18 Şubat 2018 00:56

Bilmenin ve görmenin dayanılmaz ağırlığı

Bilmenin ve görmenin dayanılmaz ağırlığı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hollywood yapımı aksiyon filmlerinde elinden iş gelen, kafası çalışan iyiler genelde kazanır.

Bakarsın tehlike anında iki çocuk annesi ev kadını, eğim, rüzgar ve ağırlık hesabı yapıp kendini 4. kattan ayaklarının üzerinde düşebilecek şekilde atmayı başarır.

Lise öğretmeni kalkar balistik füzenin kablolarını patlamaya 10 saniye kala keser. Ünlü tarihçi tırabzan boşluğu ile düşmanın kütlesini içler dışlar yapıp adamı oracıktan aşağıya atıp kendini kurtarır vs.

Gerçek hayat tam öyle değil.

Bundan yıllar önce, her sahilimizde olan şu üç otuz paraya öğlen yemeği dahil tekne turuna çıkmıştık.

4 yerliydik. Kalan herkes İngiliz, Alman, İsveçli. Bangır bangır müzikte, amatör Avrupalı göbek dansları…

Karanın görünmediği bir noktada fırtına çıktı. Dalgalar fena sarsıyordu. Daha yarım saat önce pop müziğe bağırarak eşlik eden miçonun yüzünden, kaptanın sırtındaki ter izinden durumun vahametini anlamıştık. Mikrofondan “Lütfen can yeleklerinizi giyip, bir yerlere tutunun. Kimliklerini yanınıza alıp çantayı kamaraya koyabilirsiniz” anonsu yapıldı. Biz 4 T. C. vatandaşı, yemyeşil olmuş suratlarımızla hemen tekne boyutları ve üstündeki kişi sayısını hesaplamaya başladık, çaktırmadan bir telsiz irtibatı var mı anlamaya çalışıyorduk. Bir poşet bulup kimlik ve paralarımızı içine saklamış, poşetin ağzını bağlayıp, can simidinin kenarına lastik toka ile sabitlemiştik. Çantaların canı cehenneme.

Bu arada diğer turistler kahkaha ile gülmeye devam ediyordu. Tekne, tutunmamıza rağmen hepimizi oradan oraya savuruyor, bizim endişeden patlayan gözlerimizden yaşlar süzülüyor onlar da nedense bu durumu çok eğlenceli buluyorlardı.

Sonra jetonumuz düştü. Avrupalı sanıyordu ki sahil güvenlik çoktan yola çıktı kocaman teknesiyle. Bir helikopter de kalkışa hazır bekliyordur. En kötü tekne batar, bizi denizden toplarlar, sırtımıza battaniye, elimize kahve verirler. Bir anda TV kanallarında ünlü oluruz. Al sana ömürlük macera.

Oysa sadece biz, teknenin ruhsatının bile olmayabileceği, telsizin pek ümit vadetmediğini, bu can yeleklerinin de tahminen şov olduğunun ve bizi suyun yüzünde saatlerce tutamayacağını biliyorduk.

Sağ salim vardığımızda neden kaptan ve miço ile kucaklaşıp, ağlaşıp, yerleri öptüğümüzü anlamadan gülerek dağıldılar. 

Şimdi de öyle. Bakın Hülya Koçyiğit,  özgür bir ülkedeyiz. Demek ki açmamış kendini yeni nesile. Yeni oyuncuları takip etmemiş. Barış Atay’ın yasaklandığından haberi yok. Tolga Karaçelik’in Sundance’te Büyük Jüri Ödülü aldığı filmine Kültür Bakanlığının destek vermeyi reddettiğini de bilmiyor. RTÜK müdahalesi yüzünden hiçbir filmi sansürsüz izleyemeyeceğimizden haberi yok. Kendi filmlerinin bile TV’de biplendiğini fark etmemiş. Bilmemenin müthiş özgürlüğü içinde bir kuş gibi şakıyor.

Ajda Pekkan mağdur ve mazlumların destek bulduğunu söylemiş. Demek ki hiç mağdur ve mazlum olmamış hayatında. Bilmemenin ferahlığından sesleniyor.

Kim bilir mağdur ve mazlumu ne sanıyor? Öldürülen kadınlar mağdur değildir maktuldür mü diyor? Peki kalan çocuklar en azından mazlum sayılmaz mı? Özgecan’dan bu yana 900 kadın ölmüş, mazlumu bulmak için büyüteç mi lazım? Hangi davada katilin aldığı ceza yürekleri soğutabilmiş, caydırıcı olabilmiş?

