09 Mayıs 2018 00:14

Gece biter, sis dağılır

Gece biter, sis dağılır

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Jane Austen’ın, gotik edebiyat okumayı seven kahramanı Catherine Morland, ilk gördüğünde büyülendiği ve kendisine muhakkak bir macera vadettiğini sandığı Northanger Manastırı’ndaki odasında, sağı solu kurcalarken bir çekmecede üzeri yazılı, eski bir kağıt bulur. Serüvenin içine düşmüştür. Gece, karanlık yüzünden okuyamadığı kağıtta ne yazdığını düşünmekten uyuyamaz. Ama sabah, bulduğu şeyin eski bir alışveriş listesi olduğunu anlayınca büyü bozulur. Bu gotik binanın sakladığı gizemi çözen, okuduğu romanlardaki gibi kahramanlardan biri olamayacağını anlamak, oradaki gündelik hayatın hiç de apaçık gerçeği saklayan bir sisle örtülü olmadığını görmek yeterince hüsran kaynağıdır onun için.

Gotik’in, güçlü ama kültürel varlığı zayıf bir burjuva dönemin ürünü olduğunu söyler Franco Moretti. Apaçıklıktan pek de hoşlanmayan bu sınıfın hegemonyası altında, olan biteni anlamlandıramayan alt sınıflar için gerçekliğin üstü sisle örtülüdür. Yönetici sınıfların ihtiyaç duyduğu retorik müphemliğin estetik karşılığı olarak belirir gotik: yüce ve abartılmış biçimle, iddialı bir üslupla yeniden üretilen gizem…

Sanayi Devrimi’nin devasa adımlarla ilerlediği Victorian kalkınmadan payına, nedenini anlamlandıramadığı bir dışlanma, kendi hayatı üzerindeki kontrol duygusunun kaybı düşen alt sınıflara mensup bireylerin ruh hali, tarihi kahramanların başarılarına açlık, gizem öykülerine ilgi, korku edebiyatına düşkünlük, müphem olan her şeye yönelik tutkuyla biçimlenir.

Gotik, bir tarihsel bir dönemin ürünüdür kuşkusuz ama bitmiş değildir. Yavuz Sultan Selim’den başlayan kahramanlık öykülerinin, belirsiz vaatlerin, sürekli kılıç sallanan iç ve dış düşmanların, şer güçlere, münafıklara, üst akıllara, hukuken bir türlü profillendirilemeyen teröristlere bolca atıfta bulunan burjuvanın benzerleri Sanayi Devrimi eşiğinde ya da içinde olmayan bir ülkede de siyasi retoriği şekillendirebilir. Bu söylemdeki imalar, olan biten her şey hakkında hiçbir kontrolü olmadığını hisseden yurttaşların büyük bir bölümüne karanlık ve sis içindeki bir takım odaklar tarafından hayatının kontrol altına aldığını düşündürür. Gotik alt sınıfların güçsüzlüğünü, ama üst sınıfların da zayıf meşruiyet gerekçelerini güce ikame eden bir imitasyondur.

Siyasi gizemleştirmenin toplumsal hayattaki karşılıkları da var. Çorum’da bir mezarlıkta gece yarısı bir mezar başında ağladığı görülen, siyah giysili, kırmızı pabuçlu bir genç kadının sırrını çözmek için peşine düşen ve Tıpkı Jane Austen’ın karakteri gibi, gizem çözüldüğünde muhtemelen elinde bir alışveriş kağıdıyla kalakalacak olan bölge ahalisinin gösterdiği gibi, sis aslında çözülmesi beklenen değil, hayatın devam etmesi için gereken bir şey haline dönüşmüştür. Onun için gerçekliğin üstüne örtülen peçenin çok katmanlı olmasını, biri düştüğünde diğerinin iş görmesini ister bu zihin. Joseph Conrad’ın bir sömürge gemisiyle Kongo’ya giden kahramanı Marlow gözünün önünde sis çözülüp de ülkesinin sömürgeci gerçekliğiyle yüz yüze geldiğinde onu görmemeye çalışır: “Sanki bir peçe yırtılmıştı. O fildişi rengi yüzde kasvetli bir gurur, acımasız güç, namert bir dehşet ifadesini gördüm... Mumu üfleyip söndürdüm ve kamaradan ayrıldım. Daha önce hiç görmemiştim, umarım bir daha görmem!...”
Ama görecektir. Marlow gibi görmezden gelenler için, gerçeklik, karanlıkta yok olmaz. Sadece hayalin ihtiyacı vardır karanlığa.

Devletin ve milletin bekası gibi ulvi hedeflerin taşıyıcısı, Fatih Sultan’dan bu yana gelen kahramanlar soyunun onurlandırılmış bir ferdi, cümle alemin başarılarını kıskandığı bir ülkenin yurttaşı olmak gibi erdemlerle giydirilmiş bir topluluğun beklentisini karşılayacak kalın bir peçe yapmaya devam etmek şu zamanlarda kolay değil elbet. Kahramanın tıkıldığı kamaranın kapı menteşeleri de yalama olup kapanmaz hale geldiğinde eski hikayelere teslim olmak zorlaşıyor. Bunun için uyuşturucu doz sürekli artmak zorunda. Ne var ki karşısında uyuklamaya başlayan kitlesini uyandırmak için manevi telkinin etkisinin tükendiği yerde onlara “Hadi bir kalkın oturun” diyerek talimatla fiziksel aktivite yaptıran buyurganın sesi, sonuna bir mum alevi gibi boşlukta titreşiyor.

Gün ağardığında o gotik manastırdaki bütün eşyalar ayan beyan göründüğünde alışveriş listeleri, kredi borçları, işsizlik, iki yakayı bir araya getirememe hali ortaya çıktığında hayal kırıklığı da garanti.

Hayali kahramanlığın bunların karşısında bir gideri yok çünkü. Üst akıl denen şeyin emekçilerin güçsüzlüğü pahasına var olabildiğini, iri iddiaların büyük çıkar hesaplarını örttüğünü görüyor, gözündeki perde açılıyor insanın.

Gotik anlatının etkisi anlatının müphemliğine ihtiyacı var. Ama sis kalktığında veya sabah olduğunda müphem de yerini aşikara devreder.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...