21 Şubat 2018 00:15

Hadi buyurun tımarhaneye

Hadi buyurun tımarhaneye

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“İddianameler çok düşük kalitede. Hakim ve savcılara sağlam bir eğitim verilmesi şart.” Türkiye’deki iddianameler için Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg tarafından yapılan bu tespitler Hürriyet gazetesinde 21 Ocak 2012 tarihinde manşetten yayımlanmıştı.
Aynı kalitesizlik katlanarak devam ediyor. Bunlardan henüz taze olan iki tanesine bir bakalım.

Biri 367 gün tutuklu kaldıktan sonra mahkeme yüzü görmeden tahliye edilen Die Welt Muhabiri Deniz Yücel’in iddianamesi. 

1 yıl sonra hazırlanan ve sadece 3 sayfadan oluşan iddianamenin 1.5 sayfası, bu tür iddianamelerin klasik girişi olan örgütsel tariflerden oluşuyor. İddianamenin ‘suç’ tarifinde ise şöyle deniliyor: “Zincirleme Biçimde Terör Örgütü Propagandası Yapmak (2 kez), Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etme Sevk Maddesi: Türk Ceza Kanunu’nun 43/1 ve Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 (2 kez)...”

Soralım, ikişer halkalı bir şeyi bir çarşıda zincir diye kim alır?

Suçlamalar da Deniz’e savcılık sorgusunda sorulan ve tutuklanma sürecinde de haber olan şeylerden ibaret. Deniz’in 18/07/2016 tarihli yazısında, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi için, “Sorumluların kim oldukları hâlâ gizliliğini koruyor, bu darbeyi düzenleyenin
Erdoğan’ın Amerika’da yaşayan eski ortağı Fethullah Gülen’in destekçileri olduğuna dair kesin bir kanıt bulunmuyor” cümlesi, “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçu” olarak ifade ediliyor. Benzer cümleleri çok sayıda politikacı ve köşe yazarı sayısız kez dile getirdi. Binlerce kişi sosyal medyada benzer görüşleri paylaştı. Bu cümleden ‘delil’ olabilir mi?

Yine Deniz’in 26/10/2016 tarihli yazısındaki şu fıkra da iddianamede delil olarak sunulmuş: “Kürtler arasında Türk Devletinin Kürtlere olan tavrını belki de en iyi tanımlayan, en bilindik fıkra şöyle: Bir Türk ve bir Kürt ölüm cezasına çarptırılır, Kürt’e son isteğin nedir diye sorarlar, Kürt kısa bir süre düşünür ve şöyle der: Anneciğimi çok seviyorum, bu dünyadan göçüp gitmeden önce son bir kez daha görmek istiyorum. Aynı soru Türk’e de sorulunca, Türk tereddüt etmeden cevap verir: Kürt’ün annesini göremeden ölmesi..” 

Bu fıkradan insan tutuklanacaksa, Türkiye nüfusunun hatırı sayılır kısmının, bu nedenle sürekli cezaevine girip çıkması gerekirdi herhalde.
Gelelim Ahmet Altan ve Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak’ın da aralarında olduğu 6 kişiye ağırlaştırılmış müebbet cezasının dayanağını oluşturan iddianameye.

247 sayfalık iddianamenin, dönüp dolaşıp bağlanacağı nokta konusunda fikir veren kısmı, hemen girişindeki bölümde saklı: “Suçtan Zarar görenler: Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, 65’inci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti.”

Bu tür iddianameleri okumak ve bağlandıkları mahkeme kararları konusunda biraz birikime sahip olanlar, böyle başlayan bir iddianamenin, sanıklarına en ağır cezayı vermek üzere kurulu bir motivasyonla yazıldığını da bilirler.

İddianame “FETÖ/PDY” yapılanması, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi, Ergenekon, Balyoz gibi süreçleri de içererek devam ediyor ve asıl konumuza 164. sayfadaki ‘Soruşturma konusu olay: Terör örgütünün darbe girişimine iştirak eden medya unsurlarının eylemleri’ başlıklı bölümle yaklaşıyoruz.

183. sayfada Ahmet Altan’ın, darbe girişiminden bir gün önce Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın Can Erzincan TV’de sundukları televizyon programına katıldığı belirtilerek, programdaki diyaloglar aktarılıyor. Ahmet Altan, burada söze başlarken, “Bugün baktığınızda Türkiye bir yüzyıl öncesine dönmüş gibi gözüküyor bana. Yani ittihatçılar dönemini çok andırıyor bu AKP’lilerin dönemi.” 

Bu cümleden itibaren ‘Yakaladım sizi’ havasına giren savcımız, Ahmet Altan’ın, “Erdoğan iki sene sonra gidecek” ifadesine ve ardından Mehmet Altan’ın “Hayır iki seneye kadar da ne olacağı belli değil bu ülkede” sözlerine iddianamesinde yer veriyor. Şimdi soralım, “Erdoğan iki sene sonra gidecek” cümlesini, darbe girişiminden bir gün önce kullanan bir kişinin bu darbeden haberdar olduğu nasıl iddia edilebilir? Yine Mehmet Altan’ın aynı programdaki “Askerle oynadı. Askerle oynamak darbenin önünü açmaktır” şeklindeki sözleri, bir darbeye desteği mi, yoksa eleştirel bir yaklaşımı mı ifade eder? 

Darbecilikle suçladığı kişilerin darbeye karşı söylemleriyle dolu bir iddianame ile karşı karşıyayız.

Son duruşmadan bazı hatırlatmalarla bağlayalım. 

“Mahkeme Başkanı: ‘Darbelerin Ekonomisi’ diye kitap yazdınız, buna rağmen neden 15 Temmuz darbesini kestiremediniz?

Mehmet Altan: Ben siyasetçi değilim, profesörüm. O kitap darbelerin ekonomiyle ilişkisini teorik olarak inceleyen bir kitap.

(...) Ahmet Altan: Savcı belli ki hem tembel hem kötü niyetli. Bizim savunmalarımızı hiç okumamış. Yalan söylediğini daha önce kanıtladığım açıkça sahtekarlık yapan bir yalancı tanığın ifadesine göre Alaattin Kaya, Fethullah Gülen’le benim ve Mehmet Altan’ın arasındaki ilişkileri sağlıyormuş ve biz Kaya’yla ‘‘sık sık’’ görüşüyormuşuz. Bu davanın dosyasında bizim on yıllık telefon kayıtlarımızın dökümü var. ‘Sık sık’ görüştüğümüz Kaya ile biz on yılda kaç kere konuşmuşuz? Ben 10 yılda Alaattin Kaya ile iki kere konuşmuşum, Mehmet Altan da bir kere konuşmuş. Savcı buna ‘sık sık’ diyor.

Ve bu iddiayı bizim 15 Temmuz darbesini yaptığımızın kanıtı olarak iddianameye yazıyor.

Müebbet hapsimizi isteyen dosyada bu da ‘kanıt’ diye yer alıyor.”

Hadi buyurun tımarhaneye!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...