18 Mart 2018 00:00

Hayati değil hayatla ilgili bir pazar mevzusu

Hayati değil hayatla ilgili bir pazar mevzusu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Çocukların ne zaman sınav ya da ödevi olsa, bahaneleri sıraya diziyorlar:

“Defter okulda kaldı”, “Bu konuyu hoca hızlı geçti kesin sormaz”, “Şöyle bir baktım, bilmediğim bir şey yok.”

Sonrası pişmanlık.

“Aslında 10 dakika daha çalışsam neredeyse tam puan alacakmışım”, “Bildiğim yerlerden hiç soru çıkmadı”, “Okul açıkmış keşke gidip defteri alsaymışım”lar.

Bizim de hayatımız biraz böyle. Yapamadığımız her şeye sonsuz bahane-miz var.

Zaten moraller genelde bozuk, olaylar karışık, gündem yoğun. Ne olacağımız belli mi hele bir dur bakalım.

Bakıyoruz takvim yaprakları yelkovan hızında akıyor.

Kar beklerken bahar geliveriyor. Yazı anlamadan daha yapraklar sararıyor.

Bizim ukdeler listesinin beklerken mürekkebin ömrü doldu, ne yazılan okunuyor ne yazan yazdığı ukdeyi hatırlı-yor. Yolun yarısını geçince, hafiften bir panik sarmıştı beni. 35’e gelmeden yapacağım dediğim şeylerin hiçbirine başlamamıştım bile.

35 yaşım listemi toparlamak, gözden geçirmek ve sıralamakla geçti. Belki de 1-2 maddenin -mış gibi yapılıp- geçiştirilmesiyle. Sonra zaten hepimiz gibi ben de kendimi ülkenin hızına zor erişilir gündeminde oradan oraya akarken buldum. Arkama yaslanıp hayatıma baktığımda “oh be” dediğim ne varsa onları da kaybediyordum. Neşemiz kalmamıştı, arkadaşlarla görüşmeye bile mecalim yoktu, geleceğe dair her şeyi askıya almış gibi, nereye olduğunu bilmeden bir günün telaşında koşturup duruyordum.

Sonra oturdum, bir ders gibi çalıştım ömrüme. Bana çok katkısı oldu. Bilimsel bir metot değildir ama işinize yararsa diye paylaşmak istedim.

Önce hayallerimi yazdım alt alta. Önem sırasına göre dizdim. Sonra da bir sıralama daha yaptım: Makullük durumuna göre.

Hayal kurmak insanı hayata bağlar. Çocukken bunu çok yaparız, “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusunun cevabı bile ha-yalimizdir.

Ergenlikte ilk aşk zamanı, o hayran olduğumuz kişi ile olası karşılaşmaların tüm repliklerini kafamızda yazarız. Gelecekte kendini nerede görüyorsun derler iş mülakatlarında, ömrün bu kısımlarında artık törpülenir çocukluğumuz, hayalleri değil olası planları alırız ilk sıralara. Duyanın beğeneceğini umduğumuz yanıtlar veririz.

Ve zamanla gerek vakitsizlikten gerek hayatın akışından, hayal reflekslerimiz zayıflar. Unuturuz nasıl yapıldığını.

Yetişkin bazı insanlara hayal kur dersiniz kalkar cevizli baklava diye yanıt verir, kimisi ise bir ada alıp kralı olacağım der. Cevizli baklava ise cevabın, neden aklına ilk o geldi diye sormalı insan. Ufak zevkleri bile ertelemeye mi başladı acaba? Ya da bir adada kral olmak arzusu artık bir kişiye bari söz geçirebilme arzusundan mı? Çözümleme gerek ha-yallerimizi.

Sıralamadan sonra işte, çözümlemeye geçtim. Neden kurdum bu hayalleri? Neydi benim adını koyamadığım eksikliklerim? Belki de ulaşılması zor görünen o hayalden beklediğim his, kolayca yapabileceğim bir başka plan sonucu hissedeceğim ile aynıydı. Peki neden yapamamıştım bunca zaman? 

Günlerimin nasıl geçtiğini yazdım. Nereye gitti bunca vakit? Neden ertele-dim? Kendimi oradan oraya savurduğum bütün gereksiz işlerin üstünü çizdim.

Zaman kazanmak adına para harcamam gerekecekti. Ekonomimi yeniden şekillendirdim. Tüketimi minimuma indirdim. Oradan kazandığım tutarı zamanı satın almaya aktardım.

Yaş almanın en güzel yanı, zamanı kazanabilmek için şımarıkça davranma hakkını vermesi.

Bir şey alamadığım, sadece tanışıklık bağı yüzünden görüşerek zaman harcadığım, sitemi çok, katkısı az insanları zamana yayarak hayatımdan uzaklaştırdım. Sürekli ilgi talep eden ama ihtiyaç anında hiç ortada olmayanları da ha keza. Onların yerine dinlemekten keyif aldığım, bir şeyler öğrendiğim, yanındayken iyi hissettiğim, derin nefesler alabildiğim insanları aldım hayatıma. Dost ve tanışık diye listeleyince insanları, hem onlara faydam hem de herkese tahammülüm arttı. Üstelik bu şekilde bana fazladan zaman da kaldı.

Hafızamı zorlayıp en mutlu olduğum anları yazdım alt alta, bir de en kötü andığım günleri.

Yapmaktan nefret ettiğim şeyler ile yapmayı en sevdiklerimi de.

Başladım elemeye, böylece elimden gittiğinde hayatımın anlamının yitireceği şeyleri buldum.

Aynı zamanda yapmak zorunda kalırsam tüm tadımın kaçacağı şeyleri de.

Kendimi koydum kağıda. En yakınımdaki insanlar gözünden, kendime hiç acımadan yazdım. Ben kimleri neden mutlu ederim, kimleri neden mutsuz?

Beni 3 kelime ile anlatmaya kalksa en yakınımdakiler, ne olurdu bu kelimeler?

Kötü huylarım çıktı karşıma. Yutkunup kabul ettim. Değişecektim.

Kim gibi olmak isterdim bir daha dünyaya gelsem?

Bir sürü isim oldu alt alta, nedenlerini de yazdım yanlarına.

Neden olamamıştım onlar gibi? Ya da ne yapsam olabilirdim ki?

Sonra ne oldu biliyor musunuz? Korkular gitti üze-rimden, yarıyı geçmiştim, denesem ne kaybederdim?

Şimdi burada nasıl ivmelenip, plan aşamasına geçtim ve uyguladım onu yazmam gerek, biliyorum.

Ama inanır mısınız sonrasında hiçbir şey yapmama gerek kalmadı. Su yolunu buldu. Benim hayata bakışım ve duruşum değişti. Gerisi hep kendi geldi.

Son 3 senede pek çok hayalim gerçek oldu, ya da başıma gelenlerin, bir hayali-min parçası olabileceğini fark eder oldum.

İnsanlardan ve hayattan beklentiye girmeyi değil, kendimden beklemem gerektiğini fark ettim. Ülkenin en nüma-yişli bu yıllarında, bu keşmekeşte gittim kendimle barıştım.

En azından içimde bari sulh oldu.

Defter okulda kaldı demedim, hoca bu konuyu daha anlatmadı demedim. Sonuçlar da iyi geldi, tam puan olmasa da son yıllarda sınavı geçtim.

Ufak bir çalışma odasını düzenler gibi. İhtiyaç olmayanları kaldırıp, dağınıklığı toparlayınca, ufak sanılan odaya kütüphaneler, kanepe ve çalışma masası sığıverir ve huzurlu, derli toplu hale gelir ya, aynı öyle.

O listeler bitince ilk kez “İyi yaşadım” diyebildim.

