28 Nisan 2018 23:04

Ilımlı sıfatını bir tur ödünç versenize? Bi’şey deneyeceğiz...

Ilımlı sıfatını bir tur ödünç versenize? Bi’şey deneyeceğiz...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

The Office adında Emmy ve Altın Küre ödüllü bir komedi dizisi vardı bir zamanlar. Birbirine hiç benzemeyen karakterde insanların çalıştığı bir işyerinin mesai saatleri anlatılırdı.

Bir bölümünde işyeri güvenliği eğitimi veren Dwight, arkadaşlarının yangın konusunu hafife almalarına sinirlenir ve olayın önemini anlatabilmek için ufak bir kağıdı tutuşturarak yangın alarmlarını çalıştırıp ofisi dumana boğar. İzlerken gülmekten gözlerimden yaş gelen bu bölümde herkes panik halinde, ofis içerisinde oradan oraya koşturuyordu. Birisi tavanı kırıp içine girmeye çalışırken bir diğeri camları yumrukluyor, üç kişi fotokopi makinasını koçbaşı gibi kullanarak duvardan duvara çarpıyor, bir diğeri ise panikle jaluzileri söküyordu. Hepsi bir eylem tipi, hiçbirinin yangına zerre faydası yok.

56 gün sonra seçime girmeye hazırlanırken paniğimiz çok benzer ancak bu sefer gülecek bir şey bulamıyorum.

Bazen bir şeyleri birileri düşünür zannederiz. Mesela 50 kişilik bir ofise bir menekşe bırakın.

1 haftada solar. Çünkü ya birilerinin sulayacağını düşünerek kimse su vermez ya da kimsenin su vermeyeceğini düşünerek herkes sular ve çürür.

Bu mantıkla, bu kadar kısa süre içerisinde kimsenin vakti kalmaz diye seçim konusunun teorik kısmına çalışmayı kendime vazife saydım. Oturup gerçekten ders çalıştım. Buradan çıkarım yapmak daha kolay olabilir diye düşündüm. Bende fikir uyandırdı. Umarım size de faydası olur.

Seçmen karar verme sürecine Zeleny iki farklı yaklaşım öne sürüyor, birincisi sonuca, ikincisi sürece yönelik. Sonuca yönelikte “ne ve ne zaman” sorularının yanıtı aranır. Kararın sonucu tam kestirilebildiği zaman sürecin zaten anlaşılacağı öngörüsüne dayanır. Sürece yönelik yaklaşım ise “nasıl” sorusuna odaklanır. Sürecin anlaşılması sonucun öngörülebilmesini sağlar. Çoğu akademisyen de bu yöntemi makul bulur.

Kararın ne zaman verileceğinden çok nasıl verileceği daha anlamlıdır çünkü.

Karar süreci aşamaları konusunda ise farklı görüşler vardır.

Can (1992) -Durumu anlama, problemi tespit etme ve tanımlama, seçenekleri bulma, seçeneği tercih etme ve uygulama şeklinde 5 başlığa ayırır.

Bu süreç analizini baz aldığımızı düşünürsek, problemi tespit ve tanımlamayı eksik bırakıp seçenekleri bulmaya odaklanıldığı için zaman kaybedilmiş olması çok olası.

Radford (1987) -Bilgi, plan ve tercih aşamaları şeklinde anlatır. Burada da bilgi bölümüne hiç odaklanılmadı ve plan kısmında eksikler var gibi duruyor.

Chankong ve Haimes (1983) – başlangıç, problem-formülasyon, sistem modelleme, değerlendirme ve uygulama olarak yine üçe ayırır.

Bu sistemde de başlangıç aşamasında kalındığı ve tüm aşamaları geçebilmek için sadece 56 günümüz kaldığı görülebilir.

Bu seçim için sonucun bir tarafı çok öngörülebilir aslında. Parlamenter sistemin devamlılığı ya da rejim değişikliği söz konusu. Bu sebeple kampanyada ne ve ne zaman sorularının yanıtının verilmesi de önemli. Ancak akademisyenlerin tercih ettiği sürece yönelik yaklaşımı da ihmal etmemeliyiz çünkü iki kişilik bir sandal ile kurt, kuzu ve otu sağ salim derenin karşısına geçirmeye çalıştığımız bu süreçte, nasıl sorusunu yanıtlamayan bir kampanya da kimseye ulaşamayacaktır.

