21 Mayıs 2018 00:08

Seçimler ve sosyalistlerin tutumu üzerine -2

Seçimler ve sosyalistlerin tutumu üzerine -2

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yazının birinci bölümünde 24 Haziran ‘baskın’ seçimlerinin, ülkenin nasıl yönetileceğinin belirlenmesi bakımından ülke tarihinin en kritik seçimlerinden biri olduğu ve bu nedenle bir ittifak zemini sağlanamamasına rağmen ‘tek adam’ rejiminin kurumsallaştırılması girişimlerinin başarısızlığa uğratılması bakımından sol-sosyalistlerin HDP ve Demirtaş’ı desteklemesi gerektiğine dikkat çekmiştik. Yine iktidarın Kürt hareketine karşı çok yönlü kuşatma ve saldırganlığının bugün HDP’nin baraj altında bırakılmasıyla yeni bir boyuta taşınmak istendiği, bu saldırganlığın boşa çıkartılması ve Kürt sorununun demokratik çözüm zemininin güçlendirilmesi bakımından da sosyalistlerin seçimlerde HDP’nin desteklenmesine kayıtsız kalamayacaklarını/kalmamaları gerektiğini vurgulamıştık.

Bugüne kadar Emek Partisi, Halkevleri, EHP, TİP, Kaldıraç, Partizan, Alınteri gibi sol-sosyalist parti ve çevreler seçimlerde HDP ve Demirtaş’ı destekleyeceklerini açıklarken ÖDP, “adres göstermeye gerek yok” diyerek HDP’yi desteklemeyeceğini ‘utangaç’ bir şekilde ortaya koyan bir tutum belirledi. TKP (KP’nin devamı) ise “rejime sırtını dönme” çağrısı yaptı.

Burada ÖDP’nin seçim taktiği ile ilgili tartışmalarına girmeden önce özellikle BHH’nin tutumunun-ki ÖDP, BHH’nin tutumunda belirleyici konumdadır- bir demokratik ittifak sağlamanın önünde nasıl engelleyici bir rol oynadığı üzerine birkaç şey söylemek gerekiyor. BHH’nin daha seçim tarihi açıklanmadan önce çeşitli sol-sosyalist partilere çağrı yaptığı “Memleket İçin Omuz Omuza” başlıklı metinde şu tespitler yapılıyor:

“1- 2019, tek adam rejiminin seçimler aracılığıyla yasallaşmasını amaçlayan bir politikanın hayata geçirileceği simgesel bir tarihtir. Öncesinde OHAL ve KHK’lar üzerinden devreye sokulan her uygulama, seçimin iktidar bloğunun istediği biçimde sonuçlanması içindir.  2-Faşizmin kurumsallaşmasını engellemeye yönelik bir birleşik mücadelenin hemen şimdi örgütlenmesi ertelenemez, yakıcı bir görevdir.”  Bu tespitler hepimizin ortaklaştığı tespitler. Ancak BHH bu tespitler üzerinden “3-Kendilerini CHP ve HDP içinde ifade edemeyen(…) kesimleri kapsayan sol/sosyalist bir odağa ihtiyaç olduğu” sonucunu çıkarıyor.

Bizim ayrıştığımız nokta tam da burasıdır. Eğer ülkede faşizmin kurumsallaşmasının engellenmesi acil-yakıcı bir görevse, bu görev en geniş demokrasi güçlerinin birliğinin yerine sosyalistlerin birliğini dayatarak başarılamaz.

ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda EMEP’in “sosyalistlerin birliği” ekseninde bir birlik arayışına karşı çıkarak tek adam rejimine karşı en geniş demokrasi güçlerinin birliğini savunmasını “Abdullah Gül’ün adaylığını servis eden bir çizgiyi savunmak” biçiminde tanımlayarak neden böyle bir ittifaka dâhil olmadıklarının gerekçesini açıkladı. Oysa DİB (Demokrasi İçin Birlik) üzerinden yöneltilen bu suçlamalar ve yaratılan Gül’ün adaylığı savunuluyormuş algısı meseleyi sulandırmaktan öte bir anlam taşımıyor. Çünkü DİB’in bugüne kadar Gül’ün desteklenmesine dair bir çağrısı olmadı. Öte yandan DİB içinde ÖDP Eski Başkanı Ufuk Uras gibi isimlerin bu yönde yaptıkları değerlendirmeler ise, kendilerini bağlar. Kaldı ki, sosyalistler en azından son 70 yılda ‘faşizme karşı birleşik cephe’ deneyimlerinden bilirler ki, acil demokratik talepler etrafında bir araya geldiği güçler arasında burjuva demokrat-liberal vb. güçlerin olması, sosyalistlerin de bunlarla aynı çizgiyi ya da platformu savundukları/savunmak zorunda oldukları anlamına gelmez.

