11 Mayıs 2018 00:30

Bölgesel savaş tehdidi ve 24 Haziran seçimleri

Bölgesel savaş tehdidi ve 24 Haziran seçimleri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’de dikkatlerin 24 Haziran ‘baskın ‘ seçimlerine çevrildiği bugünlerde bölgede (Ortadoğu) önümüzdeki dönem bakımından ciddi tehditler yaratan gelişmeler yaşanıyor.

ABD Başkanı Trump, geçtiğimiz günlerde İran ile 2015’te imzaladıkları anlaşmadan resmen çekildiklerini açıkladı. İran’ın 2015’te BM’nin 5 daimi üyesi (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) ve Almanya ile imzaladığı anlaşma, İran’ın nükleer faaliyetlerinin sınırlandırılmasını ve İran’a yönelik ambargonun kaldırılmasını öngörüyordu. Trump, anlaşmadan çekilme kararıyla birlikte İran’a yönelik yeni yaptırımlar uygulayacaklarını açıkladı.
ABD’nin Trump’tan Önceki Başkanı Obama da aslında önceleri askeri müdahaleler üzerinden bölgeyi kendi politik eksenine uygun şekilde dizayn etmeye yönelik bir politika uygulamıştı. Fakat bu politikanın karşıtlarını (Rusya ve İran’ı) güçlendiren sonuçlar doğurması karşısında Obama, ABD’nin bölgesel güç ve ilişkilerini korumak için ‘anlaşmacı’ bir çizgiye çekilmişti. ABD, Trump’la birlikte yeniden müdahaleci politikalara geri döndü. Trump, yanına

S. Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Salman ve İsrail Başbakanı Netanyahu’yu alarak bölgede etkisi artan İran’ı (ve dolayısıyla müttefiki Rusya’yı) kuşatıp etkisizleştirmek istiyor. Trump’ın yanına aldığı güçlerin Obama’nın İran’la nükleer anlaşmasını imzalamasına en çok karşı çıkan ülkeler olması rastlantı olmasa gerek!

Tekrar belirtelim: İran, Rusya’nın bölgedeki en önemli dayanağı. Dolayısıyla İran’ı kuşatmak, Rusya’nın bölgeye müdahalesini de sınırlamak olarak anlam kazanıyor. Yani İran’a yönelik bu saldırganlık, bölgede emperyalist güçler arasında devam eden egemenlik/paylaşım mücadelesinden bağımsız ele alınamaz.

ABD’nin İran’a karşı yeni yaptırımlar kararı aldığı bugünlerde İsrail,  İran’ın askeri varlığını gerekçe göstererek Suriye’ye füze saldırıları düzenliyor. İsrail’in artan saldırıları daha önce kimyasal silah kullanıldığı bahanesiyle ABD, Fransa ve İngiltere’nin düzenlediği saldırılar ile birlikte düşünüldüğünde ABD ve müttefiklerinin Suriye’de kazananı Esad ve müttefikleri olan bir siyasi çözüme razı olmayacaklarını ve böylesi bir çözümü engellemek için gerilim ve çatışmaları tırmandırmaktan geri durmayacaklarını gösteriyor. Lübnan’da Hizbullah ve müttefiklerinin güçlerini arttırarak çıktıkları seçimlerden sonra İsrail’in sadece Hizbullah’ı değil, bütün Lübnan’ı tehdit eden açıklamalarını ve yine Filistin’e yönelik artan saldırganlığını da bu gelişmeler zincirinin halkaları olarak ele almak gerekiyor.

Suud’un Veliaht Prensi Muhammed bin Salman ise, tıpkı zamanında AKP-Erdoğan’ın  Gülencilerle iktidarı paylaştıkları günlerde kapıldıkları hayale kapılmış görünüyor. Bin Salman “ılımlı İslam” adını verdiği politika ile bölgenin (Müslüman Arap dünyasının) liderliğine soyunmuş durumda ve İran’ı bu hayalin önündeki en büyük engel olarak görüyor.

Daha yakından bakıldığında bu gelişmelere birçok yeni gelişme eklemek mümkün. Ancak genel tablo, bölgede gerilim ve çatışmaların tırmandırılacağı bir sürece doğru gidildiğini görmek/anlamak için fazlasıyla veri sunuyor.

Bu noktada sorulması gereken soru, Türkiye’nin bu gelişmelerin neresinde yer aldığı ya da alacağıdır?

Elbette bu sorunun yanıtı bakımından 24 Haziran seçimleri büyük önem taşıyor. Çünkü bu seçimler büyük oranda iç politika ile de iç içe geçmiş bulunan dış politikada Erdoğan iktidarının bugüne kadar sürdürdüğü politikaların devam edip etmeyeceğini de belirleyici sonuçlar doğuracak.
Erdoğan iktidarının 2011’den beri devam eden bölge politikasının ülkeyi getirdiği nokta ise, özetle şudur:

Birinci olarak, hem Esad rejimine ve hem de Suriye Kürtlerine karşı cihatçı çetelerle iş birliği, İdlib’den Cerablus’a kadar sınır bölgelerini cihatçı grupların bir sığınağı, deyim yerindeyse küçük bir Afganistan haline getirdi. Dolayısıyla bu destek politikasının terk edilmemesi halinde ve bölgede gerilim ve çatışmaların tırmanmasına bağlı olarak bu cihatçı gruplar kaçınılmaz bir şekilde hem Suriye’de ve hem de ülke içinde başa bela olacak.

İkinci olarak, ülke içinde ve sınır ötesindeki Kürtlerle barışçıl çözüm ve ilişkiler yerine sürdürülen müdahaleci-çatışmacı politika, emperyalist ülkelerin Türkiye’deki rejimin Kürt sorunundaki zaaflarını kendi çıkarları temelinde kullanma zeminini büyütüyor. Dün Afrin için Rusya ile, bugün Menbic için ABD ile pazarlık, bu güçlerin Türkiye’yi birbirlerine karşı kullanmalarına ve dolayısıyla bölgede artacak gerilim ve çatışmaların bir parçası haline getirmelerine uygun koşulları yaratıyor.

Sonuç olarak, Türkiye’yi bütün emarelerin büyüyeceğine işaret ettiği bu gerilim ve çatışmaların dışında tutmak için 24 Haziran’da Erdoğan iktidarı ve bölge politikasından kurtulmak, son günlerin popüler sözcüğüyle söylersek bu iktidara artık ‘tamam’ demek gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...