19 Mayıs 2018 23:03

Anketi aldım, röportaj ekledim, biraz da kuşak analizi serptim: Zafer çıktı!

Anketi aldım, röportaj ekledim, biraz da kuşak analizi serptim: Zafer çıktı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tarihi bir seçime daha 35 gün kala, her ne kadar gönül sinemadan kitaptan bahsetmek istese de beyin buna izin vermiyor. Mahalle yanarken insan saçını tarayamıyor.

İki kişi bir araya gelsek konu sandıktan öte gidemiyor.

Geçenlerde uzun zamandır görüşemediğim arkadaşlarımla buluştum. Birbirimizden ayrı geçen zamanda neler yaptığımızı anlatacağımıza oturup seçimlerle ilgili semt röportajlarını izledik.

Hepiniz “laiklik elden gidiyeah” diyen, sonradan AKP’nin de parti binasında ağırladığı seçmeni hatırlarsınız. İstanbul’un her semtinde yapılan sokak röportajlarının ufacık bir bölümüydü. Gerisini merak ederseniz youtube’ta semt semt izleyebilirsiniz.

İlyas Salman ve Şener Şen’li eski filmleri izlerken hem gülerim hem de sinirden dişlerimi sıkarım. Bazen o kadar saf birini oynar ki İlyas Salman, “müstehak” der hale gelirsiniz.

İşte bu röportajlar da sadece seçim öngörüsü edinmeye değil o filmlerden alınan sinirlenirken eğlenebilmek hissini de size yeniden yaşatacaktır.

Bakırköy, Esenler, Bağcılar, Üsküdar, Beylikdüzü röportajlarını izleyince gördüm ki seçmen kitlesi beklenen yüzdenin de üzerinde gelenekçi.

Muhalefet partilerine oy veren de iktidara oy veren de aynı şekilde. MHP’nin cumhur ittifakında AKP ile birlikte hareket ettiğini bilmeyen seçmen de var, CHP’nin Saadet ile yan yana durduğunu bilmeyen de.

Sokak röportajları ile KONDA’nın raporunu kıyaslayınca neredeyse yüzde olarak bile aynı şeyleri görebiliyorsunuz.

KONDA’nın da dediği gibi AKP seçmeninin en çok kullandığı sosyal medya whatsapp. Haberi internetten değil ana akımdan alıyorlar ve bu sebeple gerçekle bağları oldukça kopuk.

Gelenekçi seçmen dışında en çok kararsızlar dikkat çekiyor. Kararsızlar genelde apolitik seçmenlerdir. Faydacı seçmen tipine yönlenmeye daha yakınlardır. Aynı zamanda vaat ve korku stratejilerinden de en kolay etkilenen kesimdir. “Ben seçilmezsem x olur” kampanyalarının en etkili olduğu kesimdir.

Öte yandan yaygın bir fayda yaratma vaadiyle de etkilenebilirler.

Karasız seçmen adaya değil konuya oy verir. (Jacobs ve Shapiro 1994)

Kararsızlara baktığımızda ise en çok genç kuşağı görüyoruz. Hatta bakkal hesabıma göre izlediğim kararsızların yüzde 85’i Y kuşağına dahil. Ve siyasi partiler bu kuşağı tam bilmiyor.

Bu kuşak da farklı bir hükümet görmediği/hatırlayamadığı için neyi kaybettiğini ya da değişimle neyi kazanabileceğini net bilemiyor. Kendisini kaybeden gördüğü için kimin kaybettireceğinin önemi olmadığını düşünüyor.

Pazarlamadaki kurallarla siyasi seçimdekiler bir yaklaşık sonuçla birbirine çok benzer. Eğer satışı /oy oranınızı radikal şekilde artırmak istiyorsanız, mevcut kitlenize yeni ürünü/söylemi daha fazla satmaya çalışmak dışında hedef kitlenize yeni bir çember eklemelisiniz.

Bu durumda da yeni çember kararsızlar ve yeni kuşak oluyor.

Çünkü gelenekçi seçmenin fikrini değiştirmek için 40 günlük hiçbir kampanya zaten yeterli olmayacak. Ana akımda muhalefet yer bulamayacak, mitingler her ile yetişemeyecek, zaten mitinge de gelenekçiler katılacağı için yeni insana ulaşma ihtimali düşük olacak. Sosyal medya da belli ki iktidar seçmenini ikna için yeterince kapsayıcı değil.

Bu durumda söylemlerin fazlaca Y kuşağı içeren kararsızlara uygun yapılması isabet olur diye düşünüyorum.