Seçmen tiplerini kitaplar üçe bunları da kendi içinde ikiye ayırıyor.

(Nuhrat, Kalaycıoğlu, Sarıbay gibi önemli isimlerin makaleleri de Türkiye için önerilebilir.)

1- FAYDACI SEÇMEN TİPİ

İlkeli ve ilkesiz faydacılar. İlkesiz faydacılar için bireysel menfaatleri karşısında parti ideolojilerinin bir anlamı yoktur. Kaygandırlar.

İlkeli faydacı ise rasyoneldir, kişisel menfaat gözetirken parti ve adayın görüşüne önem verir. Sağdan sola, soldan sağa kaymaz. Taraf olduğu görüş içindeki partiler arasında menfaatine göre seçim yapacaktır.

2- İDEALİST SEÇMEN TİPİ

Ülke yararı, benimsediği inanç ve görüş doğrultusunda bir yönetim vs. gibi manevi unsurları ön planda tutarlar.

Fanatik ve ılımlı olarak ikiye ayrılırlar. Fanatik idealistlerin kararını ve bağlılığını değiştirmek güçtür, ılımlı idealist ise kazanma ihtimaline göre rasyonel karar alır.

3- GELENEKÇİ SEÇMENLER

Gelenekçi seçmenler ise aile ve yakın çevreden etkilenip uzun yıllar aynı parti ve adaya bağlılık gösterenleri kapsıyor ve yine içinde fanatik/ılımlı olarak ikiye ayrılıyor. Ilımlı gelenekçi de rasyonel karar için tercihinde değişiklik yapabiliyor.

Bu seçmen tiplerinin karar mekanizmasında etkileyen unsurları aşağıdaki tabloda görebilirsiniz. (Kalender A. 2000)

** çok önemli
*önemli
- önemsiz
-- çok önemsiz anlamına geliyor...

Bu bilgiler ışığında olması gereken seçim kampanyası hakkında kendi kişisel çıkarımım: Hem “ne ve ne zaman”ı hem de “nasıl”ı seçmene iyi anlatmak gerektiği, süreçle birlikte sonuca da aynı önemi vermek gerektiği yönünde.

Burada gerçekçi matematik ile sonucu olabildiğince öngörülür yapmaya çalışmalı, ekonomik ve siyasi sonuçları somut olarak ortaya koyup örneklerle açıklamalı. Sadece aday ve parti duruşu üzerine bir iletişimle kazanılacak bir yarış değil.

Görülen o ki ilkeli faydacı, ılımlı idealist ve ılımlı gelenekçiler sonucu belirleyecek. Kutuplaşma araştırmalarına bakılırsa da toplum artık çevre etkisi ile karar değiştirmeye biraz uzak.

Seçmen, adayın ve partinin kampanyasından bizzat ikna olmaya daha yatkın. Ya kampanya çok başarılı olmalı ya da kutuplaşmayı yumuşatmalı.

Başkanlık sisteminde, cumhurbaşkanının yetkisinin merkez taşra teşkilatlarına kadar uzanmasının ne anlama geldiğini tane tane örneklemek, 600 milletvekilinin neye sebep olacağının izah edilmesi gerek.

Milletvekili yaşının 18’e indirilmesi konusunda gelince, 18 yaşındaki gençlerden asıl beklentimizin öğrenciliklerini tam zamanlı yaşayabilmeleri ve başarıyla tamamlamalarıdır. Eğitimin gitgide itibarsızlaştırıldığı ülkemizde belki de bunun altı çizilmeli. 18 yaşında olup, kendi ilinin ve halkının sorunlarını haiz, yeterli çevreye ve aday adaylığından seçim sürecine kadar oluşacak masraflar için maddi güce sahip kaç kişi var? O halde asıl niyet nedir? Hiçbir gençten bu başarıyı bekleyemeyiz, bu kadar başarılı ise hayatta, beklentimiz ancak eğitimine devam edip kendini de toplumu da bir üst çıtaya taşıması olur.

