22 Temmuz 2018 00:45

Acılara tutunmak mı acılara yaslanmak mı?

Acılara tutunmak mı acılara yaslanmak mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu pazar yazısına, ünlü Türk Düşünürü ve Siyasetçi Devlet Bahçeli’nin unutulmaz sözleri ile başlamak isterim.

“Hiç mi gülmeyeceğiz? Hiç mi mutlu ve huzurlu bir gün geçirmeyeceğiz?”

Siyaseten nereye varacağını kestiremediğimiz, aslında kestirdiğimiz ama bunu dile getirmekten bile imtina ettiğimiz bir süreçteyiz. Bir yandan rejim değişikliği bir yandan muhalefetin her zamanki gibi gündeme damgasını ancak çelişkileri ile vurabilmesi, mahalle baskısının omuzlara ağır gelmesi, toplumun içinden çıkan canavarın bir türlü susmaması, ortada dönen ihaleleri ve tutarlarını havsalarımızın almaması, ’90’ların en ağır anlarının tekerrürü korkusu, kapısı açık bulunan arabalar, bulunamayan insanlar, Suruç’un yıl dönümü ve geçmiş acıların yakan közleri derken biz hiç mi gülmeyeceğiz?

Geçtiğimiz hafta, sadece sevgilisine sarıldı diye bir kadına saldırdı mahallenin adamları, bu insanlar o kadının komşuları.

Değil gülmek, bir teşekkürün, bir sevginin nişanesi, sarılmak bile mi dert oldu? Aşk da mı ayıp, o zaman Mevlanamıza(!) ne oldu? Bu ne menem tabuymuş sevişmeye dair?

Sizi doğuran nasıl doğurdu? Öyle bir dogmalar dünyası çevreledi ki etrafımızı, sevip sevişerek değil tecavüzden hamile kalmak bile bu örümcek kafalılar için yeğ oldu.

Etrafımda kimi görsem, iki satır lafa niyetlensem, tüm tatbikat planlarını unutmuş itfaiyeci gibi, nereye koşacağını şaşırmış, “Ne yapacağız ne yapacağız?” diye panikte. Büyük resim içinde, inanın ki ben de bilmiyorum. Ömürdür eni sonu bunlarınki de geçer, kendimizden vazgeçmeyelim diye bir şiar tutturdum gidiyorum. Hele biz üstümüze düşeni yapalım, aklımızı, kültürümüzü, sevgimizi, insanlığımızı en azından birbirimize karşı koruyalım da gerisinde artık belli bir yüzdeyi de şansa bırakıyorum.

Dost sohbetlerini aynı döngüde tekrarlamak yerine, bir konu hakkında “kutunun dışında” konuşmak iyi gelir insana. Siyasetten bağımsız sohbeti her ne kadar anamızın kucağı kadar özlemiş olsak da içinden çıkamadığımız siyaseti konuşurken bile gelecekten ziyade geçmişin ah vahlarına takılıp kalmak huy olmuş bizde. Biz de galiba düştük iktidarın tongasına. “Suçu kurbana yıkabilme özgürlüğü” diye açıklıyordu başımıza gelenleri Psikiyatr İlker Küçükparlak. Biz de bir kurbandan öbürüne yıkar oluyoruz zaman zaman.

Yanan hepimiziz oysa. Evi sel almış da biri her şeyi olduğu kadar temizlemeye çalışıp, eşyaların yerini değiştirdikten sonra, elinde kahve kupası ile kapıda belirip “Hiç temiz olmamış ayrıca eşyaların yeri de çok sakil” diyen diğeri gibiyiz bazı bazı. Oysa en azından ter dökmek biraz rahatlatır insanı. 

Geçen “ceterisparibus” yani diğer tüm durumlar sabitken, ne olsa rahatlardın? dedim arkadaşıma. “Ölümsüzlük” dedi.

“Ancak ölümsüzlük paklar beni.

Elimizden kayıp gitti bunca zaman, eleme, kedere boğulduk. Gülmeyi, sevmeyi, iyiliği, hoşluğu unuttuk. Madem diğer durumlar sabit kalacak bari ölümsüz olayım. Ne, nasıl değişecek hepsini görebileyim.”

Bu konu üzerine konuştuk biraz. Sinemayla biraz arası olan herkes bilir kült tek mekan filmlerinden biridir: “The Man From Earth.” Bir rahatsızlık sonucu hücreleri kendini hızla yenilediği için ölmeyen ve yaşlanmayan, hep otuzlarında kalan bir adam.

