19 Temmuz 2018 23:19

Ortadoğu’da kimlikler ve sınıfsal aidiyetler

Ortadoğu’da kimlikler ve sınıfsal aidiyetler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Irak’ta seçimleri Şii blok kazandı”, “Lübnan’da Hizbullah, Hıristiyan Aun’u destekliyor”, “Bahreyn’de Şiilerin Sünni yönetime karşı gösterileri yayılıyor”, “Yemen’de Şii Husiler ile S. Arabistan arasındaki çatışmalar şiddetlendi”, “Irak’ta Kürtler ve merkezi hükümet arasındaki gerilim tırmanıyor”...

Bölge (Ortadoğu) ile ilgili yapılan haberlerde hep benzer başlıklar olduğunu görüyoruz. Bu haberlere ve aynı eksende yapılan analizlere bakıldığında bölge siyaseti kimlikler ve bunlar arasındaki mücadeleden ibarettir. Elbette bölge siyasetinin kimliksel (etnik, dinsel, mezhepsel) bir görünüme bürünmüş olması nedensiz değil. Çünkü yüz yılı aşkın bir süredir bölgede emperyalistler arasındaki paylaşım mücadelesi, yerel-bölgesel iş birlikçiler üzerinden bu coğrafyanın farklı kimliklerinin karşı karşıya getirildiği, çatıştırıldığı bir mücadele olarak sürdürülüyor. Bu politikanın açtığı yaralar kaçınılmaz bir şekilde halklar arasındaki gerilim ve düşmanlığı körüklüyor.

Mesela 2011’de Suriye’de ortaya çıkan kamplaşma ve paylaşım mücadelesi de Şii (Alevi)-Sünni çatışması görünümüne bürünmüş ve “Alevi rejim”e karşı dünyanın dört bir yanından cihatçı gruplar Suriye’ye gelmişti. Suriye rejiminin yanında İran ve Şii Lübnan Hizbullah’ı duruyor, karşısında ise Türkiye, S. Arabistan ve Katar gibi Sünni İslam’ın liderliğine soyunan ülkeler yer alıyordu. Ancak önceleri “vekalet savaşı” olarak tanımlanan bu savaşta kamplaşmanın-paylaşım mücadelesinin asli güçlerinin sahneye çıkmasıyla meselenin bir Şii-Sünni çatışmasının ötesinde ABD ve Rusya’nın bölgeyi paylaşım mücadelesi olduğunu gördük. İşte geçtiğimiz pazartesi günü Suriye’nin geleceğinin belirlenmesi konusunda bütün gözler Helsinki’deki Trump-Putin görüşmesine çevrilmişti.

Burada asıl tartışmaya geçmeden önce bir noktaya dikkat çekmemiz gerekiyor: Söylediklerimizden bölgede egemen kimliklerin diğer dinsel-etnik kimlere yönelik baskı politikalarını göz ardı ettiğimiz ya da bu baskı politikalarına karşı ezilen/mazlum kimliklerin hak eşitliği mücadelesini önemsemediğimiz gibi bir sonuç çıkartılmamalıdır. Aksine kendi kaderlerini tayin/geleceklerini belirleme yönünde adım atan Kürtler başta olmak üzere bu kimliklerin hak eşitliği mücadelesi ilerici-demokratik bir karakter taşımaktadır. Dolayısıyla bölgede bu gerçek görülmeden ya da bu mücadelelerin desteklenmesi görevi yerine getirilmeden devrimci bir siyaset de yapılamaz.

Ancak bu durum sadece kimliklere sıkıştırılmış siyasetin bölgeyi emperyalistlerin varlık/egemenlik koşullarını sürekli üreten bir kısır döngüden kurtaramayacağı ve ayrıca ezilen kimliklerin hak eşitliğine dayalı barış içinde yaşama koşullarının oluşmasını engellediği gerçeğini de değiştirmiyor.

İlk bakışta söylediklerimizde bir çelişki olduğu düşünülebilir ancak mesele emperyalistlerin bölgedeki varlığını sona erdirip bütün kimliklerin eşit koşullarda barış içinde yaşamasının yolunu açacak bir siyasette düğümlenmektedir ki, bu bir kimlik siyaseti olmaz. Çünkü hiçbir kimlik (etnik-dinsel-mezhepsel) siyaset bunu gerçekleştiremez.

Peki, o zaman bölge halklarının kurtuluşu nasıl bir siyasetten geçiyor?

Aslında bölgede son dönemlerde bu sorunun yanıtı bakımından önemli gelişmeler yaşanıyor.

Geçtiğimiz günlerde Irak’ta Şii nüfusun çoğunlukta olduğu Basra, Necef, Zikar, Babil, Meysan, Divaniyye, Kerbela gibi güney kentlerinde kamu hizmetlerinin verilmeyişi ve elektrik kesintileri nedeniyle gösteriler gerçekleştirildi. Şiddet olaylarının da yaşandığı bu gösterilerde Şii partilerin binaları yakıldı ve 3 kişi yaşamını yitirdi. Bu gösterilerden sonra Irak Başbakanı İbadi, Basra bölgesinde su, elektrik, sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi için 3 milyar dolar kaynak tahsis edeceklerini açıklamak zorunda kaldı.

Şii kentlerinde Şii hükümete karşı ayaklanma, bize kimlik siyasetinin ötesini işaret ediyor. Tıpkı Irak Kürdistan bölgesinde geçtiğimiz aralık (2017) ayında öğretmen sendikasının maaşların ödenmemesi nedeniyle başlattığı gösterilerin yoksulluk ve yolsuzluklara karşı halkın geniş kesimlerinin yine iktidardaki Kürt partilerinin binalarını yaktıkları gösterilere dönüşmesi gibi. Ya da 2015 ve 2016’da Lübnan’da ‘çöp isyanı’ olarak adlandırılan ve çöplerin toplanmamasında kendini gösteren kamu hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle yayılan gösterilerde farklı milliyet ya da inançlardan yüz binlerce kişinin alanlara çıkması gibi. Bunlara yine geçtiğimiz günlerde IMF dayatmaları nedeniyle “vergi reformu” yapılan Ürdün’de halkın ekmek, yakıt, elektrik gibi temel ihtiyaçlara yapılan zamlara isyanını eklemek gerekiyor.

Şii hükümetin olduğu Irak’ta, Şiiler nasıl hükümete karşı ayaklanabiliyor? Ya da ‘bağımsızlık referandumu’ konusunda yönetimi destekleyen Kürtler, nasıl oluyor da aynı yönetime karşı gösteriler düzenliyor? Yönetimin etnik-dinsel yapılar arasında bölüştürüldüğü Lübnan’da nasıl oluyor da her etnik-dinsel yapıdan yüz binlerce kişi aynı talepler etrafında bir araya geliyor?

Çünkü Irak’ta Şiiler değil, Şii iş birlikçi sınıflar egemendir. Çünkü Kürdistan bölgesinde bütün Kürtlerin değil, Kürt iş birlikçi sınıfların çıkarlarını savunan bir yönetim vardır. Çünkü Lübnan’da iktidar hangi etnik-dinsel yapılar arasında bölüştürülse bölüştürülsün iktidardakiler sadece iş birlikçi egemen sınıflardır.

Burada şunu da eklemek gerekir ki, bölgede el Kaideci-radikal İslamcı gruplar uzunca bir süre halkların emperyalizme ve iş birlikçi egemen sınıflara karşı tepkilerini kendilerine dayanak yaparak güç kazandılar. Ancak bu kanlı ve karanlık örgütler, bölge halklarını daha büyük çatışmaların içine sürüklemekten ve emperyalistlerin müdahale zeminini büyütmekten başka işe yaramadılar.

Geriye bölge halkları arasındaki etnik-dinsel-mezhepsel ayrımları aşabilecek ve emperyalistlerin varlık-sömürü koşullarını ortadan kaldırabilecek tek bir siyaset kalıyor: Devrimci sınıf siyaseti!

En son Irak’ın güneyinde Şiilerin Şii yönetime karşı isyanında gördüğümüz gibi, bölge halklarının aynı etnik-dinsel yapıya dayalı yönetimlere karşı insanca yaşam taleplerine dayanan ayaklanmaları bu siyasetin varlık koşullarının daha önce olmadığı kadar geliştiğini/gelişmekte olduğunu gösteriyor. Öyleyse gelinen yerde mesele bölge halklarının, işçi-emekçilerinin sınıfsal-toplumsal talep ve mücadelesine öncülük edip bu mücadeleyi doğru çizgide ilerletecek devrimci sınıf siyasetinin yaratılmasında/büyütülmesinde düğümlenmektedir. Çünkü ancak böylesi bir siyaset bütün bölge halklarını, işçi-emekçilerini birleştirebilir ve iş birlikçi egemen sınıfların halkları daha fazla baskı, açlık ve yoksulluğa mahkum eden düşmanlaştırıcı siyasetinin aşılıp eşit haklar temelinde birlikte barış içinde yaşamın yolunu açabilir. Dahası ancak böylesi bir siyaset emperyalistlerin yüz yıldır iş birlikçi egemen sınıflar üzerinden kimlikler arasında gerilim ve çatışmaları kışkırtarak kendi sömürü ve yağma koşullarını var etmesinin son bulmasını sağlayabilir.

Uzun lafın kısası bugün insanca yaşam talepleri için ayağa kalkan bölge halklarının kendilerine bir kader gibi gösterilen bu karanlık kısır döngüden çıkabilmeleri için kimlik siyasetinin ötesindeki sınıfsal-toplumsal gerçeği görmek/göstermek, daha önce olmadığı kadar yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiş bulunuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...