Muhalefet adayları için bu seçim özelinde öz geçmişlerinin altını çizmekten ziyade, somut koşulların somut tahlilini yapıp, durumun vahametini teşhis ettiği için seçmeni en üst seviyede esneyebileceğine ikna etmesi daha verimli bir kampanya olacaktır diye düşünüyorum. Burada ılımlı nitelendirdiğimiz seçmen, doğru zamanda ne yapacağını bilen ve kendisi gibi esnekliğe sahip adaya daha kolay ikna olacaktır.

Kampanya için yeterli süre kalmadığı da düşünülerek, kampanya ve söylemlerin, anında karşılık bulan ve en hızlı yayılan 3 başlıkta kurgulanmasına çabalanmalı.

Güldüren, duygulandıran ve cesaret veren her söylem; korku yaratan, itham eden, ders verir nitelikteki söylemlerden daha çok etkileşim alır.

Akademisyen arkadaşlarımın, üstatların affına sığınırım, sadece bildiklerimle değil ders çalışarak yazdım yazıyı. Bilirkişi olarak değil, matematik ve mantık ile okuduğumu süzerek yazdım.

Naçizane görüşüm: Sekter ya da bağnaz olmanın değil ılımlı olmanın kazandıracağı bir seçim arifesindeyiz. Seçime giren parti ve aday için de, seçmen olarak bizim için de.

Burada muhalefetin her adayı daha şanslı görünüyor çünkü ılımlı olma şansları var. İktidarın bu izlenimi vermesi her zamankinden zor.

Moral ve motivasyonu güçlü olan kazanacak, muhalefetin neresinde olursak olalım buna mecburuz.

Demokrasiye inanmadığımız gün ortam koşulları ne olursa olsun faşizme yenilmiş sayılırız.

İnsanlığa inancımızı kaybettiğimiz gün de insanlığımızı kaybederiz.

Birbirimize inanmayı beceremiyorsak bile, en kötü ihtimalle tahammül etmek zorundayız.

Bu hafta Arap yarımadasında bir şehirde, kalabalık bir masadaydım. Ermeni, Suriyeli, Mısırlı, Bangladeşli, Sırp, Hintli, Yunan, Kenyalı bir ekiple.

Ülkelerimiz adına yeri geldiğinde özür dileyebilecek kadar ılımlı, bizi devletler adına günah çıkarmaya mecbur bırakan her şeyin farkındaydık. Sınırlarımızı bilerek, ortak paydaların en büyüklerini konu yaptık ki birleşip kaynaşabilelim. Ortak bölenlerin en küçüğüne odaklanıp dağılmak da vardı işin ucunda. Tercih etmedik.

Ömrümün en değişik akşamlarından biriydi. Kendi ülkemden yeni tanıştığım kimseyle, o kadar ön yargısız konuşamadığımı fark ettim, artık hayattaki seçimlerime saygı beklemeyi unuttuğumu anladım. Hayatımız kocaman bir eleştiri-öz eleştiri döngüsüne girmiş meğer. Tahammülümüz ancak kendimize yeter olmuş.

Geçen gün birisi, cezaevinden çıkar çıkmaz Soylu haber dosyasını yapan ve daha bu hafta 7 yıl 6 ay ceza alan Ahmet Şık’a “Neden tweet atmıyorsun, korkuyor musun?” yazmıştı.

Her celseyi “Leipzig mahkemesi”ne çeviren bir gazeteciye dedi birisi bunu!

İzanımız kalmamış. Oysa birbirimizi yıpratarak değil, sahiplenerek kazanabiliriz. Bari en azından 56 gün daha, birbirimize biraz daha empati yapmaya, birbirimize güvenmeye, daha çok çabalamaya ve demokrasiye inanmaya ne dersiniz?

Bir kerecik de biz kullanalım şu ekmeği çok yenen “ılımlı” sıfatını. Aslında herkese yakışır bu süreçte.

Ilımlı sosyalist, ılımlı liberal, ılımlı milliyetçi... Fena da durmadı sanki?

Çünkü o kadar tünelin ucunda, ışığa yakın ve o kadar haklıyız ki.

Ahmet Şık’ın dediği gibi, enseyi karartmayalım. Biz kazanacağız.

Sevencen ve tahammüllü pazarlar dilerim. Ilımlı ılımlı...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...