15 Şubat 2018 00:53

Her yer terörist mi kaynıyor?

Her yer terörist mi kaynıyor?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

TSK’nin gün gün, saat saat yaptığı açıklamalara göre Afrin köylerinde “etkisiz hale getirilen terörist sayısı” 1500’e yaklaşmış bulunuyor. Savaşın 25. günü geride kaldı ve çatışmaların daha da şiddetleneceği düşünüldüğünde ölme ve öldürmeler çoğalacak demektir. Genelkurmay Başkanı, ölen askerlerin “bir tek damla kanının dahi yerde bırakılmayacağını”, “son terörist etkisiz hale getirilene kadar harekâtın devam edeceğini” açıkladı. 

Erdoğan yönetimindeki AKP’nin üst yöneticileri ise, yürüttükleri propagandanın daha fazla meyve vermesini sağlamak üzere hergün birkaç kez aynı konu üzerine konuşuyorlar. Bütün resmi gayrı-resmi propaganda organ, kurum, araç ve görevlileri “terör koridorunun yok edilmesi” üzerine “kararlılık” açıklıyorlar. Erdoğan’ın, “bedelini kat be kat ödeyecekler” demediği gün yok gibi. 

Daha önce, sınırın bu tarafında, yani Türkiye Cumhuriyieti Devleti’nin devlet sınırları içindeki Kürt kent ve kasabalarında, yine resmi üst yöneticilerin açıklamalarıyla “4-5 bin teröristin etkisiz hale getirildiği” söylenerek asker ve polisin, ve onlarla birlikte Kürtler tarafından “Caş” olarak tanımlanan korucu birliklerinin kahramanca mücadeleleri üzerine aylarca süren bir kampanyaya tanık olduk. Erdoğan’ın  televizyon ekranlarından tüm ülkeye duyurduğuna göre ise, “öldürülen terörist” 7 bini dahi geçmişti! 

Şimdi, bütün devlet yetkililerinin yıllardır, aylardır ve son iki ayın her gün, her saatinde yaptıkları açıklamalara bakılırsa Türkiye’nin içi-dışı; Türkiye-Suriye sınırı, Türkiye-Irak sınırı boydan boya “terörist kaynıyor”, hatta tümüyle “terör koridoru”! Bu durumda, insanların “Niye bu kadar çok terörist var, neden insanlar terörist oluyor?” diye düşünmesi gayet doğaldır. 

Öyle ya, bütün bu koridor; içerisi ve dışarısıyla “teröristlerin örgütlendikleri bölge” ise, ve de Recep Erdoğan iktidarı, “devletin bekası için tehdit oluşturan bu terör yuvalarını dağıtmak” üzere bir savaş başlatmış; tank-top, uçak bombardımanıyla Afrin başta, ve ardı sıra Menbic’ten girip Irak Kürt bölgesi dahil bölgeyi “asıl sahipleri” olarak ilan ettiği Araplara vermek ve onların hamisi olarak da fethedilen topraklarda “güvenlik bölgeleri oluşturmak” istiyorsa, bu bölgeyi boydan boya “terörist üretim merkezi” olarak görüyor demektir. Ama diğer yandan bununla çelişir şekilde, “Kürtlere karşı bir savaş yürütülmediği, sivil halka zarar vermemek için azami titizlik gösterildiği” söylenerek, sadece ve sadece “terörün bitirilmek istendiği” belirtilerek, herkesten askeri harekâta destek vererek “milli mutabakat cephesinde yer alması” isteniyor. 

Bu durumda, Kürt ve Arap topraklarında, El Kaide-Nusra ve IŞİD’den türeme ÖSO birlikleriyle birlikte savaşan Türk Ordusu’nun girdiği köy-tepe-dağ, sınır ötesi/dışı toprakların tümünün “teröristlere ait” olduğunu mu düşünmek gerekiyor? Ya da dünyanın en güçlü ordularından biri olarak gösterilen-ve gerçekte de öyle olan bu büyük ordu, “PKK-PYD teröristleri”yle mi savaşıyor? Yani soru tersten sorulursa, “PYD terör örgütü”, Türk ordusunun tank-top-uçak bombardımanı eşliğindeki kara harekâtını zora düşürebilecek bir güce sahip, ordu güçlerine kayıplar verdirebilen bir güç müdür? Yani, işin içinde yaşadıkları topraklarda Türk ve bölgenin öteki uluslarıyla aynı ulusal haklara sahip, kendilerini yönetme istem ve iradesiyle özerklik tesisine girişmiş, yerel yönetimler oluşturmuş Kürtler, bu işin içinde yok mudurlar? Ve eğer devletin savaş kurmayını oluşturanların iddia ettikleri gibi, Kürtler sözkonusu olmayıp sadece ve sadece “terör örgütü” sözkonusu ise, nasıl oluyor da durmadan savaş bölgesine takviye güç gönderme ve ülke içinde de herkesin devlet yönetiminin dayattığı politikalara uyması ihtiyacı duyuluyor? Topçu birliklerinin, korucuların, kadın asker mangalarının birbiri ardına, “emre hazırız!” tekmili vermelerini ihtiyaç haline getiren nedir? Ortada bir çelişki yok mu? Değilse, bu “Kızılelma”cı şoven ve militarist propaganda kazanı neden durmaksızın zehir pişirip zehir dağıtıyor? 