Kuşak araştırmacısı, yazar, danışman ve konuşmacı Evrim Kuran’ın, kuşaklar üzerine bilgi ve birikimini kendi yaşamından hikayeler ile temellendirdiği, çok kolay okunan ama ders kitabı öğreticiliğinde ilk kitabı geçen hafta raflara girdi:

“Telgraftan Tablet’e.”

Kitabın yazar-okur buluşmasında, dayanamayıp şunu sordum kendisine: Kuşaklar konusunda Türkiye’de en çok dataya sahip, en deneyimli isimsin, sana hangi siyasi partiler ulaştı bu süreçte?

Yanıtı hiçbirisi oldu.

Kısacık bir okur-yazar buluşmasında bile bize kuşakların farklı beklentilerinden bahsederken pek çok konuda aydınlandık. Dilerdim ki kampanyalarda fikri alınmış olsun.

Zira aynı oturumda söz alan Y kuşağından genç bir kadın Evrim Kuran’ı daha o an doğruladı. “Haklısınız, oy vermeyeceğim. Çünkü üniversitelerin bölünmesi ve isimlerinin değişmesi konusunda bizim hiç muhatabımız yok. Sesimizi duyuramadıktan sonra kime duyuramadığımızın bir önemi yok.”

Evrim kitabında Y kuşağını şöyle tanımlıyor: “...sonuç odağında değil sürecin tadını çıkarmak isteyen, saygının hak edene sunulması gerektiğine inanan, içinde bulunduğu topluluğu etkileme ve onlardan etkilenme eğilimi yüksek, harekete geçmek için anlam arayan, eş zamanlı olarak birkaç işi birden yapabilen...”

Türkiye nüfusunun yüzde 32’si bu kuşağın tanımına giriyor.

Yine aynı kitapta benim de içinde bulunduğum X kuşağı ile Y kuşağını ve hatta bazı aday ve milletvekillerinin dahil olduğu BB (bebek bombardımanı) kuşağını kıyaslayan bir tablo da var.

Bu bilgiler ışığında, KONDA araştırmasını ve sokak röportajlarını da işin içine katarak kendimce şu sonuca varıyorum:

Sosyal medya ile iktidar seçmenini anlamak mümkün değil ve bu seçmenin ılımlı gelenekçi ya da faydacı kısmını sahada yakalamaya çalışmak için de az zaman var. Ki belki de bu kısım kendiliğinden çark edecektir zaten.

O tarafa sarf edilecek enerji ile çoğunluğu Y kuşağına dahil kararsızları hedeflemek muhalefet için daha doğru bir strateji olacak.

Bu kuşağa ses duyurmak ve kararsızları etki altına alabilmek içinse net faydadan ve değişimden söz edilmeli. Deneyim merkezli bu kuşağı ikna etmek için özgür ve demokratik bir ülkenin simülasyonu iyi anlatılmalı. Diğer etken olan korku stratejisi geçmişte iktidar tarafından o kadar çok kullanıldı ki, Marcus ve Mackuen’in hatta Myerson ve Weber’in, Lazarsfeld’in aklımıza gelen tüm siyaset bilimcilerin öngördüğü, geri tepme aşamasına gelindi. “Sonumuz olur” söylemi burada çalışmayacak belli ki.

Naçizane önerim: Bizler, yani hangi kanattan olursak olalım, oyu belli muhalif seçmenler, bayram havamızı kaybetmemeliyiz. Kazanmaya olan inanç, bir kazanımın parçası olabilme hissi, değişime duyulan heyecan topluma sirayet edebilmeli.

Pazarlamanın en etkili yöntemi olan kulaktan kulağa usulü aynı zamanda devrimcilerin de örgütlenme sürecindeki çalışmalarına benzer. İnsanlar güzel şeyler duyduklarında, bunu paylaştıklarında harekete geçmeye daha yatkın olurlar.

’80 darbesinden önce Türkiye’de devrimcilerin estirdiği yakında devrim olacak havası öyle güçlüydü ki Devrimci Yol dergilerinin tirajı 200 bin civarıydı. Kimi özel sayılarda 400 bin basılıp, milyona yakın da elden ele okunduğu söylenir. Bu sayılara ana akımda bile rastlamak zor şu an. Hele de ülke nüfusunun o dönemler sadece 40 milyon olduğu düşünülürse.

Havayı döndürmek biraz da bizim elimizde.

En çok boykottan korkuyordum şahsen. Bakınca aslında muhalefetin boykottan korktuğundan fazla iktidarın korkması gerekir. Çünkü asıl havlu atmaya yakın kitle o cenapta. Anket sonuçları böyle gösteriyor. Sokak da bunu söylüyor.

