10 Haziran 2018 00:09

Kıvrak zekaya ve kelimelerin gücüne hürmet satırları

Kıvrak zekaya ve kelimelerin gücüne hürmet satırları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İnsanın başına her şey gelebilir. İnsanız, başımıza neler neler geldi.

İyisine de kötüsüne de “Şu an tarihe tanıklık ediyorum” diye baktım ben, bu fikir nefes almaya yardımcı oldu.

Gezi’de muktedir ne derse desin, kimi suçlarsa suçlasın, biz, yani sokaktakiler bunun sabrın aynı anda patlaması, her bir direnişin ortak aklın yansıması, her bir paylaşımın bir halkın kucaklaşması olduğunu biliyorduk.

Çok canlar gitti, ağır hasarlar kaldı. Sağ kalanların ortak cümlesi ise “Bugünleri gördüm ya artık ölsem gam yemem” oldu.

Tarih yazıldı.

Duvarlardaki tüm yazılamalar, kurulan kütüphane, duran adam, şehrin göbeğine taşınan piyano, başımızın üzerinde dalgalanan “Boyun Eğme” pankartı, eğlenceli sloganlar, neşeli marşlar kolluk kuvvetlerinin dengesini, ezberini bozuyordu.

Her bir anı zeka kokuyordu.

Mücadele tarihine altın harflerle geçiyordu.

Zulüm ve baskı, direniş kadar esnek değil. Akıl yerine güç gerektiriyor. Baskıdan sıyrılıp muhalefet etmek ise ince bir zekanın işi.

Yasaklı Suriye sokaklarına üzerinde “özgürlük” yazan binlerce pinpon topu bırakıp, peşinden koşan kolluk kuvvetlerini izlemek, İran’da bir afişin yarısını zamanla uçan kalemle yarısını kalıcı kalemle yazıp, bugün astığın afişin yarın bambaşka bir metin içermesini sağlamak, Koreli plastik fabrikası işçilerinin direnmek için fabrikada metrelerce uzunluğunda cop üretip polisleri kitleden uzak tutabilmesi, Çin’deki bir eylemde polisle çatışmaya 20 metre kala, eylemci kortejinin önündeki 50 ufak tefek kadının tamamının tekvando takımından olup, ilk sıradaki kalkanları alaşağı etmesi. Bunlar hep zekadır, taktiktir.

Femen’in çıkış hikayesini hiç dinlediniz mi? Çıplaklık, tüm dünyada korumaları da protesto edileni de kilitler. Çünkü hiç kimse aniden karşılaştığı çıplaklığa ne tepki vereceğini, o anı yaşamadan bilemez.

Hiçbir polis, çıplak bir kadını bildiği yöntemlerle derdest edemez. Bu vakit kazandırır, herkes çıplak bölgeye bakarken söylemek istediğini oraya yazmak da en akılcı yöntemdir.

Ve bir kadın, bedenini dünyaya sergilerken bir yandan haykırıyorsa, bu da mevzunun ciddiyetini gösterir.

Bir de tarihi değiştiren konuşmalar vardır. Yine aynı ince akıldan süzülmüş, milyonların kalbini kazanan, kelimeleri cımbızla seçilmiş, genelde kısa, öz konuşmalar.

1963 yılında Martin Luther King’in “Bir Hayalim Var” konuşması ile özgürleşen siyahiler. Castro’nun 1953 yılında, hakimler karşısında yaptığı devrim yolunu açan, “Tarih beni aklayacaktır” ile biten savunması, İngiliz işgaline karşı saldırıya hazırlanırken yaptığı konuşma ile Gandhi’nin  “Şiddetsizliği politik bir araç olarak benimsemenizi istiyorum. Bu benim açımdan bir inanç meselesi, ama siz söz konusu olduğunuzda, bunu bir politika olarak kabul etmenizi istiyorum. Onlara karşı en büyük saldırıya hazırlandığım anda bile, kalbimde İngilizlere karşı nefret olamaz” sözleri.

1863 yılında Abraham Lincoln’ün Gettysburg Muharebesi sonrası yaptığı, sadece 271 kelimeden olusan ve toplam 2 dakika süren konusması ile bir isyan bastırıp bugünkü Amerika’nın temelini sağlam kılması.

Bir tarihe daha şahitlik ediyoruz. Dünya üzerinde ilk kez bir cumhurbaşkanı adayı, cezaevindeki telefonla konusma haklarını kullanarak, evinin salonu üzerinden halka ulaştı ve toplamı 5 dakikalık bir sesleniş gerçekleştirdi. Ailesiyle selamlaşma ve evin salonundan yükselen zılgıtlar dahil toplamı 7.5 dakikalık bir video ile tarihe geçti.

Baskıların izansızlaştığı, vasatlığın dört koldan etrafımızı sardığı, cehaletin vebadan beter yayıldığı, yalanların artık takip edilemediği, vaatlerin inandırıcılığının kalmadığı bu dönemde, hasret kaldığımız bir zekayla dört duvar arasından ulaştı kalplerimize, akıllarımıza.

Ben ulaşamıyorum Selahattin Demirtaş’a. Mitinginde alkışlarımı duyuramıyorum. Mektup yazsak sansürlenir, görüşe zaten almazlar, sözlerimi avukatlara iletsem binlerce iş ve iyi dilekler arasından süzülüp ulaşır mı bilmiyorum. Buraya yazıyorum, belki gazete eline ulaşır diye umuyorum.

