30 Haziran 2018 23:30

Yarasalar

Yarasalar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ay, Sarıkız tepesinden doğup, körfezin sularını nefti bir yeşile buladığında yarasaların zamanı başlar. Güneş, körfezin sakin sularından yavaşça battıktan sonra mağaralarından çıkar, bir hayalet gibi geceye süzülür, en ışıksız karalıkta bile yollarını ustalıkla bularak avlanırlar. Kazdağı’nın dört bir yanındaki ovalar, tepeler onların avlanma alanlarıdır artık. Gece böcekleri, dut, incir ve özellikle zeytin sineklerinin ardı sıra bütün gece uçuşup dururlar. 

Bin yıldır yuvaları olan İnboğazı mağarasının etrafında o yaz başlayan olağan dışı hareketlilik yarasaları ürküttü. Önce mağaranın bulunduğu tepeye doğru açılan yol, sonra tepenin eteğinden akan çayın tam önünde başlayan gürültüler gündüz uykusundan etti onları. Avlanmakla geçen gecenin yorgunluğunu atmak için ihtiyaç duydukları sessizlik uçup gitti böylece. 

Koca makinelerin akşam karanlığına kadar durmak bilmez sesleri, yeri göğü titreten patlamaların yarattığı sarsıntılar onları mağaranın en dibine doğru kaçmak zorunda bıraktı. Sesler, dağın içinde kilometrelerce uzayan karanlık dehlizlerde küçük depremler yaratarak yankılandı. 

*** 

Bir gün, mağaranın içine ellerinde yarasaların gözünü kör edecek kadar kuvvetli ışıklar taşıyan insanlar girdi. Huzursuzca kıpırdanan yarasaların kimisi mağaranın derinliklerine kaçarken, kimisi de tutundukları tavanda, yavrularının zarar görmesini önlemek için tedirgince bekledi. 

“Bu kadar yarasayı ilk defa gördüm” dedi başında sarı baret bulunan kır saçlı proje mühendisi. Mağarada yarasaları ilk gördüğü anda ki korkusu dağılmış, ürperti yerini şaşkınlık ve meraka bırakmıştı. Baretini çıkarıp elindeki fenerle mağaranın içini dolaştı. Korkudan birbirine sokulan yarasaları uzun uzun inceleyen adam bir hayli endişeli görünüyordu. “Bu kadar geniş bir koloni olduğunu bilmiyordum” dedi yanındakilere. 

Mağaranın derinliklerine doğru yürüdü. Bazen bir insanın zor sığabileceği kadar daralan, bazen koca bir kamyonun rahatlıkla geçebileceği genişliğe ulaşan mağara dağın içine doğru belki de kilometrelerce uzuyordu. Bütün mağara farklı türlerden binlerce yarasayla doluydu. Yarasalar, her ışığı çevirişinde endişeyle birbirine sokuluyorlar, tuhaf sesler çıkarıp yavrularına daha bir yanaşıyorlardı. 

On beşe yakın farklı yarasa türü saydı adam. İçlerinde kirpikli yarasa ve uzunayaklı yarasa da vardı ki bu türler yeryüzünde sadece bu bölgede yaşıyordu. Bu, onun canını daha da sıktı. Ulusal ve uluslararası yasalarla koruma altındaydı bu iki tür.

Gidebildiği kadar uzağa gittikten sonra mağaranın dibine ulaşamayacağını anlayıp geri döndü. Dışarı çıkınca, kenarında iş makinelerinin hummalı bir şekilde çalıştığı Havran Çayı’na bakıp dalgınca söylendi; “Çok kötü! Bu kadarını beklemiyordum...”. 

