09 Nisan 2018 01:00

Tereddüt

Tereddüt

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Edebiyat kadar ruhumu onaran bir başka sanat dalı da sinemadır. İlk sinema eleştirmenliğimi ayrılmamak için birlikte ölmeye karar veren oyuncuları senarist ve yönetmene karşı uyararak yaptığım, öldüklerinde ayrı mezara konacaklarını hatırlattıktan sonra emziğimi yeniden ağzıma yerleştirip bebek arabama devrilip yatmam dolayısıyla ağlamaktan harap olmuş tüm sinema izleyicisine bir katarsis armağan ettiğim anlatılır pek anımsamasam da. İşin şakası bir yana, sinema dilini anlamamı, senarist ve görüntü yönetmenin önemini kavramamı ve yönetmenlerin filmlerindeki o yaşamsal bütünlüğü kurgulayış biçimlerini öğrenmemi sağlayan dayımla yengeme müteşekkirim. Sanırım oyuncularla sınırlı olmaması gereken sinema dağarcığımı edindiğim ilk filmimiz Bob Fosse’un yönettiği ve öyküsü Christopher Isherwood’a ait olan Kabare idi. Ergen yaşlarımın ilk sahici sinema okur yazarlığı dersi sonrası gidip Sinematek’e üye olmuştum. Elbette sinema eleştirmeni olmadım, olsa olsa biraz daha bilinçli bir izleyici olmuşumdur. Sevdiğim yazarların kitaplarını heyecanla bekleme davranışım gibi, sevdiğim yönetmenlerin filmlerini de coşkuyla karşılamaya o zamanlar başladım. Üç beş yıl öncesine dek de bu böyle sürdü. Memleketin içine yuvarlandığı şiddet kuyusu ile birlikte bu coşkulu bekleyişlerimde ciddi bir değişim oldu, ne yazık ki! Tanıklık ettiğim şiddet yoğunluğu arttıkça Haneke’den bile kaçındığım zamanlar oldu. Ben hazır olduğumda zaman hazır olmadı.

İşte bu hazırlıksız olduğum zamanlardan kalma bir filmi, çok sevdiğim bir yönetmen olan Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt’ünü ancak geçen hafta Feminist Mekân’da yönetmenin de katıldığı yeniden gösteriminde izleyebildim. Senaryo yazımı aşamasında uzunca söyleştiğimiz, cinsiyetçi şiddet üzerine hem kendi psikodrama deneyiminden yararlanarak hem de ruh sağlığı ve adli tıp alanından pek çok ortak dostumuzun tanıklıklarını ve deneyimlerini sinema diline aktararak çok başarılı bir çalışma yaptığını her filminde olduğu gibi bir kez daha hayranlıkla gördüm. Filmi birlikte izlediğim canım arkadaşım, akıl defterim sonrasında bana sinema eleştirmeni Uğur Vardan’ın 2016’da Hürriyet gazetesinde yayınlanmış olan eleştirisini iletti*. Sayın Vardan filmin ana karakterlerinden Şehnaz’ı inandırıcı bulmuyor: “Şehnaz, kocası Cem’in onu cinsel obje olarak kullanmasına, bir sonraki adımda erkek egemen zihniyetin tahakkümüne niye izin veriyor; bunun sınıfsal bir temeli yok ki. Film, kişisel bir tercihi, toplumsal bir katmanın genel refleksi gibi sunuyor. Üstelik Şehnaz bütün bunları psikiyatr kimliğiyle yapıyor. Zaten inandırıcılığın azaldığı noktalardan biri de bu; yöredeki bütün problemli vakalarda şefkatini, bilgisini ve uzlaşma yeteneğini ortaya koyan bir psikiyatr, iş kendi hayatına gelince başarılı olamıyor.” Sınıfsal temel araması da, “Hikâyenin aktığı yerde, bir anlamda durumlar eşitleniyor ve öykü bizi, “Sınıfsal farklılıklar olsa da kaderler aynı” noktasına taşıyor.”, diyerek doludizgin kaderci bakış açısına indirgeyen bir yaklaşıma dönüşüyor. Oysa adı üstünde; cinsiyetçi şiddet sınıf temelli değil cinsiyet temelli bir şiddet türü ve başa çıkma mekanizmalarında insanın biricikliğinden kaynaklanan farklılıklar olsa da, şiddetin sebep olduğu örselenmelerde gözlenen kaçınma davranışları benzer ve dolayısıyla evet, senaryo onun için de çok inandırıcı. Bu bir kader değil, örselenmeye ortak yanıt.

Sakın gene sinema eleştirmenliğine soyunduğum zannedilmesin, haddimi aşmak değil asla niyetim. Yalnızca toplumun genel katmanlarının cinsiyetçi şiddete bakışının da sanattan yargıya benzerliklerini göstermek istedim. Çocukların cinsel istismarı, sonrasında babanın zaman aşımından son istismara maruz kalan çocuk dışındaki üç çocuğunun istismarından zamanında gerekli sözler söylenemediği için zaman aşımıyla kurtarılması haberi üzerine düşünürken film ve eleştiri denk düştü. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bazı kararlarında tıbbi belgeleme için erken dönemde başvurulmamasının cinsel işkencenin reddedilmesi için gerekçe gösterilmesi geldi aklıma. Cinsiyetçi şiddetin varlığından ortak toplumsal refleks ile kaçınma davranışı sınıf farkı gözetmediği gibi, ulus, din, dil farkı da gözetmiyor. Bu ortak refleksin görünürlüğü için Yeşim Ustaoğlu’na ne kadar teşekkür etsek az.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...