Ufacık çocukların hâlâ cesedi vuruyor sahillere, bu sefer üstelik ceplerindekiler Ajda Hanım’ınkiyle aynı ülkenin nüfus kağıdı. 140 yeni cezaevi yapılıyormuş. Hepsi hakkıyla dolacaksa matematiksel olarak suçun 2-3 katı kadar mağdur var anlamına gelmez mi? Şu an 238 bin mahkum var. Velev ki eskilerle birlikte bu yeni 140 cezaevi hakkıyla değil, adalet kantarının bozukluğundan doldu. O zaman yine elde var yüz binlerce mağdur anlamına gelmez mi? Matematik konser tahsilatından ibaret değil.

Bilen huzursuz, bilen mutsuz, bütün yük bilenin ve görenin sırtında.

Stephen King’in The Mistroman’ını belki bilirsiniz. Filmi de çekildi. Bir gün şehre koyu bir sis iner. Bazı insanlar bu sise süpermarkette yakalanırlar. Sisin ardında ne olduğu bilinmeyen korkunç ve saldırgan yaratıklar vardır. Bir süpermarkette, insana dair tüm davranışların analizini yapar Stephen King. 

Önce insanların ilk panik anındaki davranışlarına göre sınıflandığını görürüz. 

Analizciler, somut koşulların uzun konuşmalar ile analizini yaparlar ama bir eylemlikleri yoktur. Zaman zaman en haklı olma kaygısına düşerek konunun aciliyet ve önemini görmez olurlar.

Araştırmacılar, güvenlik açıklarını, sisin ne olabileceğini araştırmaya başlarlar. Temkinlidirler.  

Sosyal sorumlular, yaşlıları ve çocukları rahat ettirmek için gerekli hazırlıklara odaklanırlar.

Eylem ekibi, panik anında ilk yapılması gereken için harekete geçer. Velev ki sis hakkında tartışılan tezlerin herhangi biri doğrudur, yapılacak ilk iş, cam bölümü olabildiğince siper gibi kapatmak olmalıdır. Kimyasal saldırı da olsa, gerçekten canavar da varsa en mantıklı çözüm tartışmasız budur ve eyleme geçmek en acil ihtiyaçtır. 

Pasifler, sürekli şaşkın bir şekilde, konuşanlara, koşturanlara bakıp, birilerinin kendilerine su, yemek ikram etmesini ve ne yapması gerektiğini söylemesini beklerler.

Liderliği zorlayanlar: Bunlar her ekibin içinde vardır. Kimisi kavgacı olduğu için, sesi yüksek çıktığı, iri göründüğü ya da eskiden beri herkesin saygı duyduğu biri olduğu için öne çıkarlar.

Bir de ortada, elinde din kitabı ile sürekli “kıyamet geldi, hepimiz öleceğiz, direnmeyin, Tanrı’ya teslim olun” diye gezen, kasabanın birkaç tahtası eksik, felaket tellalı bir kadın.

Henüz mahsur kalmalarının üzerinden 24 saat geçmemiştir ki, filmin başında tüm kasabanın hafiften aklını kaybetmiş, bulaşılmaması gereken insan gözüyle baktığı kadın vaaz vermeye ve mürit toplamaya başlamıştır. İçerideki insanlar iki karşıt görüşe ayrılmış, egosu yüzünden liderlik vasfını boş cesaretle şişiren adamın peşinden giden insanların akıbeti felaket olmuştur. Bir avuç sağduyulu ve aklıselim insan kendi aralarında konuşurlar. Biri der ki: “Burayı acilen terk etmeliyiz. Bu vaazların sonu hayra alamet değil. Sürekli Hz. İbrahim’den bahsediyor olması bir kefaret isteyeceğini ve onun da bizden biri olacağını gösteriyor.

Bir başkası “Buna inanamam, bu kadar uç bir şeye kalkışırsa zaten etki alanında kimse kalmaz. Bu insanları yıllardır tanıyoruz. Bu kadar saçma bir yalana inanmazlar.”

“İnsanları bir yere kapatıp, mahsur bırakırsan, üzerlerine de korku salar, can derdine düşürür ve kan koklatırsan, her şey olur. İnsanın doğası budur. Dinler ve siyaset böyle çıkmıştır ve yıllardır böyle beslenir” der diğeri.