Geçmiş seçim röportajlarında “oyumuz yüzde 100, asla yüzde 60’ın altına düşmez” diyen gerçeklikten kopuk gelenekçiler bile bu seneki röportajlarda “yüzde 50’yi görür diye umut ediyoruz” diyorlar kameraya.

Bizler kazanacağımıza inanırsak ve bunu şartsız koşulsuz haykırırsak, estireceğimiz rüzgarın dökeceği yaprak karşı taraftan olacak.

Muhalefet ise söylemi olumludan yana kurmalı ve her icraatı tane tane açıklamalı.

İstihdam, ekonomi, hak ve özgürlükler, adil yargıdan bahsedip bizlere huzurlu ve tahammüllü bir toplumun neye benzediğini yeniden hatırlatmalı.

Öte yandan ciddi bir kesimin de içinde biriken bir öfke var. Barış Atay’ın “Affetmiyoruz, hesap soracağız” sözlerini iktidar nezdinde şiddete yordu Ahmet Hakan.

Oysa adil bir yargıdan bahsediyordu. Kişinin fikri neyse zikri odur. Ahmet Hakan da aynı korku imparatorluğunun bir sandalyesinde oturduğundandır bu yorumu.

Öte yandan Barış Atay’ın söylemi hem eleştirildi hem de sahiplenildi. Güzel günlerin altını çizelim derken, içindeki yara hâlâ kanayan büyük bir kesimi de naiflikle sınamamak lazım.

Kolay aslında bunu yapmak. “Hak yerini bulacak, masumun yargıdan korkmasına gerek kalmayacak, suçluysa cebindeki hamili kart yakınımdır yazısına da parasına da güvenemeyecek. Yeni bir geleceği kurarken kiri pası halı altına süpürmeyeceğiz” demek gibi.

Kelimelerle dans etmek aslında.

Burada kampanya söylemini cümle cümle önermek haddim değil. Lakin günümüzde geçerli akçe “samimiyet.”

Samimiyet kapıları açıyor, korkutulmuş kitlede bir rahatlama, oh be hissi yaratıyor.

Bir seçim filmi önereyim bu kısım için: 1998 yapımı Bulworth.

Muhafazakar kesimin desteklediği başkan adayı seçimlere sayılı gün kala “burnout” diye tabir ettiğimiz psikolojik bir çöküş yaşar. İşleri iyi gitmiyordur. Anketlerde 4 puan düşmüştür. Kampanyayı sürdürecek gücü de kalmamıştır. Eşi ile sadece kamera karşısında poz vermekten öte hiçbir ilişkisi yoktur. Kızını güvenceye almak için bir hayat sigortası yaptırıp kendini öldürtmek için bir kiralık katil ile anlaşır.

Her şeyin biteceği fikri ile çıktığı kampanyada kurşunun nereden geleceğini bilmeden, tüm kartlarını açık oynar. Kilisede yaptığı konuşmasında sigorta şirketlerinin kampanyasına en çok bağışı yapanlar olduğu için halkın sağlık reformu beklememesini, yahudi lobisinde yaptığı konuşmada onların da farklı ayrımcılıklar yaptığını ama iyi para verdikleri için ses çıkartmadığını anlatıp emniyet teşkilatına siyahlara böyle davranırlarsa hepsinden tek tek hesap soracağını ve oylarını bir yerlerine sokmalarını söyler.

Bu süreçte siyah genç bir kadına aşık olur ve öldürülme fikrinden vazgeçer. En önemli TV programında kendi kurmayları dahil herkesi gömdüğü bir rap parçası söyler.

Ve beklenmedik son: Açık ara ile seçilir.

Bulworth kadar da açık olmaya gerek yok ama şeffaflığı özledik.

Özür bir erdemdir, özledik. Netliği özledik. Azardan bıktık, şefkati özledik.

Saraylar bizden çok uzak, varak bizlik değil. Cesaretimiz hep vardı ama korkmamayı da özledik.

Biz sosyal medyada selam verip selam alabileceğimiz, gerçek hayatta yolda görebileceğimiz, sesimizi duyurabileceğimiz bir aday, bir yönetim özledik.

Özlemek gibi naif bir hissi, içimizde biriken volkan gibi öfkemizle kaynatıp coşku ve hareket olarak dışarı vurabilmeyi dilerim.

Ilık ama sert zafer rüzgarını hissedeceğiniz bir pazar olsun...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...