Bir belgesel izledim “Expedition Happiness” = Sefer Mutluluğu. Hayallerini gerçekleştirmek için ayrı ayrı çıktıkları dünya turunda karşılaşıp sevgili olan bir çiftin, yıllar geçince bu sefer yeni hayaller peşinden gittikleri Alaska yolculuğunu anlatıyor. Bir okul otobüsü alıp ka-ravana çeviriyor, köpekleriyle birlikte kendilerini doğanın kucağına atıyorlar. Günde birkaç arabadan fazlasının geçmediği bu yollarda kamp kurup, sabahları uzun doğa yürüyüşleri, geceleri yıldızları seyrettikleri seyahatlerini kame-raya çekiyorlar. Bizim için sorun bile olmayan vize bekleme gibi dertleri ve köpeğin yolculukta yaşadığı sağlık sorunlarını saymazsak, her sabaha bir manzarayı kayda alıp “Bu güzelliğe inanabiliyor musunuz?” diye uyandıkları bir belgesel.

Benim hayallerimden çok uzak. Doğa güzel ama ıssızlık bana göre değil. Yine de mutluluklarını anlı-yordum. Bir hayali daha gerçekleştirmenin sevincini gözlerinde okuyordum. 1.5 saatlik belgesel sonunda, hüzünle evlerine dönerlerken, ikisini de omuzlarından tutup sarsmak istedim. Mutluluk Alaska’da ya da Meksika’da değil, iki kişi çıktığınız bu aylar süren yolculuktan, birbirinizi kırmadan, sevginiz azalmadan dönüyorsunuz. Birbirinizi bulmuş olmaktan daha büyük bir mutluluk olabilir mi? Aylarca başka insan görmeden doğanın koynunda ama birkaç metrekarelik kapalı alanda, her sabaha aynı kişiyle mutlu uyanmak, gerçekleşebilecek en güzel hayal değil mi?

Ters açıdan bakalım. Oscar adayı Rus Yapımı “Loveless” Sevgisiz filmi ödül alamadı oysa önemli bir konuyu çok acıtan şekilde ele alıyor. Film boyunca ailesinin sevgisizliğinden kaçan bir çocuğu arıyoruz. Yönetmen çoğu sahnede anı yavaşlatıyor, bazen bir sokağı, bazen bir ağacı, kayayı yakınlaştırıyor. Her seferinde kocaman bir umut doluyor içimize. Anne ve babanın ertelenmiş mutluluğun peşinde, hayatı bir kez de kendileri için yaşamanın derdine düşmüş olmalarını anlıyor ama onlardan nefret etmemizin önüne geçemiyoruz. Çünkü empati ve acıma kontenjanımız baştan doldurulmuş. Filmden çocuğu çıkarıp yerine “umut”, “mutluluk”, “huzur”, “barış” gibi kavramları koyduğumda sonuç da, anlam da değişmedi.

Kendimizi bencilce hayatın merkezine yerleştirip, vermeden almayı, birilerinin bizim için mucizeler gerçekleştirmesini beklediğimizde, “Yüzümüze gülmeyen şans” gibi suçlayacak bir mevhum ile kazanmak mümkün değil.

Hayat ve ömür emek istiyor. Üzerine çalışınca değerleniyor, doğru insanlarla paylaştıkça huzurlu, emek verdikçe kıymetli oluyor. Bu satırları yazarken benim de içimde geleceğe dair endişeler, aklımda binlerce üzülecek hikaye ve ajandamda yapılacak yüzlerce iş var. Bir yıla da beklediğimin üzerinde acı, sağlık sorunu ve kayıplar sığdı.

Ama şu an taze koydum kahvemi, bir kuş ötüyor penceremde, yarından endişem yokmuş gibi 10 gün sonra açmak üzere turşu kurdum, ellerimde hafif bir sirke kokusu var hâlâ.

Başımıza gelenlere kahrolmak yerine, cama konan kuşa mest olarak, güneşin yüzünü göstermesinden feyzalarak, yakınmak yerine harekete geçmeyi tercih ediyorum. Bir şeyler yapmak, her şeyi ertelemekten daha kolay, artık biliyorum.

Daha iyi günlerin gökten inmesini beklemeden, şansa da pek güvenmeden, hemen bugünü yaşanır kılacağınız bir pazar dilerim.

Derman bizdedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...