Tüm dünya ölümlüyken dedikkat çekmemek için 10 yıllık setler halinde yaşıyor ömrünü. Buz çağından bugünlere gelmek ve onca bilginin yükünü taşımak. Hristiyanlığın doğuşuna şahitlik etmiş bir adamın, o dönemi sadece kitaplardan çalışmış bir ilahiyatçıdan tarih dinlediğini düşünün. Gülsen gülünmez, bildiğini anlatsan ahkam denir geçilir.

Dünyanın yuvarlak oluşunun ilk tartışıldığı dönemi bilen birinin aynı zamanda aya ayak basıldığı günü de gördüğünü ve gelecekle ilgili ne hayal edebileceğini tasavvur etmeye çalışın?

Bu bir lüks değil yük aslında. Aynı zamanda duyguların sonsuz süre yönetilmesi işi. Asla biriyle birlikte yaşlanamayacak olmanın ağırlığı. 

Bir de “Mr. Nobody” diye bir film vardır. Dünyada kalan tek ölümlü insanı anlatır. Onun ölümünü seyretmek mi ölümsüzler kervanına katmak mı? Bu anket tüm kanallardan halka açılır. İnsanlar son ölümü görmeyi tercih ederler. Ve bir gazeteciye geçmişini anlatır adam ta ki son gününe kadar. Bu geçmişte, seçimlerimizin hayatımızı nasıl değiştirdiğine şahit oluruz. Sahneler gerçeklik algımızı kaybettiriyor. Hangi geçmiş gerçekti anlayamıyoruz ama her bir seçimin o adamı ne kadar değiştirdiğini görebiliyoruz filmde.

Aynı insanın depresif ve kasvetli yaşamını, enerjik ve aşık halini, sıkıcı ve vasat ömrünü görüyoruz. Hepsi seçimleriyle gerçekleşiyor. Koca bir ömrü aynı insanın bambaşka şekillerde yaşayabileceğini izliyoruz.

Şundan yazdım bu iki filmi, unutmadan yaşamak da mümkün, altını çizmek isterim yaşamak kelimesinin. 

Vakit ayırıp, kendi seçimlerini masaya yatırmalı insan, kendiyle yüzleşmeli. Başkasının hatasını bulmaktan daha zor ama hayata daha çok bağlayan bir yol bu.

“Unutursak yüreğimiz kurusun” cümlesi, sadece acıların yıl dönümünde kuruluyorsa, kurumuştur zaten o yürek.

Acıya tutunmak başka şey, acıya yaslanmak başka. Üzülmek, dünyanın en manasız şeyi derim hep. Hiçbir derman içermeyen bir his. Üzülürsün ama kime ne fayda?

Yerine öfke koyabiliriz mesela. Öfke diri tutar insanı, harekete geçirir. Kan pompalar vücuda. Üzüntü pasifleştirir, öfke diriltir. Öfkemizle yaşamaya alışmalı. O öfkeyle içimizdeki iyiliğe, insanlığa kalkan elleri havada yakalayabiliriz belki.  Acıları unutmamak, her gün bunlara içlenmek ve hayata küsmek değil, bir daha yaşanmasın diye kafa yormak demek.

Bakıyorum da biz, gerçek suçluyu es geçip mağdurun, mağdur olma şeklini sorgular olmuşuz. Güveni yıkan biz değildik ama güvensizliğin altında ezilen olmuşuz. Ölümsüzlük yok. O iş olmayacak. Ama iyi haber, diyalektik materyalizm diye bir şey var. Bu iş de sonsuza kadar böyle gitmeyecek.

Şakaya gülmeyip kulp takınca kimse daha iyi hissetmeyecek, evde yatıp tavana bakarken güzel günler kucağa düşmeyecek. Biz sohbetlerimizden ahlar ve vahları çıkarmadıkça bu topraklarda felsefe ve özgür düşünce bitecek.

Bu pazar dilerim ki bir dostunuz ile diğer tüm koşulların değişken olduğu ya da sabit kaldığı durumda, sizi ne hayatta tutardı gibi ucu bucağı açık bir konuda, yıllardır dilimize pelesenk olmuş isimleri hiç anmadan, kutunun dışından baktığınız bir sohbet edebilir, üzerine de umarım iyi bir film izlersiniz.

Bakarsınız o arada aklınıza aniden, bir çıkış yolu gelir. Gelirse benimle de paylaşırsanız sevinirim. Bizi iyi ve güzeli paylaşmak ayakta tutacak.

16 yılın ezberini bozan bir pazar dilerim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...