Filmi izlemenizi önermezdim. Çok acı ve vahşet var. Ama bulunduğumuz yerden bakınca, günlük hayatımızda karşılaştığımızdan farklı değil. İzlerken bazı karakterlerde çevremizdeki insanları görüyoruz. İnsan tırnaklarını avucuna geçiriyor. “Nasıl bu kadar kör ve sağır olabilirsin?”, “Bir olaya nasıl bu kadar alakasız bir noktadan bakabilirsin?” “Böyle bir saçmalığa gerçekten inanıyor olamazsın?” 

“Şu an senin egonun ne önemi olabilir?”

Bilmenin ağır yükünü hafifletmenin tek yolu var, bilgiyi bir eyleme dönüştürmek. 

Burada bir bilgi paylaşayım, arayanın kolay ulaşabileceği, eyleme geçenin kazandığı bilgiler bunlar. 

Akademisyenlerin uzlaşmaya vardığı 3 ana seçmen tipi vardır: İdealist, gelenekçi ve faydacı. Siyaset iletişiminde ise etkili metotlar vardır:

- Canvassing (yüz yüze oy toplama): Kapı kapı gezen gönüllülerin lider ile halkı özdeşleştirme çabası, liderin de ev ziyaretleri ile pekiştirilir. Ancak Harrop ve Miller (1987) tezine göre rüşvet ve tehdit ile (bazen ikisi de) yapılan teke tek ilişkiler, toplumu seçmenlikten taraftarlığa taşır.

- Kitle İletişim Araçları

a- Suskunluk Sarmalı Teorisi ( NeolleNeumann 1974): Toplum sapan bireyleri dışlamakla tehdit eder. Bu da seçmeni, kanaatini aleni ortaya koymadan önce toplumun ana görüşünü izlemeye yöneltir. Kitle iletişim araçları ile ikna olur. Ancak azınlık kitle iletişim araçlarının desteğini aldığında çoğunluktan daha fazla konuşma arzusu duymaktadır. Kitle iletişimin azınlığı desteklediği durumlarda çoğunluk sessiz çoğunluğa dönüşür.

b- Gündem Kurma Teorisi ( McCombs ve Shaw 1972): Kitle iletişim araçları, olmayan bir gündemin yaratılması, hayati önemine kitlenin iknası konusunda başarılıdır. Ancak başarıya ulaşmak için çoğunluğun seçmen tipine göre bir hassasiyet üzerinden gündem kurulmalıdır.

- İkna Edici Mesaj Stratejileri

a- Korkunun Çekiciliği:  Toplumun hassas noktalarına göre kimi zaman ülkenin karanlığa gömüleceği kimi zaman ise işgale uğrayabileceği gibi korku odaklarına karşı çözüm olarak ön plana çıkmak. Burada Freedman (1993) yüksek derece ve biteviye korku, tehlikeyi görmezden gelip korku kaynağını reddetmeye ve karşı tarafa kaymaya sebep olabilir, der.

b- Kapıyı Aralama Tekniği: Azıcıktan bir şey olmaz taktiği. Ufak istekleri kabul ettirmekle başlamak, “foot in thedoor” (Devine ve Hirt, 1989) kapı kapanmasın diye araya ayağı koymak. Tam karşısındaki insanı jestler ve ilgi ile ufak bir merhabaya, oy vermese bile mitinge gelmeye ikna etmek. Sonrası biliyorsunuz “Çzgürlükler ülkesiyiz açıklamaları, sosyalistim ama Afrin harekatını destekliyorum”lar

c- Mesaj Tekrarı: “Bir şeyi 40 kere söylerseniz olur.” Ne kadar çok tekrarlarsanız o kadar gerçek olur. 

Türkiye’de Kalaycıoğlu, Sarıbay 1991: İlkokul çocuklarının kitle iletişim ve ebeveyn etkisi ile “parti tutma” duygusu geliştirmektedir.

Köktaş, 1997: Türk siyasal hayatında din faktörü ağırlıklıdır ve bu ağırlığı sürdürecektir.

Bilimin olduğu yerde tesadüf ve kaderciliğe yer yoktur.

The Mist (Sis)’in sonu iyi bitmedi. 

Ana akım kitle iletişim araçlarına ulaşamadığından kendi araçlarını yaratmak suretiyle sesini duyurabilmek adına bağırmaya çalışan azınlığa saygılarımı sunar, hepimize bilmenin ağırlığını paylaştıkça hafifletmeyi dilerim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...