19 Şubat 2018 01:00

Tutulmayan sözler, işlenen suçlar

Tutulmayan sözler, işlenen suçlar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşmesine ek Seçmeli Protokolü 2011 yılında onaylayarak bu protokole uygun bir iç hukuk düzenlemesi yapacağı, özgürlükten alıkonulma mekânlarının izlenmesi ile ilgili bağımsız bir izleme mekanizması oluşturulması sözü vermiş olsa da, verilen tüm sözler gibi bu sözün de gereğinin yerine getirilmediğini biliyoruz. Olağan (!) koşullarda gözaltı birimleri ve cezaevlerinin izlenmesinde Türkiye’deki insan hakları örgütlerine izin vermeseler de ulaşan mektup ve başvurular yanı sıra, CPT (İşkence Önleme Komitesi)) ile SPT(İşkence Önleme Alt Komitesi) ziyaretleri sonrası hazırlanan raporların yayınlanması ile bu alıkonma mekânlarının koşulları hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Olağanüstü koşullarımızda ise ziyaretlere ilişkin raporların kamuoyuyla paylaşımı gerçekleşemediğinden bilgiye ulaşmak daha da zor oluyor.

Müfettiş olarak atadıklarında maalesef doğrudan cezaevine gönderildiğimden gözaltı birimlerinde gözlem yapabilme olanağı bulamamıştım. Ayrıca cezaevi müfettişliğim de olağan(!) koşullara denk geldiğinden yeşili görmenin tek yolunun maydanoz olması, leğen ve kitap sayısını sınırlama gibi akıl dışı uygulamaların ötesine geçememiştim. Eksik olmasınlar, eleştiren kimse kalmasın diyerek yola çıktıklarından, son birkaç hafta içinde Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyinin tamamı sayesinde İstanbul ve Ankara Terörle Mücadele birimi gözaltı koşullarına ilişkin ayrıntılı bilgi edinme olanağı buldum. Toplum ve Hekim Dergisi Editörü sevgili dostum, meslektaşım ve mesleğimizin onuru Onur Hamzaoğlu eminim bir halk sağlığı uzmanı olarak daha da ayrıntılı bilgi verecektir bu ortamın yarattığı halk sağlığı sorunlarına ilişkin. Daha da önemlisi, cezaevi koşullarını da olağanüstü hal rejiminde neye benzettiklerini yakından dinleyeceğiz en kısa zamanda, diye umuyorum. Mektup sınırlaması sınır tanımadığından bize kadar ulaşabilen az sayıda mektup ve cezaevinden çıkmayı başarıp bize başvuru yapma gücü toplayabilen daha da az insandan dinleyebildiklerimiz ile kısmen görebildiğimiz cezaevi resmini başka bir yazıda dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım ama bugün gözaltı ortamlarını ve elbette bir hekim olarak beni doğrudan ilgilendiren gözaltı muayene koşullarını paylaşmak istiyorum.

İstanbul’daki gözaltı birimleri penceresiz, önü demir parmaklıklı koğuş-hücrelerden oluşuyormuş. Yere serilmiş şiltelerden yürüme alanı kalmayan toplamda 10m2 civarındaki bir alanda anlaşılan o gün hükümet politikalarını eleştirenlerin yoğunluğu ile doğru orantılı bir sayıya ve ters orantılı temiz havaya ulaşılıyormuş. Gözaltı muayenesi için hastaneye götürüldüklerinde muayene odasında kelepçesiz ve hekimle yalnız olsalar da, muayene odasının kapısı açık duruyor ve polisler de bu sırada kapının önünde oluyormuş. Ankara’da ise gözaltı koğuş-hücreleri benzer özellikte olmakla birlikte en azından yerden yüksekte sedir benzeri bir çıkıntı olduğundan oturma olanağı varmış. Elbette sayı arttığında yerlerde de oturmak kaçınılmazmış. Alıkonma mekânı olarak kullanılan bir de spor salonu varmış. Spor salonunun olumlu yanı gün ışığını görebilecekleri camlarının olması ve yemek saatinde izleyici sıralarına oturmalarına izin verdiklerinde dışarıyı biraz olsun görebilmeleriymiş. Geri kalan zamanda zemine oturur, sürekli toplanıp dağıtılan ve temizliği meçhul battaniyelerle uyurlarmış. İçme suyu İstanbul’dakinin aksine sınırlıymış. Gözaltı muayeneleri ise koğuş-hücre alanında ayrı bir odaya gelen bir hekim, spor salonunda ise dışarıdaki alanda bir masanın arkasında oturan bir hekimin önünde sıra olunarak yapılırmış.

Alıkonma koşullarına ilişkin tartışmaya bu yazı yetmez ama muayenelere ilişkin birkaç söz söylemeden olmaz. Hekim, polis, en çok da İç İşleri Bakanı suç işliyor. Kapının açık olması kabul edilemez olsa da, gözaltı muayenelerinin İstanbul’da en azından hastanede yapılıyor olması bir nebze de olsa olumlu gibi görünüyor. Muayene yapılırsa tabii… Ankara ise neresinden tutsanız elinizde kalan, ihlal üstüne ihlal yapılan bir uygulamada ısrarcı görünüyor. Israrcı diyorum, zira o gözaltına aldıkları TTB yönetimi ile tam da OHAL’in ilk günlerinde yaptığımız basın açıklaması ile duyurduğumuz ve ilgili birimlere ilettiğimiz “İNSAN HAKLARI İHLALLERİ İLE İLGİLİ HEKİM TUTUMU” belgesi tüm açıklığıyla uyulması gereken kuralları sıralıyor: “Olağanüstü Hal (OHAL) kararı ve Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK’ler), hekimlerin, gözaltında bulunanlar veya cezaevinde tutulanların tıbbi muayenelerini İstanbul Protokolü ilkelerine uygun yapmaları zorunluluğunu değiştirmemektedir. İşkence iddiaları karşısında Devlet, tüm kurumlar ve hekimler değerlendirme ve belgelemeyi bu ilkelere göre yürütmekle yükümlüdürler. Gözaltı muayeneleri kişilerin gözaltında tutulduğu yerlerde yapılamaz. Görüşmenin; hekimlik mesleğinin, özgürce, evrensel etik ilkeler ve bilimsel standartlara göre uygulandığı ve resmi otoritenin baskısının hissedilmediği bir sağlık ortamında yapılması zorunludur. Görüşme ve muayenede mahremiyet esastır. Değerlendirmeler, mahremiyetin sağlandığı, güvenlik görevlilerinin bulunmadığı bir sağlık ortamında ve hiçbir kısıtlayıcı araç (kelepçe, gözbağı vb.) olmadan yapılmalıdır.”

Tutulmayan sözlerin uzayın boşluğunda yitip gittiği sanılmasın, uluslar arası mekanizmaların ağına er geç yakalanmak gibi bir huyları vardır. Benden hatırlatması!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...