Yok eğer sorun, Kürtlerin hak eşitliği istemleri doğrultusundaki mücadelelerinin bastırılmasıysa, o zaman da, bunun bir çözüm olup-olmadığı sorusu akla gelir. Sorular akla gelir ve gelmesi zorbalıkla önlenemez. Biat kültürünün ebedi olmadığını da sosyal-iktisadi gelişmelerin paramparça ettiği toplumsal gerçeklik göstermeye devam ediyor. Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin, Türk ulusundan halk kitlelerinin sorunun ne olduğuna, neden savaşıldığına, kime karşı savaş açıldığına, ve eğer düşürülürse Afrin ve diğer Kürt-Arap kent ve köylerinde bundan sonra nelerin yaşanacağına dair hiç soru sorma ihtiyacı duymayacağını sanmak, kendi kendini aldatmak olur. Her ne kadar estirilen şovenizm ortalığı toz-dumana bürümüş ise de, merak eninde sonunda galebe çalacak, iman etmeyle yetinilmenin çağırdığı felaketlerin büyümesiyle bağlı olarak sorular sorulacak, ve sorular sorulduğunda da, yanıtın bulunduğu yerde, Kürt sorununu var eden ezen-ezilen ulus ilişkisi; hak eşitsizliği ve onun gündemleştirdiği talepler ve bu taleplere karşı retçi devlet politikası olduğu, yeniden görünür olacaktır. Sadece bu da değil, bölgenin enerji kaynakları ve geçiş yolları üzerine etkinlik kavgasını, bölge ulusları ve halklarının yıkımı pahasına sürdüren emperyalistlerle, onların çelişkilerinden yararlanıp yağmadan pay almaya çalışan işbirlikçi yönetimlerin, halkları  birbirlerine karşı güvensizleştirici ve çatışmaya sürükleyici politikalarla asıl olarak kendi sınıf hakimiyetlerini sürdürmek istediklerini, giderek daha fazla sayıda emekçi görmeye başlayacaktır. 

Bombardıman ve yangınlar, top atışları ve tank gösterileri tozu-dumana katsa da, “Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, sorun terör sorunudur, onu da teröristleri yok ederek çözmüş oluruz” propagandası sağlam dayanaklardan yoksundur. 6 milyon oy desteği görmüş HDP’ni “yasa dışına iterek etkisini azaltma” operasyonuyla atbaşı giden Afrin’e savaş ve Suriye’de etki alanı oluşturma politikası, şovenizmden aldığı güce rağmen, harekât ve saldırı dalgası zamana yayıldıkça etki yitimine uğramaya mahkumdur. Yönetiminin politikalarına itiraz eden herkeste “terörist damar” arayan; baskı, inkar ve imhaya karşı çıkan ve eşit ulusal haklar talebinde bulunan her Kürt’ü “terörist” gören ve gösteren politika, şiddetten, güvensizlikten, kaos ve kargaşa ve düşmanlıklardan başka bir çözüm üretemez. Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun son yüzyılı bunun için fazlasıyla kanıt üretmiştir. 

Doğru sonuçlar çıkarıp doğru politikalar izlemeyen isterse işçiler olsunlar, kaybetmeye mahkum olurlar. Bundandır ki,  estirilen kara fırtınaya kapılmaksızın bütün milliyetlerden halk kitleleri yararına olan dostluk, dayanışma, eşit haklara ve tüm siyasal özgürlüklere sahip olarak birarada yaşamanın olanaklarını yaratmak için düşünmek, sorunların demokratik çözümü için çaba göstermek, yıkıcı-düşmanlaştırıcı politikalara karşı çıkmak gerekir.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa