14 Temmuz 2018 23:57

1970’li yıllar ve sinema

1970’li yıllar ve sinema

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1970 tarihi ve Umut filmi sonrası sinemanın akışını değiştirmiştir Yılmaz Güney. Sinema Yılmaz Güney’e göre şekillenmeye başlar; Yılmaz Güney’den önce ve Yılmaz Güney’den sonra diye anılır. Yılmaz Güney’le birlikte çalışan, Erden Kıral, Zeki Ökten, Şerif Gören, Ali Özgentürk gibi yönetmenler 1970-1983 yılları arasında toplumcu gerçekçi filmler yaparlar. Yaptıkları sinemada Yılmaz Güney’in önemli bir etkisi olan, Yılmaz Güney sinemasının izini süren, açtığı yoldan yürüyen yeni kuşağın Yeşilçam dışı arayışları ’70’li yıllar boyunca yaşanan toplumsal koşulları da yansıtır sinemaya.

Özellikle 1975’ten sonra Türkiye’nin ve Türk sinemasının bu en çalkantılı, en bunalımlı yılları aynı zamanda eytişimsel biçimde ilk kez topluca, genç sinemacıların birbirinden ilginç çalışmalarına da tanık oldu. Sayıları bir düzineyi bulan genç yönetmen, Türk sinema işleyiminin bu en çetin koşullarında, bir bakıma bu koşulların keskinleştirdiği bir direnç ve inançla geleneksel Yeşilçam düzeninin dışında yer alan yapıtlar ortaya koydular (Nijat Özön, Sinema, Uygulayımı-Sanatı-Tarihi, s.392 Hil Yayınları)

12 Mart faşist darbesi topluma, sol muhalif güçlere ağır bedeller ödetse de egemenler açısından başarılamamış bir darbedir. Toplumsal muhalefeti, demokrasi güçlerini bastırsalar da yok edememişlerdir. Öldürülen, hapishanelere doldurulan devrimcilerin ektikleri tohumlar filizlenir, takipçileri bayrağı devralmakta gecikmez. Afla cezaevlerinden çıkan devrimciler yeniden düşlerinin izinde dünyayı güzelleştirebilmek için muhalif yapılanmalarda saflara katılır.

12 Mart darbesiyle bastırılan toplumsal muhalefet yeniden yükselir. Halkçı muhalif aydınların ve 1968 kuşağının ışığı sonraki kuşağın da yolunu aydınlatır. Bugün 1978 kuşağı diye adlandırılan 1955-1965 doğumlu birçok genç devrimci, sosyalist düşüncelerle tanışır, sol yapılanmalarda yer alır.

Amerika, oluşturmaya çalıştığı yeşil kuşakla Sovyetler Birliği’ni ve diğer ‘sosyalist’ devletleri kuşatıyor, bugün sonuçlarını çok açık gördüğümüz, 1980’lerde başlayan ‘yeni dünya düzeni’nin ve sonrasında geliştirecekleri Büyük Ortadoğu Projesi’nin temellerini atıyordu. Denetleyemedikleri ülkelerde darbeler yapıyor, iç karışıklıklar çıkartıyordu. Darbeleri de o ülkelerin NATO’ya bağlı ordularını ve sivil militarist güçlerini kullanarak gerçekleştiriyordu. Komünizme ve sol örgütlenmeye karşı gayrinizamı harp amacıyla oluşturdukları özel harp daireleri; CIA bağlantılı Kontrgerilla (Gladyo) yapılanmaları da diğer sivil militarist güçleri kullanarak, kışkırtarak darbe koşullarının oluşmasını sağlıyordu.

Devrim rüzgarlarının estiği dünyada, sol örgütlerin sayıları da etki alanına aldığı insan sayısı da hızla çoğalıyor, seslerini sokakta duyurmaya çalışıyordu. Sosyalistlerin, devrimcilerin etki-lediği geniş halk yığınlarının, emekçilerin, sendikaların ve üniversite gençliğinin yükselttiği toplumsal muhalefete karşı devlet de, resmi-gayriresmi militarist güçlerini, silahlı antikomünist sivil örgütleri sokağa sürmüştü. Kontrgerilla ve kullandığı derin/karanlık yapılar bütün güçleriyle halkın, emekçilerin ve sosyalist üniversite gençliğinin karşısına çıkarılmıştı. Devleti yönetenlerin yarattığı siyasal ve ekonomik istikrarsızlık da gerginliği körüklüyordu.

Ülke en küçük hücresine kadar iki kampa bölünmüştü. Bir yanda ‘başka bir dünya mümkün’ diyen sosyalistler ve etki-lediği geniş halk yığınları, emekçiler, gençler; diğer yanda devletin asker/polis silahlı militarist güçleri ve CIA güdümündeki kontrgerillanın yönlendirdiği silahlı sivil güçler, örgütler.

Sayısı 1970’lerin sonunda her gün 30’u bulan ‘faili malum’ kaynaktan beslenen siyasal cinayetler, kitlesel katliamlar yaşanır. Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul, Ümit Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Kemal Türkler gibi toplumu, toplumsal olayları etkileyecek isimler öldürülür. Kahramanmaraş’ta Çorum’da, 1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim’de onlarca insanın hayatını kaybettiği kitlesel katliamlar yapılır.

Hayat paralel kurgu gibi akıyordur. Siyasal ve ekonomik kriz idare edilemez boyutlara çıkar. Demirel hükümeti ekonomik istikrarsızlığı gidermek için yeni önlemler almaya, 70 sente de, IMF’ye de muhtaç hale getirdikleri ülkede, köklü yapısal değişiklikler yapmaya yönelirler. Süleyman Demirel ekonomik istikrar programı hazırlama görevini, 1979 yılında başbakanlık müsteşarlığına getirdiği Turgut Özal’a verir. IMF’nin daha önce yaptıramadığı isteklerini içeren, Türkiye’yi tek taraflı olarak yabancı sermayeye açan program 24 Ocak 1980’de açıklanır.

Sindirilen, korkutulan, kurtarıcısını bekleyen sessiz yığınlara rağmen, yine de kitleselleşebilen, yok edilmesi gereken sol örgütler, muhalif güçler vardır. Onlar sokaktayken 24 Ocak kararlarını uygulamak da zordur.

Bu ülkeye telafisi imkansız büyük acılar yaşatan, kanlı 12 Eylül darbesine özetle hatırlamaya çalıştığımız böylesine çalkantılı süreçlerden geçile-rek gelinmişti. Sonrasındaysa, (öncesinde) kimsenin hayal bile edemeyeceği, algılayamayacağı, ‘alacakaranlık kuşağı’nı çağrıştıran büyük altüstlerin, köklü değişimlerin yaşandığı sonu karanlık, dönüşsüz bir yola açılmıştı kapı. Toplum mühendisleri beş koldan çalışacak, büyük altüstler, köklü değişimler hayatın her alanına yansıyacaktı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...