiye’nin içine sürüklendiği koşullarda ne faizin ne de döviz fiyatlarının yükselişini önlemek mümkündür!

40 YILLIK FATURAYI HALKA ÖDETME OYUNU YİNE SAHNEDE!

Kısacası; döviz ve faizin önlenemez yükselişi etrafında koparılan gürültü; 16 yıllık AKP iktidarının ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini bir avuç sermaye odağına ve yabancı iş birlikçisine yağmalatma politikalarının üstünü örtme amaçlıdır. Bu çerçevede yapılan tartışmalar da bu faturanın halka yıkılmasının manevralarından ibarettir.

Bu kavga içinde ortaya atılan; “Enflasyonu düşürme ve vatandaşın rahatını düşündükleri için kavga yaptıkları” iddiası ise bir “şehir efsanesi”dir. Çünkü; Türkiye’nin “serbest piyasa ekonomisi”ne geçtiği 24 Ocak 1980 Kararları’ndan bu yana geçen 40 yıl içinde gördük ki, ister faizleri tutup döviz serbest bırakılsın isterse faiz yükseltilerek döviz fiyatlarını aşağıda tutma politikası izlensin; her iki durumda da bu politikanın sonuçları, halka, hızla büyüyen enflasyon olarak yansımaktadır.

Bu yüzden de “serbest piyasa ekonomisi”ni ve bunun gerektirdiği neoliberal ekonomik politikaları reddeden “halkçı bir ekonomi” çizgisine girilmeden; “faiz-döviz-enflasyon” etrafında kurulan denklemler üstünden geliştirilecek her tutum, her politika, sadece egemenlerin, iç-dış büyük sermaye güçlerinin şu ya da bu kliğin çıkarlarının tarafı olmak anlamına gelmektedir.

İHTİYAÇ, 'TASARRUF' DEĞİL; HALKIN DAHA İYİ YAŞAMASI İÇİN ALINACAK ÖNLEMLERDİR

Erdoğan adına ekonomide "tam yetkili" gibi konuşan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, son günlerde "piyasalarla kavga etmeyeceğiz" diyerek sermaye içinde kendilerine endişeyle bakan kesimleri kendi etrafında birleştirmeyi amaçlamaktadır. Bunu garantisi olarak da "tasarruf önlemlerine başlayacağız" diyerek sermaye çevrelerine uzun vadede sorunlarını nasıl aşacaklarını da söylemiş olmaktadır.

"Tasarruf" günlük dilde "israf etmemek", "her şeyi yerli yerinde kullanarak daha verimli bir çalışma yapmak" gibi olumluluk çağrıştıran bir sözcüktür.

Siyaset erbabı da "tasarruf"un bu olumlu anlamının yarattığı imkanı kullanıyor ve "tasarruf yapacağız" demekten hiç geri kalmıyor.

Halk ve halktan yana ekonomiyi savunanlar, tasarruf dendiğinde; devletin hazinesinin har vurup harman savrulmasının önlenmesi, saraylar, lüks araba ve uçaklar, yandaşa peşkeşler,... gibi devlet imkanlarının heder edilmemesini kast ediyorlar.

Sermaye politikacılarının diline doladıkları "tasarruf" ise tam tersine; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım, yerel yönetim hizmetleri, elektrik, su, doğalgaz,... gibi temel hizmetlerde kısıtlamaya gitmek, en azından bu hizmetlerin karşılığını halktan yeni vergiler, zamlar, cezalar,... olarak tahsil etmek, temel hizmetleri özelleştirerek, ticarileştirilerek halka çıkarılan faturayı artırmaktan ibarettir! Örneğin doğalgaz, elektrik, su,... gibi temel hizmetlerin fiyatlarını artırılması, halkın cebinde ne varsa onu almak anlamına gelmektedir.

Bu "tasarruf"un öteki yüzünde ise "tasarruf" edilen meblağın büyük sermaye çevrelerine dağıtılması vardır. Onun için de Bakan Albayrak, "tasarruf başlatacağız" derken bunu sermaye çevrelerine "yeni bir müjde" olarak sunmakta, yani "halktan alıp size vereceğiz" demektedir.

Bu yüzden emekçiler, halk elbette ki saray, uçak, araba gibi bir takım harcamalara, bütçenin har vurulup harman savrulmasına karşıdır; bu alanlarda "tasarruf" elbette yapılmalıdır. Ama eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım, yerel yönetim hizmetleri, elektrik, su, doğalgaz,... gibi temel tüketim mallarına zam, vergi, özelleştirme, ticarileştirme gibi yollarla yapılacak tasarrufa temelden karşı durmak da son derece önemlidir.

Çünkü bugün asıl olan; özellikle "muhtemel bir krize karşı mücadele" adı altında yapılacak saldırı girişimlerine karşı durmak; yanısıra halkın yaşamını iyileştirecek, "halkçı ekonomi politikaları"nı savunacak ve halkın yaşamınını krizin kötü sonuçlardan koruyacak önlemlerin alınması talep etmektir. Bu aynı zamanda daha iyi bir yaşam için mücadeleyi de gerekli kılmaktadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa