17 Haziran 2018 00:09

Derin kesik

Derin kesik

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir mermi kalbine yürür insanın. Olmadık bir zamanın şarkısı aniden susar ve günlerin içinde günler kaybolur. Üstelik anısı yazılmış mahzenlerde nem dinlendikçe sızısı artar boşluğun. Yanıt vermeye çalıştığın sürece soru büyür, soru çoğaltır kendini soruyla.

Susup iç çekmek, susup geri çekilmek ya da olmamış gibi yapmak da soruya  dahildir üstelik. Kemiren bir ayrıntının saklısında endişe çoğaltır kendini. Olmadık bir yerde ve aniden karşısına çıkar o soru insanın. Masalar dolar, masalar boşalır, bir rüyaya evrilir masalar ama soru mıhlıdır bilincin en kuytu köşesinde. Anımsatır kendini. Anımsanmakta ısrar eder. Sızlatan yerde, sızlatan nedende dinlenir ve doğrulur soru.

Ömrüne dair kıldığın bir sevincin uykuları doğranır orada. Gezmeye kıyamadığın bahçeleri gelip yağmalar biri. Bahçe kendini yağmalatır ve kahır nasiplenir bundan. Vefanın anlamı yok, öncesinde soğutulmuş şaraplar bahanesidir kaçıp gitmenin. Bir saksıda utanan eflatun da yanıt veremez buna. Nasıl bir toplama varacağın ve o toplamdan nereye evrileceğin de bilinmezlik içerir, evet.

Doğrulup yeni anlamlar bulmaya çalışırsın. Yeni kitaplar edinip satırlarının arasında kaybolmak istersin. Olmadık bir kentte uyanmak düşlerin ertelenir. Ev içleri emer suskuyu, perdeler bahçeye bakmamak için çekilir karanlığa. Eski bir şarkı tarar saçlarını uzun uzun. Bir şelale dev kazanında çoğalan köpüğü sever. Boşluğa bakmanın saatleri uzar orada. Ranzalar ve kanepeler özetler geçmiş zamanı. Sabah, bahçe sözcüğüne sırtını döner.

Bütün bunlar olurken ve her şey sözcüklerin arkasına saklanmak için can atarken, virgilün kırıldığından bahsetmez kimse. Cümlenin eskidiği yer burasıdır işte, cümle değil dolgudur artık her ikrar. Problem’den bahsetmek bile küstahçadır üstelik.

Bu yüzden eskimiş uykuların kuytusuna çekilir utanç. Uzakta, köhne bir tren istasyonu gibi gider uykuya. Yağmaya açık bilincin rüyası huzur vermez. Göz göze gelecek göz kalmayınca en uzun sözcük olur uzak ve genç bir şair bunun şiirini yazar. Kapının, anahtarın ve odaların anlamı değişir. Ses evi değildir o, oysa sen onun sesiyle sabahın yüzünü yıkamak isterdin.

Ne su korudu sadeliğini ne rüya. Çağlayan dereler bulandı.

Ney taksimi toplam.

Başlarken ve umudun genç dalları yeşermeye yüz tutarken masumdur her şey. Orada hınç ve öfke gecenin kalbine saplanmaz bir kıymık gibi. Ne hançer, ne kın, ne kan. Öpülmemiş bir gülün sadeliği çoğalır yan yana ve sakin susmalarda. Bilemezsin kim içinden neyin pazarlığını yapar, neyin acısı çoğalır ve masum kılmakta ısrar ettiğin tılsım hangi yağmaya aralar kapısını.

Hasap dışıdır tüm bunlar; kucaklaşmaların nemli gözleri ayrılığa aralarken kapısını insanın içine karanlık ve susku dolar. Ellerine yabancılaşır insan. Sokaklara yabancılaşır. Yüzüne yabancılaşır. Kentine yabancılaşır, evet. Ama yine de olmayacak bir şeyin kurgusu ısrarla var eder kendini. Olmayacak olan kurgulanır ve kötülüğe bir pay bile biçilmez bundan. Dalga sesleri göndermişsindir üstelik, hatırı yoktur. Havalimanlarından boşluk uğultusu göndermişsin, hatırı yoktur. Bir mültecinin kederini, bir kaçağın saklandığı geceyi ya da bir gerillanın gençliğini göndermişsindir, ne önemi olabilir ki? Her şey o kötülüğü var etmek içindir. Her şey o bahçenin kendini yağmaya açması için, her şey ısrarla ve inatla ve bilerek histen yoksun. Yıkıcı olma telaşında her şey.

Orada bir mimoza susmuş, çayırlar kavrulmuş susuzluktan, ekinler kundaklanmış kimin umurunda? Bir şairin mürekkebi tükenmiş, beklemekten ve yola bakmaktan gelmiş şair kimin umurunda ve ne hakla?

Tam da burada söze giriyor derin kesik. Paramparçe edilmiş bir şiirin çocukluğu yaşlanıyor burada. Uzun yol söylenceleri burada tökezliyor ve burada yoruluyor yarın. Ne önemi var ki? Ne önemi olabilir ki? Herkes kendine sorduğu soruların çıkmazında sürükleniyor. Kimi bir dal parçasına tutunuyor bu sürüklenişte, kimi yaklaşan boşluğa heves ediyor. Herkes örgütlediği kötülükle anılıyor bu kesikte. Geride kalan sadece kaldığını zannediyor hepsi bu.

“alın şimdi bu vahşeti gülle donatın” demişti bir şiirinde Hüseyin Kıran. Elbet her utanç erdemle var eder kendini.

Sonra yine akşam masaları, sonra yine akşama masalar ve sert sessiz sorular yine. Bir telgraf telaşı yine ve cinayet sessizliği. Doğranmış sözcükler yine. Dirim yakışmayan evlerden kovulmuşların gizli tarihi sonra, susmuş saz heyetleri. Neden sonra savunmasını yitirmiş pişmanlık, gururdan başı dönen sulta sonra. Gülün ömrü kaç öpüş ki? Derin kesik elbette. Naz, niyaz ve rest.

Hamiş: Benim bir arkadaşım var, adı Cenk Mutluyakalı. Kırk yılda bir yağmada ararım onu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...