*** 

DSİ Bölge Müdürlüğündeki toplantıya sıkıntılı bir hava hakimdi. Önündeki rapora bakıp öfkeli öfkeli çıkıştı müdür bey; “Ne yani şimdi 72 milyon liraya yaptığımız baraj mağarada yarasalar var diye su tutamayacak mı?” dedi. Kimseden ses çıkmadı bir süre. Gözlerin kendisine çevrildiğini gören proje mühendisi istemeye istemeye konuştu; “Efendim maalesef bu kadar büyük bir yarasa popülasyonu olduğunu bilmiyorduk. Raporda da belirttik, Türkiye’nin ikinci büyük yarasa popülasyonu ile karşı karşıyayız. Yaklaşık 20-30 bin yarasa demek bu. İçindeki bazı türler de koruma altında” 

Müdür, birden ayağa kalktı. “beyler” dedi, sesi kızgındı; “barajı yapmaya 1995 yılında başladık. Aradan on küsur yıl geçmiş. Şimdi bakanlığa bu durumu nasıl anlatacağız? Bu işe çözüm üretmezsek siz de ben de topun ağzındayız bilmiş olun!”

*** 

Güneşli ama soğuk bir aralık sabahında, yarasa mağarasını görüntülemek için baraja doğru yol alırken, aracımızdaki emekli profesör yarasaların zeytinlikler açısından ne kadar önemli olduğunu anlattı bize. Zeytin sineği ile beslenen yarasaların ağaçların doğal koruyucusu olduklarını söyledi.

Aracımızla yanına kadar gittiğimiz baraj tamamlanmış, ama henüz su tutmaya başlamamıştı. Pazar günü olmasından kaynaklı işçilerin kullandığı seyyar karavanlarda kimse yoktu. Barajın geniş gövdesinin üzerinden bir yol mağaranın girişine kadar gidiyordu. Giriş demir bir kapı ile kapatılmıştı. Girişin hemen yan tarafından, henüz örülmemiş bir açıklıktan tırmanarak mağaraya girdik. İçeride gördüklerimiz hiç de insani şeyler değildi!..

*** 

DSİ’deki gergin geçen toplantıdan birkaç gün sonra “Müdürüm, çözümü bulduk” diye heyecanla odaya girdi proje mühendisi. “Dağın üst kotuna suni bir mağara yapacağız. TOKİ biz yaparız dedi” Günlerdir bakanlığın barajla ilgili taciz telefonlarından, gazetelerin yarasalara dair haberlerinden bıkan müdürün ilk kez yüzü gülümsedi. “İyi de yarasalar o mağaraya nasıl taşınacak” diye sordu, “Buyurun sizi buraya alalım diyemeyiz hayvanlara sonuçta”.  “Onun çözümünü de düşündük müdürüm, mağaranın içini çok yüksek ışık veren spot lambalarla donatacağız. Ayrıca büyük hoparlörler yerleştirip gürültü çıkaracağız. Mecbur kalacaklar yukarıdaki mağaraya kaçmaya” dedi, sırıtarak. Elini mühendisin omzuna koydu müdür, sırtını sıvazladı; “Yalnız bu işi yarasalar kış uykusuna yatmadan önce halletmeye bakın. Ha, bir de kimseler duymasın...” 

*** 

Girişte görüp çektiğimiz birkaç ölü yarasa dışında tek bir yarasa bile kalmamıştı mağarada. Çok yüksek parlaklıkta beyaz ışık çıkaran spot lambalar ve sesler nedeniyle o sıralarda kış uykusunda olması gereken yarasalar mağarayı terk etmişlerdi. İşkence edilerek binlerce yıllık evlerinden kovulmuşlardı. Sonradan öğrendik ki TOKİ’nin suni mağarasına da gitmemişler. Yirmi bin yarasa adeta sır olmuştu! 

*** 

Havran çayı üzerinde yapılan baraj 2009 yılında su tuttu. Baraj suları altında kalan İnboğazı Mağarası’ndaki Türkiye’nin ikinci büyük popülasyonunu oluşturan 20 binin üzerinde yarasa mağaradan kovuldu! Tepenin üst tarafına yapılan suni mağaraya da gitmeyen yarasaların akıbeti hâlâ bilinmiyor! 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...