Sayın Demirtaş,

Sevgili Demirtaş,

Bir cumhurbaşkanı adayına mektup yazma isteği yaratan, bir proje gibi çalışılmış değil, içten gelen ve gerçek olan samimiyetiniz için teşekkür ederek sözlerime başlamak isterim.

Umarım iyisinizdir, biz sayenizde iyiyiz. Biraz bundan bahsedeyim istedim.

Mitinginizde belirttiğiniz gibi, biziz Demirtaş, kendi nezdimde hissettiğim budur.

Bu satırları kaleme alma cesaretini kendimde bulma sebebimdir, Edirne’de dört duvar arasında bir masada ya da İstanbul’da çarpık binalara bakan camın önünde bu satırları yazıyor olmanın farkı yoktur. Özgürlüğümüz aynıdır. İçimizdedir ve özgürlüğün tadı, kendini dünyanın sahibi sanıp, dünya ile arasına etten duvarlar örmeden sokağa çıkamayanların asla bilemeyeceği kadar lezzetlidir.

Bizleri misafir ettiğiniz evinizde, anısına kıyılamayıp kurutulan çiçeklerde, hasret gidersin diye çerçevede saklanan fotoğrafta, bir yağlı boya resme saklanmış barış simgesinde, akşamları yemek hazır sesinin duyulduğu, neşeyle kalabalık sofralara oturulduğu, balkonunda derin sohbetlere dalındığı hissedilen o evde gördüğüm benim.

Etrafta insanlar dinlerken, eşle selamlaşmanın zorluğunu ve sesini duymanın da heyecanını, eşinizi izlerken kalbimde hissedebiliyorum.

Kendinizi onurlandırın demişsiniz, bir cumhurbaşkanı adayının, bir insan hakları savunucusunun salonuna misafir olmanın onurunu yaşıyorum.

Sesiniz telefonda yükseldiğinde, ellerini kalbinden çekemeyen annenizin kalp atışını kendi nabzımda duyuyorum. Onun gözlerindeki hasrette kendi annemi görüyorum.

O salondaki herkesin, zor tuttuğu gözyaşları aynı zamanda benimdir. Dudaklarımın, yanaklarımın içini ısırıp yine de salmıyorsam, size karşı hissettiğim vazifedendir.

Biliyorum ki bizi üzgün, umutsuz görmesinler istersiniz. Biz ancak sevinçten salacağız gözyaşlarımızı, bizi ağlatamayacaklar.

Benim için, doğduğum günden bu yana bu topraklarda gördüğüm, adaletine güvendiğim, zekasına hürmet ettiğim, insanlığından bir an sual etmediğim, kendi içimden geçenleri benden iyi söze döken, önüne çıkan her bedeli tereddütsüz ödeyen, eleştiri ve öz eleştiriye saygısı sonsuz, en kucaklayıcı adaysınız.

Kurduğum güzel dünya düşlerini, kendimi ayakta tutmak için sığındığım umutları, her düşürmeye çalıştıklarında tutunduğum dalları, dertlerimle kavga ederken ortaya sürdüğüm dalga geçebilme kartlarını hep sizde görürüm. Temsil edilmenin huzurunu sizde yaşıyorum, bundan ötürü de teşekkür ederim.

Dilerdim ki bizimle birlikte sokaklarda olabilesiniz. Sesimizdeki cıvıltıyı, gözlerimizdeki umudu bizzat görebilseydiniz.

Şimdi tüm stantlarda gencecik insanlar dans ediyor, senle değişir şarkısı çalıyor tüm neşesiyle.

Renkli bildirileri çekinmeden alıyor insanlar, her gün yüz binlerce dayanışma cümlesi telaffuz ediliyor. Tüm vekil adayları sokak sokak geziyor. İnsanlarla kucaklaşıyor. Televizyonların bir kısmı yokmuşuz gibi yapmaktan vazgeçti.

14-15 yaşımdan beri sosyalistim. Bir parti çatısında bu kadar çok sosyalist görmenin heyecanı ile gözlerimi kapatamıyorum geceleri.

Öyle bir rüzgar esiyor ki, “Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel” çalıyor kulaklarımda.

Hiçbir hayalime bu kadar yaklaşmamıştım.

Şimdi benim hayalimde şenlikli 1 Mayıs’lar, zılgıtlı Newroz’lar, bir parti grup toplantısında Venceremos çalma ihtimali var.

Artık öfkeyle salınan parmaklardan uzak, “Biz kardeşiz” klişesinden kurtulmuş, “Biz zaten biziz, bir canız, etle tırnak benzetmelerine ne gerek var?” denilen bir ülke var.

Biliyorum toparlanmamız biraz sürecek, ekonomi zaman alacak, belki tüm toplumun birbirini yeniden sevmesi de. Bu kutuplaşma bir günde erimeyecek.

Ama benim elimde dayanma kozu olarak “Bu ülkede 1 yıl 7 ay içeride kaldı Demirtaş, sabredeceğiz biraz” sözü var.

Bu seçimde ya da bir sonrakinde, benim bir umudum Sn. Demirtaş’ı Çankaya’da görebilmekte.

Bu ülkenin o günlerini görmeden ölmeyeceğim.

Bana verdiğiniz tüm umut, coşku, empati, neşe hisleri için kendi adıma bir kez daha teşekkür ederim. Hayata direnme, sabahları merakla karşılama gücü kattığınızı bilmenizi isterim.

Hepimize bu hasretliğin son düzlüğünde sabırlar dilerim.

Biz kazanacağız, bizimle değişecek.

Kucak dolusu selamlarınızı aldık, bizden de yürek dolusu sevgi ve selamlarla.

Kavuşmak üzere…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...