17 Mart 2018 00:15

Einstein, Hawking ve Marx

Einstein, Hawking ve Marx

Paylaş

Albert Einstein ve Stephan Hawking; birbirini izleyen iki deha! Ne ilginçtir ki, takipçi Hawking, üstat Einstein’ın doğum gününde yaşama veda etti; sanki bir işaret!

Çağımızın en saygın fizikçisinin hüzünlü yaşamının onu çalışmadan alıkoymaması, insanlığa katkı yapmasına yol açtı. Hastalığının başlangıcında doktorların ancak iki yıl dolayında biçtikleri süre, yarım asrı aşkın zamana uzadı; öyle anlaşılıyor ki, doğanın insan ve toplum sevgisi siyasilerin vicdanından daha yumuşak ve insancıl! Doğanın insafına karşın Hitler’in gazabına uğramış olan asrın dehası Albert Einstein’a bir başka ülke kucak açmamış olsa idi, belki sabun olarak tüketilmiş ya da perişan bir halde çok önceleri yaşamını yitirmiş olacak idi. Bir siyasinin şahsi hırsıyla akademik camiaya vurulan darbe tüm ülkeye yayılır ve etkisi yıllarca silinemez. Hitler’in ufak aklının emri ile koca Alman akademisine uyguladığı şiddet, bir zamanların ünlü üniversitelerini barındıran Almanya’nın yarım asır geçmiş olmasına rağmen bilim dünyasında hâlâ eski yerini alamamasına neden olmuştur. Bilim insanı, uygun ortamda, özgür çalışma koşullarında uzun yıllar sonunda mayalanan dokudur. Bu dokudan, elma sandığından çürüklerin(!) ayıklanması benzeri bazılarının ayıklanması, telafisi uzun sürecek şekilde tüm camiayı tahrip eder. İşte Almanya örneği! 

Hitler’den kaçarak başka ülkelere göç eden Alman akademisyenlerden, başta ABD olmak üzere, birçok ülke, bu arada da Türkiye de çok ciddi yarar sağlamıştır. Einstein ve von Braun gibi fizikçiler ABD’de uzay çalışmalarında önemli mevkiler işgal edip, ciddi roller üstlenirken, Türkiye’ye iltica edenler de İstanbul Üniversitesinin kuruluş döneminde ülkemize değerli hizmetlerde bulunmuşlardır. Üniversite bina ya da salt kampüs demek olmadığı gibi, hele de doldurulmuş kadrolar hiç değildir. Yurt dışında ve önemli üniversitelerde yüksek lisans ve doktora yapmış elemanlarla lebalep doldurulmuş kadrolarla dahi üniversite oluşmaz. Çünkü üniversite zamanla demlenen bir tür efkar kazanıdır. O nedenle, bir ülke üniversitesine gözü gibi bakmalı ve ona gelişme serpilme olanağı tanımalı, sağlamalıdır.

Üniversite bir toplumun karar organı değil, fakat düşünen ve işleyen beynidir. Düşünen ve işleyen beyin ekonomik, siyasi ve sair tüm alanlardaki oluşum ve kararları değerlendirir ve topluma siyasi karar zemini oluşturacak bilgiler sunar. Doğaldır ki, bu bilgiler dönemin politik uygulamalarını eleştirel nitelikte olabilir, siyasilere ikaz niteliği de taşıyabilir. Yasalardaki “ifade özgürlüğü”, toplumun kendisine yüklediği görevi ifa eden akademisyeni korurken, onunla beraber topluma da bilgi alma kanallarını açar ve siyasi kanaat özgürlüğü sağlar. Bu tür medeni uygulamaların olmadığı toplumlarda salt ifade özgürlüğü yokluğundan söz edilmesi işin en basit yanıdır; burada asıl ciddi sorun, toplumun, kendisine sağlıklı bilgi tabanı oluşturması için fedakarlık yaparak kaynak ayırdığı ve yetiştirdiği mercie ulaşma kanallarının tıkanmasıdır. Diğer bir deyişle, akademiye saldırı salt bilim insanlarına yönelik olmayıp, tüm toplumadır. Böylesi toplumlarda demokrasi olgusu ve kavramının esamesi okunmaz. 

Tarihin seyrine bakar mısınız, toplumların lehine araştırma yapıp, fikir üreten yüksek düzeyli akademisyenler daima siyasetin zulmüne maruz kalabilmektedir! Bunun bir örneğini de, maalesef, Karl Marx’ın yaşamında görmekteyiz. Almanya’nın Trier kentinde doğan Marx, söyledikleri yüzünden Almanya’dan da, Fransa’dan da kovulup, yaşamını Londra’da sefalet içinde sonlandırmak zorunda kalmıştır. Ne ilginçtir ki, Marx yoksulların derdini gün yüzüne çıkarıp çare ararken, kendisi çaresizliğe düşmüştür. Marx işçilere birleşmesini salık verdiği halde, akla bakın ki, sosyal demokrasi döneminde zevküsefa sarhoşluğuna savrulan emekçilere karşı, ileri düzeyde örgütlenen sermaye birleşmiş ve emekçilerden rövanşı almıştır. 

Bilinçsizler topluluğunda fazla akıllı olmaya da gerek yoktur; çünkü bilinçsiz cahiller zaten her söylenene inanır. Hitler ile Mussolini bir dönemde Berlin’de halka hitap ederken, yeryüzünde en demokratik iki anayasa bulunduğunu, bunlardan birinin Almanya Anayasası diğerinin ise İtalyan Anayasası olduğunu söyleyebilmişlerdir. Bugün de durum pek farklı değil!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...