24 Haziran 2018 01:05

Delice zeytinin son günü

Delice zeytinin son günü

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sonrasız ve ışıksız bir yerden sesleniyorum size. Oysa bir zamanlar ne kadar da mutluydum. Benim de güzel günlerim, gecelerim, düşlerim vardı...

Madran Dağı'nın dik yamaçlarından yüzyıllardır Çine Ovasını gözleyen bir zeytin ağacıyım. Delice zeytini derler bize buranın insanları. Daha aşağılarda kalan, dağın düzlüklerine doğru, eğimin azaldığı yerlerde biten zeytin ağaçları gibi aşılamadılar beni. Aşılayamayacakları kadar yüksekte, dik bir yamaçta ve tek başıma olduğumdan kimse uğraşmak istemedi benimle.

Köylerden uzakta, hiçbir ağacın yaşayamayacağı bir yüksekliğin sınırındaydım. Kışın o dondurucu soğuklarına, karı boranına göğüs gerip yüz yıllar ötesinden bugüne kadar gelebilmişsem eğer, soğukları kesen kuytuluğa borçluyum. Bunu iyi bilirdim ama bu kuytuluğu yaratan kayalıktan da nefret ederdim.

Madran'ın Çıplak Tepesinden gün doğup, bulunduğum yamaca vurdu mu, yaz olsun kış olsun tüm gövdemi bir mutluluk sarardı. Dallarımla, yapraklarımla güneşin ışığına doğru döner, gerilir, köklerimle tutunduğum kayalara, toprağa daha bir sıkı sarılır, sanki gökyüzüne ağmak ister gibi maviliklere uzanır, bütün varlığımla titrerdim.

Sabahın ilk ışıkları önce en üst dalımdaki yapraklara vururdu. Çünkü çirkin kayalık gün doğumuyla aramda kalıyor, bu yüzden güne hep geç başlamama neden oluyordu. Tan vaktinin kızıllığı Çine Ovasından silinip, tarlaların üzerindeki sabah pusunu dağıttığında ben hala kayanın gölgesinde ışık beklerdim. Mavi dağ dumanı çekilip ortalık iyice ağardığında, Çine Çayının gümüş renkli suları güneşin altında parladığında benim en tepedeki yaprağımda tatlı bir ürperme başlardı. Sonra o ürperti, o sıcaklık yandaki yaprağa, alttaki dala, körpe bir filize, küçük yeşil zeytinlerime değer, sımsıcak kucaklardı beni. İşte bu anlara doyamazdım bir türlü. Çiğ düşmüş yapraklarımı güneşin, ışığın geldiği yerlere doğru çevirmeye çalışır, kendimi onun şefkatli kollarına bırakırdım. Bir ömür kadar uzamasını istediğim bu anlarda gövdemin her zerresinin ışığa, güneşe, ondan gelen ısıya bulanmasına bayılırdım.

Tepemdeki çirkin kayalığın üzerine yuva yapmış bir şahin en iyi komşumdu. Sabah, gün Kavşit köyünün son evini de aydınlatıp, beni ışığı ile kucakladığında, sarp kayalıktaki yuvadan tiz bir çığlık sesi duyulurdu. Şahin, bir süre sonra koca kanadı ile kendini boşluğa bırakır, bulunduğum yere doğru düşer gibi hızlıca gelip tekrar yukarı gökyüzüne çıkardı. Orada uzun süre kalır, süzülür süzülürdü. Bana öyle gelirdi ki bazen havada donar kalırdı şahin. Bulutsuz maviliklerde görkemli kuyruğu, yırtıcı tırnakları, sarı kıvrık gagası, keskin bakışları ile dolandıkça gölgesi üzerime vururdu. Gözüne kestirdiği bir av oldu mu şimşek gibi dalışa geçerdi. Bir tavşanın, bir yılanın, tarla faresi ya da yer sincabının şahinin bu ölümcül dalışından canını kurtarması çok zordu.

Av bulamadığında canı sıkkın galip dalıma konardı. Uzun süre kalır, aç karnının gurultusu, yuvasında bekleyen yavruların sesleri arasında umutla ovayı gözler dururdu.

Şahin'in dalıma konma alışkanlığı ne yalan söyleyeyim beni ziyadesiyle mutlu ediyordu. Onun sayesinde hiçbir tarla faresi yanıma dahi yaklaşamıyor, köklerimi, gövdemin diplerinde sürgün vermiş filizlerimi kemiremiyordu.

Yine de her canlı gibi benim de yalnızlıktan sıkıldığım anlar olmuyor değildi. Neyse ki yazın keçiler, yaban domuzları ve gözleri kayalıktaki şahini kollayan tedirgin tilkiler, kışın ise kurtlar, sarp yamaçtan kaymamaya çalışarak gelip dibimde soluklanır, yalnızlığımı bir nebze de olsa gideren arkadaşlarım olurlardı.

Hiç unutmam, belki yüz yıl önce, bir akşam üzeri omzu çapraz fişekli bir adam soluk soluğa yamaçtan aşağı kayarak yanımda durmuştu. Gövdemi kendine siper edip, boylu boyunca uzanmış, tüfeği elinde kayalık yönünden gelen birileri olup olmadığını gözlemişti. Güneş kayalıkları kızıla boyayarak ovadan battıktan sonradır ki rahatlayan adam, tüfeğini dalıma asarak soluğunu koy vermişti. Çıkınından bir şeyler yiyen, titrek parmakları ile tütün sarıp içen adam, silme yıldız dolu gökyüzüne bakarak yanı başıma yatmış, arada aşağıdaki ovada görünüp yiten ışıkları izleyerek uykuya dalmıştı. Uyumadan önce kuşağı ile kendisini gövdeme bağlayan adam, heybesini de yastık yapmıştı.

Gece soğuğu üşütmeye başladığında bana daha da sokulmuş, sevgiliyi kucaklar gibi sarılmıştı gövdeme. Tedirgin tavşan uykusundan birkaç kez sıçrayarak uyandığında gövdeme bağladığı kuşağı olmasa çoktan uçurumun dibinde alırdı soluğu. Sarı dolama başlıklı, mor cepkenli adam sabahın ilk ışıkları ile yanımdan ayrılıp kayalıklara tırmandı. Geldiği gibi tedirgin ve tetikte uzaklaşmıştı. Bir insanı bu kadar yakından ilk ve son görüşümdü bu.

***

Bir yaz günü, sabah güneşin huzur veren sıcağına kendimi bırakmışken İbrahim Kavağı köyü tarafından sesler geldi. Kayalığın öte tarafından geliyordu sesler. Kayalığın arkası nasıldı bilmiyorum ama zaman zaman geçen araç seslerinden bir yolun geçtiğini anlıyordum. İşte o yolun olduğu taraflarda bağırıp çağırma sesleri geldi önce. Sonra sesler daha da yükseldi, öfkeli çığlıklara kadın ve çocuk sesleri de karıştı. Bir zaman sonra Madran Dağı silah sesleriyle yankılandı. Bağrışlar, çağırışlar, tüm gürültü patırtı sustu. Bir tek kadim rüzgarın sesi asılı kaldı boşlukta.

Bu olayın ardından her şey değişti. Önce şahin, uçup gitti, yuvasını terk etti. Sonra hemen yanı başımdaki yamaçtan aşağıya doğru topraklar kaydı. Kocaman elli demirden bir araç toprağı kökünden kavrayıp aşağıya doğru küreliyordu. Yamaçta ne varsa, tüm otlar, mor güller, kantaronlar, kekik ve dibindeki bir bıldırcın yuvası da toz toprak ile aşağıya doğru aktı gitti. İki günde dümdüz oldu yanımdaki yamaç.

Bir süre sonra dev gibi bir heyula getirip diktiler o düzlüğe. Gece gündüz fır fır dönen, ucunda kırmızı ışıklar yanıp sönen bu heyulanın sesinden keçiler, arılar, yabanın kurdu kuşu kaçıp gittiler uzaklara.

Sonra bir gün, güneşle aramı kapadığı için düşman bellediğim kayalıkları titreten bir ses duydum. Koca kayalık yerinden zıpladı bu ses sonrası, parça parça oldu. İri bir parçası tam üzerime düşerken, tüm kayalığın, bir sel olup bana doğru aktığını gördüm.

Toprak ve kayalar üzerimi örtmeden hemen önce üç yüz yıllık ömrümün sonuna geldiğimi anladım. Körpe fidelerim, yeni tomurcuklanmış meyvelerim geçti aklımdan son olarak...

Sonra!

Sonrası yok!

Sonrasız ve ışıksız bir yerden seslendim size...

***

Çine Madran Dağı’na, yöredeki köylerin su havzasının üzerine 80 tane Rüzgar Enerji Santrali (RES) kurulmak istenmesine başta İbrahim Kavağı köylüleri olmak üzere yöre halkı karşı çıktı. Jandarma iş makinelerini dağa sokmamak için çoluk çocuk direnen köylülere karşı güç kullandı. Dağın başındaki bu jandarma saldırısında yaralanan köylüler oldu. Biri kadın iki köylü tutuklanıp aylarca hapis yattı. Yine de köylülerin kararlı direnişi sonrası şirket kurmayı planladığı 80 RES’den ancak 10 kadarını yapabildi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...