Alper Taş, Birgün gazetesine verdiği röportajda ÖDP’nin seçim taktiğini “AKP-MHP blokunun yenilmesine odaklı bir çalışma” olarak tanımlıyor ama “Solculara kime oy vereceğini reçete ile sunmaya gerek yok” diyerek de bu konuda doğrudan bir cumhurbaşkanı adayı ve partiyi desteklemeyeceklerini belirtiyor. Şimdi hem seçimlerde HDP ve Demirtaş’ı destekleyeceğini açıklayan EMEP’i DİB üzerinden mahkûm etmeye çalışacaksınız, hem de HDP’nin barajı geçmesi diğer nedenler bir yana AKP-MHP bloğunun yenilmesi için böylesine hayati bir önem taşıyorken-ki, HDP barajı geçemezse çıkarması muhtemel 60-70 milletvekilinin yerini büyük oranda AKP’lilerin alacağı biliniyor- “adres göstermeye gerek yok” diyeceksiniz! Alper Taş’ın söylediklerinden ÖDP bakımından AKP-MHP bloğunun geriletilmesi için Meral Akşener ya da Selahattin Demirtaş’a oy vermek arasında bir fark görülmediği sonucu çıkmaz mı? Ayrıca mesela Saadet Partisi Gül’ü aday göstermiş olsaydı ÖDP’nin seçim taktiği, Gül’e oy verilebileceği anlamına gelmeyecek miydi? O zaman Alper Taş ve ÖDP, o çokça eleştirdikleri Gülcülerle aynı platformu düşmüş olmuyorlar mı?

Ancak şunu da belirtelim: Alper Taş, Birgün’deki röportajında “HDP’nin parlamentoda var olması, temsil edilmesi HDP gibi bir partinin mevcudiyeti toplumsal barış açısından önemli. Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü açısından da önemli” demeyi de ihmal etmiyor.
O zaman sorumuz şu: AKP-MHP bloğunun geriletilmesi ve Kürt sorununun demokratik çözümü bakımından böylesine kritik bir önem taşıyorken ÖDP neden HDP-Demirtaş’ı desteklemiyor? Bu durumda bütün ÖDP’li dostlarımıza düşen parti merkezleri bir karar almış olmasa da Alper Taş’ın HDP’nin barajı geçmesi konusunda dile getirdiği görüşlerin gereğini yerine getirmeleri; yani HDP ve Demirtaş’ı desteklemeleri değil midir?

TKP’ye gelince…TKP, seçimlere ‘kerameti kendinden menkul’ bir taktikle katılıyor. TKP tarafından yapılan açıklamada “Cumhurbaşkanlığı seçiminde TKP halkımıza yalnızca adaylara değil, bizzat bu seçime ve onun temsil ettiği siyasal rejime sırtını dönme çağrısı yapmaktadır. Bu cumhurbaşkanlığı sistemi ‘geçersiz’ bir sistemse oyumuz da ‘geçersiz’ olmalıdır” deniliyor. TKP’nin bu açıklaması, insanın aklına Vizontele filminin o ünlü “Zeki Müren de bizi görecek mi?” sahnesini getiriyor. Ülke fiili dikta rejiminin kurumsallaştırılması için dayatılmış bir baskın seçimle karşı karşıya iken TKP “rejime sırtını dönerek ” en devrimci-komünist tutumu takındığını sanabilir ama bu tutumun en çok dikta rejimi peşinde koşanların ekmeğine yağ süreceği açıktır. Sanırız TKP için faşizm ya da demokratik cumhuriyet arasında bir fark yok. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla TKP, sosyalistlerin-komünistlerin demokrasi için mücadelesini gereksiz görüyor: Sosyalizm gelecek dertler bitecek! Oysa Marx, demokrasi konusunda benzer görüşler savunan Proudhon’un küçük burjuva sosyalizmini mahkûm edeli 150 yıl oldu.

Demokrasi mücadelesini gereksiz gören TKP’nin bu mücadelenin alanlarından/konularından biri olan ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının günümüzde geçersizleştiği savunduğu da biliniyor. Emperyalizm koşullarında bu hakkın savunusu konusunda Lenin’in söylediklerini hatırlatmak da TKP için en azından bugüne kadar bir anlam ifade etmedi. Dolayısıyla TKP’nin iktidarın çok yönlü kuşatması-saldırganlığı ile karşı karşıya olan Kürt hareketinin mecliste temsiliyeti ya da Kürt sorununun demokratik çözüm zemininin sağlanması gibi bir kaygısı da yok!

Bitirirken bir kez daha söyleyelim: Derdimiz kısır tartışmalara girmek değil; ülke böylesine kritik bir siyasi dönemeçten geçerken demokrasi mücadelesinin ihtiyaçlarını gözetmeyen tutum ve yaklaşımların işçi sınıfı ve halkların çıkarlarına da hizmet etmeyeceğini bir kez daha hatırlatmaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...