30 Nisan 2018 00:00

İnsanlık köprüsü

İnsanlık köprüsü

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gözaltılar, tutuklamalar hayatlarımızın ayrılmaz bir parçası çoktandır. Adliyeler buluşma mekânımız oldu. Tutuklu dostlara ne yazıp göndersek, sevgili Onur Hamzaoğlu’ya kart seçip yazarken canı çeker diye simit resmini kenara koyup “halk sağlıkçıdır midye yemez” diye söyleştiğimiz, çaylarımızı yudumlayıp “ütopya” sözcüğünün anlamını bilmeyen avukatlara gülerken, farkında olmadan kanımızla duş yapma hayalini itiraf edenlerin olduğu bir ülkede bizlerin ütopyalarıyla bir anlığına da olsa güzelleşen ama “saray” diye yola çıkıp birkaç yılda orası burası kırılmış, yıkılmış, harabe görüntüsü her yerinden fışkıran çökertilmiş yerler.

O yıkık dökük “saray”lardan hınca hınç dolu ezaevlerine gönderilen insanların gözaltında işkence iddialarından, ezaevlerinde yerlerde yatmak zorunda kalanlardan, sağlığa erişimin zorluklarından konuşurken Halime Gülsu’nun ölüm haberi düşüyor telefonlarımıza. Epeydir hem Mersin Emniyet Müdürlüğü’nde, hem de Tarsus Cezaevi’nde işkence iddiaları gündemden inmiyor, Mersin’de 20 Şubat günü gözaltına alınan, iki haftalık gözaltı sonrası Tarsus’a gönderilen, Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) hastalığı olduğu ve tedavi göremediği, ilaçlarını alamadığı dile getirilerek Halime Gülsu’nun risk altında olduğu vurgulanıyordu. SLE bağışıklık sistemi ile ilişkili bir hastalıktır. Hafif seyreden tipte olabildiği gibi, pek çok organ tutulumu ile ciddi bir şekilde de ilerleyebilir ve sıkıntıları azaltmaya yönelik ilaçların yanı sıra bağışıklığı baskılayıcı ilaçların da kullanılması gerekir. Hasta, hayatı tehdit edici önemli organların geriye dönüşümsüz işlev kaybı ile risk altında ise yoğun tedavi gereklidir. İlaçsız kaldığı dile getirilen Halime Gülsu’nun gözaltından başlayarak iki ay içinde ölümle sonuçlanan klinik durumu düşünüldüğünde belli ki SLE hastalığı ciddi biçimde ilerleyici özelliktedir. Gözaltı öncesi bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanıyor ise zaten hem gözaltı hem de cezaevi koşulları böyle bir tedavi alan kişi için çok riskli ortamlardır. Paylaşılan haberlerde iki haftalık gözaltı süresi tanımlandığına göre bir haftalık süre ikinci kez uzatılmış görünmektedir. Böyle ciddi sağlık sorunu olan bir hastanın yakınları muhakkak sağlık durumu ile ilgili raporları sorumlu birimlere ulaştırmış olmalıdır ki, zaten haberlerde raporlarının kaybedildiği de aktarılan iddialar arasındadır.

Tüm bu basamakları bunca ayrıntısıyla paylaşma amacım, sorumluları adım adım tanımlamak için elbette. Gözaltı süresinin uzatılması kararını veren savcıdan, tutuklama kararı verenlere tüm yargı mensupları bu ölümde doğrudan sorumludur. Gözaltında raporun kaybolması, ilaçların kendisine ulaştırılmaması Mersin Emniyet Müdürlüğü’ndeki tüm ilgilileri, Tarsus Cezaevi’ne geçtikten sonra da cezaevi müdüründen hekimine tüm çalışanları sorumlu kılmaktadır. Ortada çok ciddi bir yaşam hakkı ihlali bulunmaktadır. Sağlığa erişim hakkından söz etmeye dahi gerek yok, üstelik hastaneye sevkler orada da 26 Mart günü yayınlanan “Cam Kafes” yazımda aktarılan biçimde yapılıyorsa işkence suçunu da hesaba katmak gerekmektedir.

Yeniden cezaevi verilerine dönelim. Biz söylemiyoruz, Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları Genel Müdürlüğü’nün bilgilerine göre Türkiye’de 4 Ocak 2018 tarihi itibarıyla 386 ceza infaz kurumu bulunmakta olup toplam kapasitesi 208.830 kişidir. 20 Mart 2018 tarihi itibarıyla ceza ve tutukevlerinde en az 224.974 hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Bu durumda İnsan Hakları Derneği’nin raporunda da belirttiği gibi 20 Mart 2018 tarihi itibarıyla en az 19.307 kişinin uygun olmayan ortamlarda özgürlüğünden yoksun bırakıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.*

Türkiye’deki insan hakları örgütlerine, ilgili tüm uluslararası sözleşmelere taraf ülke konumunda olmasına rağmen bugüne dek neredeyse hiç cezaevleri ile ilgili denetim görevinin yaptırılmaması, uzun yıllardan sonra CPT (Committee for Prevention of Torture – İşkence Önleme Komitesi) raporunun açıklanmasına engelleme getirilmesi ve sözleşmelere göre denetim yetkisi bulunan uluslar arası kurum ve kişilerin açıklamalarına algı saptırmaya yönelik “iç işlerimize karışamazlar” açıklamaları ile yanıt verilmesi gibi baskıların ayyuka çıktığı koşullarda dahi İnsan Hakları Derneği’mizin tüm üyeleri ile ve kendileri de gözaltı ve tutuklamalarla yıldırılmaya çalışılırken derleyebildikleri verilere göre 1 Mart 2018 tarihi itibarıyla cezaevlerindeki hasta mahpus sayısı 1154’e ulaşmış durumdadır.** O hasta mahpuslardan biri de bu yıl Kazancı yokuşuna bırakılan karanfillerin boynu bükük kalmasına neden olan can dostumuz Celalettin Can’dır.

Cezaevlerini ezaevlerine dönüştüren uygulamalar yanı sıra, sağlığa erişim hakkı ihlallerine hep birlikte ses çıkarmak zorundayız. Ezaevlerinden gelen ölüm haberleri daha fazla yara açmasın, Kuddusi Özkır’dan Halime Gülsu’ya bir insanlık köprüsü kuralım el birliği ile!

* http://www.ihd.org.tr/21-temmuz-2016-20-mart-2018-ohal-uygulamalari-raporu/  Bu rakamlara uyap verilerine dayanarak günlük tutuklu giriş istastistikleri toplanarak ulaşılmıştır. http://istatistikler.uyap.gov.tr/

** http://www.ihd.org.tr/wp-content/uploads/2018/03/2018-hasta.pdf

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...