21 Mart 2018 23:51

'Fetih' marşları, Kawa'ya saldırı ve büyüyen kaos!

'Fetih' marşları, Kawa'ya saldırı ve büyüyen kaos!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

TSK adına “Afrin’de huzur ve güven“ açıklaması yapıldı. Hürriyet, Milliyet ve Sabah başta olmak üzere sermaye gazeteleri, Afrinlilerin ne kadar “huzura erdikleri”ni fotoğraflarla göstermek üzere yoğun çaba içindeler. Afrin’de “Türk bayrağı” göndere çekildi. Dışişleri Bakanı “Buralarda yağmalama veya insanlık dışı muamele konusunda hassasız, bunlara müsaade etmeyiz. Askerimizin, polisimizin, güvenlik güçlerimizin böyle bir şey yapmadığını, yapmayacağını tüm dünya bilir. Özgür Suriye Ordusunun da böyle bir yola tevessül etmesini beklemeyiz. Çünkü onları da biliyoruz” dedi. Saray sözcüsü Kalın ise, “Anlaşılan böyle vakalar olmuş, araştırıyoruz” dedi. 

Bir de görüntüler var: Aralarında öldürdükleri Suriyeli askerin kalbini çıkarıp yiyecek vampirlerin de bulunduğu ve Çavuşoğlu’nun da “onları da biliyoruz” dediği ÖSO’lular bir heykele kurşun yağdırıyorlar, sadece heykele de değil, yukarıya aşağıya yağdırıyorlar; bir törendeler; “Cihad”ı kutluyorlar! Yalnız değiller. “Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri” de Afrin’deler! 

Afrin bir Suriye kenti. “Fethin” haberleri iki aya yakın süre boyunca hergün ve saat başı, Erdoğan başta olmak üzere devlet yöneticilerinin açıklamalarıyla duyuruldu. Sonra, iliştirilmiş sermaye medyasının goygoycu takımının televizyon ekranlarında birbirleriyle yarış içinde verdikleri “zafer müjdesi”yle kentin ele geçirildiğini herkes öğrenmiş oldu. T. Erdoğan, B. Yıldırım ve H. Akar, “son terörist yok edilene kadar bölgede operasyonun devam edeceğini” sürekli tekrarlıyorlar. Bu demektir ki, engelleyici bir gelişme olmazsa, Kürtlerin yaşam alanlarına yönelik askeri saldırılar devam edecek ve “Sincar’a da bir gece ansızın” girilecek! Erdoğan öyle söylüyor. 

“Feth”e kalkışanlar, “ele geçirdikleri” topraklardaki bütün değerlere karşı bir eylemi gerçekleştirmiş olurlar. Askeri olarak kuşatılmış ve ele geçirilmiş bir kent ya da ülke açısından bu durum fiziki, askeri, kültürel vb. gibi her açıdan zaten yıkıcı anlam gösterir. O toprakları, kentleri ya da ülkeyi ele geçirenler ise oraya “özgürlük götürdüklerini” ilan etmekten geri durmazlar. “Afrin’i özgürleştirme” nutukları bu fetih savaşı sırasında da eksik olmadı. Hürriyet gazetesi, kentin merkezinde ÖSO ve Türk askerinin bayrak dalgalandırmasını, “Özgürlüğün birinci günü” diye manşete çıkardı. 

Erdoğan, “Afrin’i esas sahiplerine vereceğiz” diyordu. Afrin’de nüfusunun büyük çoğunlunu Kürtler oluşturuyor ve daha az sayıdaki Arap ve diğer etnik kökenli insanlarla birlikte yaşadıkları bir bölge. Oraya girer girmez, Kürt destanlarında yer alan, Kürt kültürünün ve ulusal direnişinin çok önemli bir figürü ve sembolü olan bir heykeli yıkmaya kalkışmak ile, bu “sahiplerine verme” söylemi yan yana geldiğinde, savaşın, Kürtlerin herhangi biçimiyle ulusal-siyasal bir yönetim oluşturmalarına karşı olduğu, bir kez daha gösterilmiş oluyor. Ulusal sembolleri yıkmak ve tahrip etmek çünkü, ulusların kendilerine karşı girişilen bir eylem olarak görülegelmiştir. Ve, Demirci Kawa, şu ya da bu Kürt örgütünün değil, kendi halklarına ihaneti reddeden tüm Kürtlerin, ve onlarla birlikte özgürlük ve kurtuluş isteyen ilerici kesimlerin, zulme karşı isyan sembolleri arasındadır. Saldırı, bütün bunları hedef almıştır. 

Çavuşoğlu, yağma ve saldırıların uluslararası alanda yol açtığı tepkilere karşı, “ÖSO”yu da biliyoruz diyor. Bildiklerinden kim şüphe duyabilir. ÖSO çetelerinin koordine edilmesi, eğitilmeleri ve silahlandırılarak Suriye’de yönetimi yıkma kuvvetleri olarak kullananlar, bu çetelerin ne olup ne olmadıklarını, ne yapıp ne yapmayacaklarını da bilmek durumundadırlar. Birlikte savaştıklarına göre, eylem ortaklığı zaten fiiliyatta gerçekleşmiş bulunuyor. Eylemlerinin sorumluluğunu da taşırlar. 

Erdoğan, “Fetih” yakındır demişti; yakın olmakla kalmadı, gerçekleştirildi. Bayrak da dalgalandırıldı. Sokaklarda Türk askeri ve ÖSO birlikleri dolaşıp hakim olanın “kudretini gösteriyor”lar. Suriye‘nin, IŞİD-Nusra-ÖSO aracılığıyla ele geçirilmesi stratejisinin, Rusya-ABD rekabeti nedeniyle çökmesi, büyük bir moral-manevi çöküntüye neden olmuştu. “Kalkan” ve “Dal” savaşlarıyla bu yıkıcı etki, Rusya’nın izin vermesi, ABD’nin gözyumması sayesinde, bir miktar azaltıldı. Afrin ve Cerablus, ve olabilirse belki de dahasını ele geçirerek “güvenli bölge” adı altında, sınırın genişletilmiş bir yeni halini oluşturma olanağı çıkar mı? Bu zor görünüyor. Arap devletlerinden bazıları “Türk işgalini kabul etmiyoruz” açıklamalarını art arda yapmaya baladılar bile. ABD ve Rusya’nın ise daha büyük hesapları bulunuyor. Bölgedeki kaos ve çatışma ortamına yeni bombalar atıldı ve daha karmaşık gelişmeler mümkün görünüyor. Afrin’den çekilmesi için baskı daha da artacaktır. Rusya’nın izni; ABD’nin gözyummasının ne kadar devam edeceği belirsiz olmakla birlikte, Arap ülkelerinden gelen tepkilerle birlikte bu büyük güçlerin de, aralarındaki rekabetin seyrine bağlı olarak “bölgeden askerini geri çek!” baskısını artırmaları mümkündür. 

Erdoğan yönetiminin bunu hiç öngörmediği söylenemez. Geri çekilmeye zorlandığında ve Suriye topraklarında (Cerablus) oluşturduğu idari yapıları da dağıtarak Afrin dahil geri çekildiğinde, bunun içeride yaratacağı moral yıkımın ağır sonuçları olacaktır. “Bölgede son terorist bırakmayana kadar” savaşçı politika ısrarı bununla da bağlıdır. ABD’ne, “stratejik müttefiksen bizim yanımızda duracaksın!” çağrıları da boşuna değil. Kürtlere karşı değil sadece, Arap halkları ve bazı devletlerinin tepkisine karşı da buna ihtiyaç duyuluyor. Karşılık bulur mu? Zor olmakla birlikte, olanaksız da değil. Çıkar dalaşına rağmen,“ortaklık”ları devam ediyor! 

Kürt karşıtlığının, sermaye politikacılarıyla kandan para çıkaran sermaye basını tarafından zirveye çıkarılması ve şehadet törenleriyle kutsanmak istemnesine rağmen, uygulanan politika, Türk halk kitleleri açısından da yıpratıcı, yıkıcı, güvensizleştirici özellik taşıyor. Ülkeyi, bölgeyi ve halkları sürekli çatışma ortamında tutan bir politikadır bu. Terkedilmesi, Kürt sorununun ulusal hak eşitliği temelinde çözülmesi, siyasal baskı ve yasakların son bulması, savaş politikalarına son verilmesi sadece Kürtlerin, sadece Arapların değil Türk halk kitlelerinin de yararına olacaktır. İktidar ve yandaşı propaganda çevrelerinin “zafer” marşları, gösterilmek istendiği gibi tehlikeyi azaltmıyor, artırıyor. Sorunları daha da ağırlaştırıyor. Bu durum hiçbir işçi ve emekçi açısından bir kazanım olamaz. Durumun değişmesi için bu savaşçı, düşmanlaştırıcı güç politikalarına karşı durmak gerekir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...